Babam Beni Şahdamarımdan Öptü / Ozan Önen..

Bilenlerin bildiği üzere denemeleri seviyorum. (Acaba altında, bir gün benim de böyle denemeler kitabım olsun arzusu yatıyor olabilir mi ;) ). Dolayısıyla Babam Beni Şahdamarımdan Öptü’nün de bir deneme olduğunu gördüğümde çok sevindim. Zira ilk çıktığından beri okumayı çok ama çok istediğim, üzerine çok güzel yorumlar okuduğum bir kitaptı. Onun da zamanı bu dönemmiş. Ancak elime alabildim. Ve deneme olduğunu gördüğümde de çok mu çok sevindim.
Velhasıl kitap öyle bir dönemde elime geçti ki, her zamanki gibi o ‘her kitabın bir zamanı var’ sözünü sonuna kadar hak etti. En azından benim için. Tam da bahar üzerine yazdığım bir yazının devamında, o yazıyı da yazdıran hislerim, bahara, çiçeklenmeye, yeşermeye taktığım bir dönemde; oldum olası ilkbahar ve sonbahar aşığı biri olsam da yakında olaya iyice taktığım bir dönemde, hani o klişe tabir caiz ise, ilaç gibi geldi :) Hem kendi adıma bahar ve çiçeklenmeye dair yazıları, hem dediğim gibi deneme olması, hem mitolojik hem de tarihi pek çok ama pek çok atıfıyla beni mest etti.
Çünkü öyle antik çağdı, güncel tarihti, botanikti, yakın dönem mevzuları ve en önemlisi de hissiyatıydı... o kadar güzel, o kadar kafamdan şekilde arz-ı endam etti ki sayfalarda ba-yıl-dım. İlk oturuşta 100 sayfayı yutunca, aman sen ne yapıyorsun Jale, pat diye bitireceksin sonra elinde hiçbir okunacak böylesi deneme kalmayacak diye önce bir kendimi frenledim. Hafta içi her akşam 1 tane oku bari diye planlasam da yine kaptırıp yediyi onu buldum. Sonra yine durdurdum kendimi ancak olacak gibi değildi ve vurduğum gibi bitirdim! Dayanamadım napıyım! :(
Ancak öyle böyle değil, her bir denemeyi, ama herrrr birini bayıla bayıla, satırların altını çize çize okudum. Ve çok enteresan bir şekilde, her birinin yanına notlar alıp bir şeyler karalamadan duramadım! Kısacası dehşet keyifli bir okuma deneyimi oldu. Hem bana sadece çok mu çok keyifli vakit geçirtmekle kalmadı, hem de birbirinden leziz öyle güzel bilgilerle doldurdu ki. Her birini de öyle ince, öyle naif, öyle güzel, öyle ‘benlik’ cümlelerle verdi ki, gerçekten kendini hayran bıraktı. Böyle olunca da tabii ki kitaplığımdaki yoluna koyulamadı, masamda her daim bana eşlik etme yolcuğuna başladı bile ;)
Demem o ki eğer okumadıysanız, benim gibi geçkalangillerden değilseniz, hemmmen almalısınız. Şiddetle tavsiye ediyorum. Bakın böyle şiddetle az kitabı-filmi-diziyi tavsiye ederim, bilirsiniz ;)
Neyse bana da bir dergi yazısıydı, bir derleme bölümüydü ya da yepyeni bir kitap cildiydi, artık hangisi olursa yeni Ozan Özen denemeleri-yazıları bekleme, arama yolu göründü :( Haydin hepinizi şahdamarınızdan öpüyorum canlar ;)
[beni de lacivertlerden öpsünler diliyorum :p hoop evrene atıyorum, akışa bırakıyorum, sonsuzluğa salıyorum..]
