Martı..
Şükürler olsun ki baleden sonra tiyatro sezonunu da açabilmek kısmet oldu ve senenin ilk oyunu olarak Çehov’un Martı’sı ile başlangıcı yapmış oldum. Canım İZDOB’um gibi canım İzmir devlet tiyatrolarına kavuşmaksa hepsinden güzeldi. Merkezdeki herkesin enerji veren varlığını yeniden hissetmek çok güzeldi.
Oyuna gelecek olursam öncelikle ve de en çok söylemek istediğim dekorun muhteşemliğiydi. [Dekor: Murat Gülmez] Her detayla düşünülmüş, capcanlı ve harika sahne dekorasyonu bence çok mu çok iyiydi. Işığın da [Işık: Eser Dursun] bir o kadar güzel kullanımıyla tiyatronun capcanlılığına yakışır bir sahne işliğinde temsili izlemek bambaşkaydı.
Kendi adıma oyuna dair yaşadığım eş zamanlılık ise tam da yeniden, Sanatçının Yolu’nda (ki bu etkinlik de, bu haftanın ödev-sanatçı buluşmam olarak gerçekleşti) delirtenleri irdelediğimiz bir haftada, baş roldeki karakterlerden birinin tam bir delirten olan sanatçı anne rolünde karşıma çıkması oldu. Kadın kahramanın her türlü ilişkisinin toksikliği bir yana, belki de kolektif bilinçten sanatçı olmaya dair bizlere yansıyan pek çok olumsuz kök inanca vesile olan bir delirten sanatçı tipi olarak karşımda hayat bulması enteresan bir eş zamanlılık oldu :)
Oyun ise itiraf etmem gerekirse biraz fazla kitap gibi geldi bana. Tabii 2000’lerden bu oyunu seyreden bir izleyici olarak bizlerin, o dönemin (1800’lerin sonu Rusya’sı) teatral konuşma tarzını ve tiyatroya uyarlanmış diyaloglarını bu şekilde algılamamız belki de doğaldır diye düşünmedim değil.
[Yok eğer zaten bir kitabın adeta üç boyutlu versiyonunu sahneye koymak hedeflenmiş ise -daha önce bu oyunun farklı bir temsilini seyretmemiş ve bir anlamda taze bir tiyatro izleyicisi olarak-, o zaman bu hedefin tam olarak yerine getirildiğini söyleyebilirim. Çünkü resmen bir kitap okuyormuş gibi izledim oyunu. Ve fakat canlı bir eser olduğu için de bir ‘şey’ aradım, olsun istedim, eksikliğini hissettim değil açıkçası. Fakat dediğim gibi, kendi çapında naçizane bir izleyici olarak bunu düşündüm.
Ya da belki de Martı genellikle Anton Çehov'un ‘dört büyük oyununun ilki olarak kabul edildiği’ için beklentim yüksekti.]
Velhasıl, duygunun aktarımı için bir şeyler daha yapılabilirdi sanki gibime geldi. Çünkü sonuçta inanılmaz bir metin ve onu ezberleyip performe etme çabası söz konusu. Her bir diyalog ve/veya monolog cümlesinden de o çaba hissediliyor çok net. Ancak tabii ki bu benim sadece tek bir izleyici olarak düşüncem.
Sonuç olarak her hâlükârda büyük bir emek verilerek sahneye konmuş bir oyun söz konusu ve tüm emeği geçenleri yürekten alkışlıyorum.
Comments
Post a Comment