A Little Chaos..

Tabii ki bir dönem filmi olduğu için keyifle, zevk alarak izledim. Giysiler, ortam, avizeler :) gayet güzeldi. Konu da tatlıydı, her ne kadar dramatik unsur sanki sırf olayın düğüm bölümü eksik kalmışcasına eğreti yerleştirilmiş duruyor gibiydiyse de öyle aman aman rahatsız etmedi.
Hoş aslına bakarsanız sanki benim gibi dönem delisi bir grup abi gelin biz bahçeli mahçeli, hafif aşk kokulu, güzel estetik objesi, atmosferi, manzarası bol bir film yapalım demiş, hafif bir konuyu senaryo diye de üzerine serpiştirmiş ve olayı kotarmış hissi genel anlamda var gibiydi, özellikle de kahramanımızım karısının olayı! :) şaka gibi ancak öyle sanki dostlar :)
Bir de söylemeden geçemeyeceğim; öyle ki yapılan bahçe-salon bence tüm film boyunca o abartılan güzelliğiyle ve ihtişamıyla vuku bulmadı! Bana gayet küçük ve sıradan geldi. Öyle wowwwlamadım yani :) Hele ki orkestranın öyle son saniye arkaya küçük, neredeyse moloz dökülmüş bir tepe kıvamındaki yükselti kıyısında durtulması inanılmaz kötü durmuştu. Son kadrajdaki tam tepeden saray görüntüsü olayın esas büyülü ihtişamını gözler önüne seriyor ancak o büyüklükte, tamam fazla küçük olabilir ancak bu kadar da vasat olmasını beklemezdim :(
Tabii bu beni hiç memnun etmedi değil bilakis estetik anlamda hayli keyif almamı sağladı. O yüzden emeği geçenlere öpücüklerimle..
Meraklısına: dört mevsim gülü denen çiçeğe öldüm bittim... Ama hepsinden öte delikanlımızın mabet diye tanımladığı Hıdırellez ağacımsı dilek ağacı beni resmen benden etti... Alıp kucaklayıp getiresim, 7/24/365 izleyesim, onu seyredesim var o kadar diyim.. Tabii ki kadının kendi bahçesi de bir içim su, huzur köşesi cenneti resmen…