Tabii ki kitaba dair aklımda kalan notları sıralamazsam olmaz:
  • 'Olsun tabii ya... Bak... Olsun diyeceksin ki olacak... Varsın, 'olsun' desinler... Olsun... Sen yaz... Yazılan neyse o gelecek başa... Olacak...' [s. 24]
  • Canım insan çekiyor: Yan çizmeyen. Dolaysız. Güzel şeylere iştahı kabarık. Hevesini, tutkusunu yitirmemiş. Dünyayı seninle yeni baştan tasarlamaya aday... Deneyime açık. Boğmayan ama isteyen... Yeni fikirlerle ayağa kalkan, mızmızlanmayan ve laçkalaşmayan... Dedikodusuz, yalansız, çekiştirmesiz, seni bütünleyen, seninle bütünlenebilen. [s. 27]
  • Güzel kalçalar sana da ilham versin :) [s. 35]
  • Bir kedi ol, gezdiğin tüm çatıların kiremitleri çıtır çıtır şarkılar söylesin. [s. 38]
  • Sana deli diyene, sen divaneyim de. [s. 38]
  • 'Seni seviyorum' desem de, bana 'Ben de seni' deme; bana hiç kimsenin duymadığı alternatif 'Ben de seni'ler uydur... [s. 41]
  • Yeri gelir sana şiirlerden börekler açarım. [s. 42]
  • Pornografik rüyalar değil istediğim; tüm yeteneğimi çalabilecek kadar etkili bir tene sarılıp da uyumak istiyorum. [s. 56]
  • Yolda olmak, rastlantısal gibi duran ama hiç de rastlantısal sayılmayan olasılıkların bizi boynumuzdan öpmesi demektir...
  • Yolda olmak, dörtnala uçup giderken, delidolu esen rüzgarın, bir kaz tüyünü boşlukta uçurur gibi ayaklarımızı yerden kesişinin tatlı heyecanıdır.
  • Yolda olmak, salıncakta sallanırken dahi, karın boşluğumuz-da peyda olan kelebekten hallice heyecanlı kıpırdanışlardır...
  • Yolda olmak, öğrenmeye her zaman açık adımlar atmaktır. [s. 69]
  • Ayağını yorganına göre uzatmadığın dere boylarında, sana sormadan püsküren nergisler var. O nergislerden bir demet topla da getir. O hiç kıyamadığın ayakkabılarını giy de gel... Zaten, çimenlere çıplak ayaklarla basacaksın. Yazık olmayacak ayakkabılarına; bilakis, ayaklarına dahi bahar gelecek: Bir bahar ki baştan sona çiçekli... Çiçekli gel ki çirkinlikler defolsun başımızdan. Yan yana değil; omuz omuza... Sırt sırta değil; göz göze... Diş dişe değil; dudak dudağa... Cam cama değil; can cana olalım. Baş başa getirilen bir baharı düşün. Çıngıraklı "yalan"lar çıksın aramızdan: Bu âlemde, çıngıraklıgillere parazit yaptırmanın âlemi yok. Gündemdeki tüm saçmalıklar, bir an önce düşsün yakamızdan... İki gün sonra öleceğini bilip de aynı gün içinde bin bir kere ölmenin lüzumu yok. [s. 71]
  • Filozof Jim Rohn, “Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir. Sen ağaç değilsin.” diyor... [s. 75]
  • Ege şivesiyle “Seni seviyom” diyen sevgililere günaydın. [s. 91]
  • Bir tanıdığım, çok severek aldığı bir çiçeği solduğu için çok üzülmüştü ve solmuş çiçeğinden bahsederken bana şöyle demişti: “Halbuki açmaya nasıl da gönüllüydü.” Ne güzel söz. Bak... Bahar gelmiş... Açmaya fena halde gönüllüyüm... Düşünsene: Ne görkemli haber bu. [s. 93]
  • Mihailoviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar’da şöyle demektedir: “Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.” [s. 93]
  • Geç saatte sabahlar istiyorum. [s. 96]
  • ‘Yalnızlık eğitimi’nden geçen insanların ruhları, güzel dudaklara güzel kulaklar olur; güzel kulaklaraysa güzel dudaklar... Dinlemeyi ve sarılmayı en iyi bilen insanlar, bu insanların arasından çıkar. [s. 105]
  • Sevmek ve sevilmek bir esaret, beğenmek ve beğenilmek ise bir talepkârlık meselesi olmaktan kendine ait bir oda sayesinde çıkıyor. [s. 106]
  • Delireceksek, böyle güzel delirelim ama illa ki bir düşman ilan edeceksek, ortak düşman, bize kendimizi değersiz hissettirenler olsun. [s. 109] *benim ki: ‘iyi olacaksın telkininde bulunan Bergamalı Galen.
