Freud Ne Derdi? - En Muhteşem Psikoterapistler Gündelik Sorunlarınızı Nasıl Çözerlerdi? / Sarah Tomley..
Çok mu çok enteresan ve çok mu çok zihin açıcı bir kitap var karşımızda. Dört sene önce elime geçen ve kendisi de zaten 2017 doğumlu bir kitap olan Freud Bu İşe Ne Derdi?; aslında sadece Freud ve onun yaklaşımlarını konu almıyor, alt başlığında açıklandığı üzere, bir çok başka psikoloji, sosyoloji alanında gerek ünlü gerekse de bazılarımız için bugüne kadar adı duyulmamış olabilecek olan bilim insanlarının gündelik sorularımıza cevaplarını içeriyor. Şöyle anlatmam sanırım daha yerinde olacak: mesela ‘Yapmam gerektiğini biliyorum ama son dilim keki bana uzatabilir misin?’, ‘Ergen kızımın dövme yaptırmasını nasıl engel olabilirim?’ gibi gündelik yaşamamıza dair birtakım, aslında bir nevi de esprili soruları her bölüm başında ortaya koyuyor ve altını, ona cevap olacak alanlarda çalışmalar yapmış psikoterapistlerin çözümleri ile dolduruyor.
Örneğin ‘Patronum neden hep böyle ters davranıyor?’ başlıklı bölümde beş tür nevrotik işlevsiz örgütlenme modelinden bahsediyor, Jung’un gölge arketipiti üzerinde duruyor ve Rene Girard’ın günah keçisi bulma kavramı üzerinden tüm konuyu açıklıyor. Dolayısıyla aslında konu sadece bir dövme, ya da bir kekmiş gibi görünse de içine girdiğimizde, bambaşka psikolojik konulara değinmiş oluyorsunuz. Bu değinmeyi de, gayet psikoloji alanında bir uzmanlığı bulunmayan, biz sıradan insanların anlayabileceği bir dille yapıyor. (Tabii Nicole LePera’nın dilini gördükten sonra bunun o kadar da sadeleştirilmiş olmadığını daha iyi anladım ancak yine de oldukça faydalı bilgileri anlaşılır bir şekilde bize aktarıyor.)
Öyle ki üzerinde saatlerce durmak istediğim şöyle bir durum var ki; dördüncü bölümde ‘Harry Potter’ın cazibesi nereden kaynaklanıyor?’ sorusunun cevabında, Jung psikolojisinin tüm arketipleri, mitler ve Donald Kalscged’in bölünme veya dissosiyatifsiyon şeklindeki savunma stratejilerinin yanı sıra kolektif bilinç dışı ve rüyalar ile bize tüm olay açıklanıyor. Ama öyle bir açıklanıyor ki şahsen resmen o dört sayfanın fotokopisini çekip önüme gelen herkesin eline tutuşturmak istedim. Herkes okusun, bu nasıl bir açıklama, nasıl bir muhteşemlik görsün istedim. (ki modern teknoloji sağ olsun taratıp buraya pdf’ini ekledim :)) Dediğim gibi temel olarak Jung’un arketipleri üzerinden gitmekle kalmıyor, bunu kahramanın yolculuğu ile tabii ki de birleştirerek bize bambaşka bir perspektiften sunuyor.
Ben de biliyorsunuz daha Jung olayına yeni girmiş, ders 101’i henüz almış biri olarak :) buna hayran kaldım. Belki siz Jung konusunda çoktan çok daha derinine dalmış ve bir de Harry Potter hayranı iseniz bunu çok daha öncesinde fark etmiş olabilirsiniz ve fakat benim gibi sonradan ayangillerden iseniz inanılmaz etkileneceğinizi söylemem gerekiyor.
Kısacası bu kitapla birlikte bizlere; bağlanma modellerinden beynimizin çalışma şeklinin işlerliğine, korkuların altında yatan sebeplerden hiyerarşi piramidinin gündelik hayatınızın hangi alanlarında nasıl etkiler ortaya koyabildiğine, çocukluk travmalarımızı fark edip iyileştirmenin önünde hangi yolları takip edebileceğimizi vb. çok faydalı bilgiler birer hap formatında sunuluyor. Sonuç itibari ile 180 sayfalık bir kitap birçok konuya ucundan da olsa değinerek ve bunu olabilecek en anlaşılır bir nokta şekilde de biçimlendirerek ortaya koyuyor. Dolayısıyla hangisi ilginizi çekiyorsa oradan ilerleyeceğiniz konusunda da güzel bakış açıları sunmuş oluyor. Elinize geçerse mutlaka bir fırsat vermenizi ve özellikle de psikoloji alanı ilginizi çekiyorsa okumanızı severek öneririm.
- "Günah keçisi bulma" diye bilinen bu fenomen Fransız sosyal bilimci René Girard tarafından ayrıntılı olarak incelendi. Girard'a göre bütün bu süreç cereyan ederken bile farkındalık düzeyinin altında bir seviyede olup bitiyordu. Kriz döneminde (gerçek de olabilir sadece öyle algılanmış da) birine haksız bir suçlama yöneltilir; böylece kişi artan düşmanlığın hedefi ve odağı haline gelir. Günah keçisi bulmanın amacı, hedefin kesin biçimde uzaklaştırılmasıdır. ("Şu zattan kurtulalım da, her şey yoluna girer")
Günah keçisi bulma sürecini ayrıca, kişisel olduğu kadar kolektif düzeyde de işleyebilen Gölge bağlamında düşünebiliriz. Kolektif haliyle Gölge, küçük bir topluluktan bir şirkete, hatta siyasal parti veya hükümete kadar uzanabilen grup biçiminde ortaya çıkar. Grup, örneğin ekonomik başarısızlık durumunda, kolektif Gölge'sini uygun bir günah keçisine yansıtır (bu bir kişi olabileceği gibi göçmenler veya belli bir cemaat gibi bir grup da olabilir). Kurbanlar ihbarcılıkla veya medyaya sızdırmayla, gerçekte olup bitenleri anlatmayı deneyebilir, fakat Jung'a göre bu işe yaramayacaktır, çünkü Gölge’den kaçış yoktur. Bireyin grubun istemediği bu karanlık malzemeyi birilerinin taşıması gerekir ve o kişi.. siz de olabilirsiniz.
Sonuçta içinde bulunduğunuz organizasyonda aykırı hisseden, bağımsız bir ruhsanız ve patronun dalkavuklarının veya bütün bir dairenin eleştirilerine hedef oluyorsanız, denize atılmadan bir cankurtaran botuyla kendiniz ayrılmanız hayırlı olabilir. Teselli olacaksa, günah keçisini uzaklaştırmanın rahatlığı kısa sürer, ardından yeni biri bulunmalıdır. Aynı zamanda, kendi Gölge'nizin sürekli dışarıklı olma, asla ait olmama ihtiyacında olması da mümkündür. Bu size kesinlikle imkânsız geliyorsa, muhtemelen öyledir. [ss. 113-114]
- Tüm masallarda olduğu gibi Harry Potter'daki karakterler de Jung'un arketipleri arasında dengini bulur gibidir. Dumbledore, büyük hikmet ve bilgelik sahibi sakallı bir figür olan bilge yaşlı arketipinin (senex) mükemmel bir dışavurumudur; daha genç birine akıl hocalığı yapar. Bayan Weasley besleyip büyüten, yaratıcı Büyük Ana olabilir; Bellatrix ölümün ve yıkımın bir gücü olan Korkunç Anne'dir. Ron ve Hermione, Animus ve Anima'yı temsil ediyor olabilirler; Hagrid herhalde, sade ve yavaş bir hayat süren, dostluk ve koruma sağlayan arketip Nazik Dev'dir. [s. 135]
- Harry'nin hikâyedeki doğum tarihi 31 Haziran 1980'dir ve kitapta annesinin o 15 aylıkken 31 Ekim 1981 günü öldürüldüğü söylenir. Gerçek hayatta bağlanma kuramcıları bu zamanın büyük fark yaratacağını söylerlerdi, çünkü bu dönemde gösterilen sevgi ve duyarlı ilgi, bebeğin sağlam bir benlik inşa etmesi açısından kritik önemdedir. Allan Schore gibi nörobilimciler sadece bu iddiayı desteklemekle kalmayıp beynin güvenli bağlanmanın tesisinde kullanılan limbik ve kortikal çağrışım alanlarının tam da 15. ayda olgunluğa ulaştığını gösterdi. (Tesadüf mü? Jung bunun bir eşzamanlılık olduğunu söylerdi.) Schore aynı zamanda ayrılma -terk edilme- stresinin protesto, ümitsizlik ve mesafelilikle sonuçlandığına işaret eder. Hiç sevgi ve destek görmemiş bir çocuk sevgiyi hissetmeye ve başkalarına bağlanmaya kabil değildir; böyle kişiler bütünüyle yalnız hissederler. Psikanalist Donald Winnicott bunu, egonun yok oluşuna ve “ebediyen düşme" hissine yol açan bir "ilkel ıstırap" türü olarak adlandırır; buna karşı da Yok Edici arketipi gibi, psikotik nitelikli savunmalar geliştirilir. [s. 140]
Comments
Post a Comment