  • Bizden başka herkes uyurken, bir ‘sabahlayarak yaşayanlar ülkesi’ kurardık. .....
  • Müzeyyen, şarkılar söylerdi.
  • Nilgün Marmara, yolumuza kuş koyardı. [s. 113]
  • Sevilmeye değer şeyleri bulamazsak, sevilmeye değer şeyler bizi mutlaka bulurdu. [s. 114]
  • Bu masada fesleğenler avuç içlerimizi öper....
  • Gecemize baygın yasemin kokuları musallat olmuş... [s. 129]
  • Kimi bar filozofları der ki, rakıyı fazla kaçıran erkek saçmalarken, rakıyı fazla kaçıran kadın en fazla aşkını itiraf eder, usturupluca. [s. 143]
  • Fuzuli gibi sevilmektense sevmeyi tercih edersin; çünkü 'sevildiğinden asla emin olamazsın'. [s. 145]
  • Bilirsin ki rakı içen kadın, herkesle rakı içmez ve eğer seninle rakı içiyorsa, senin için kalbinde en az yüz elli metrekare daha yer vardır. Rakı içen kadın, cihanda sulhtur; ağdalı değil, nağmeli sever. [s. 147]
  • Bana kalırsa, bir antik kentten çıkartılabilecek en çarpıcı buluntular unguentariumlardır çünkü gözyaşı, altından değerlidir. Bana ‘Kadın nedir?’ diye sorulacak olsa, şöyle derim: “Kadın, gözyaşlarını saklamak için şişeler üretmiş tek canlıdır.” Ah be, ah... Yitip gidene ah... Geri dönsün, yeniden yaşansın istesen de... Bir daha mümkün olmayacak her şey için ah... [s. 154]
  • ...içine bir kez ilkbahar indi mi, istikametin bellidir... Küçük bir saksıdaki çiçekte bile orman görürsün. Bedenin başka yerlerde dolaşsa da kafan adalar arasında gidip gelir hep... İçine bir kez ilkbahar indi mi, kafesler umurunda olmaz artık... İçine bir kez ilkbahar indi mi, yapılacak tek şey, balkonundan gökyüzüne bakmak ve senin için ‘Yerini sevdi’ diyecekleri bakir kıyıları aramaya koyulmaktır. Hiç değilse bunu kafaya koymaktır. [s. 161]
  • İstedikleri kadar engel olsunlar; burnunun ucuna indiyse yasemin kokulu geceler; seni güzel bahçelerin fikrine uçurmayı her şartta bilir kanatların: Cihanda sulh olursun... Aklına gelmez kelepçeler, küçüklü büyüklü kıyamet zincirleri... İçine üşüşür hanımeli kokuları... Saçlarında manolyalar açar... Aşk, kalbin ilkbaharıdır. [s. 162]
  • Ama ben burada, bu ülkede ve bu çağda, bu mekânda ve bu meyanda, kimi zaman başka bir dünyanın cehennemi olduğu hissine kapıldığım bu sahte cennetin en ücra köşesinde bile, daha iyicil ve güzel olanın peşinden gitmek için ‘kalıyorum’. [s. 194]
  • Olursa olur, olmazsa rakı içeriz. [s. 198]
  • Kendi omzunu öpüp koklayanların...
  • Kendisiyle aynı dergiyi ya da kitabı okuduğunu gördüğü kişinin kollarında, bir kasa dolusu mor afrikamenekşesi tutuşturası gelenlerin...
  • Haklı olduklarını bildikleri bir konuda, öğrenci haliyle profesörlere bile meydan okuyanların...
  • Zeytin ağaçlarının gövdesine sevgiliye sarılır gibi sarılanların...
  • Sağlığına, selametine, gelmişine-geçmişine, özlemine-hatırasına ve elbette ki varlığına... İçiyorum! [ss. 205-206]
  • Bütün büyük devrimler, sıkıştığı çukurdan kurtulmak isteyen kaplumbağaların tarifsiz sıkıntılarından doğdu: Yavaş yavaş başladı ama tıkır tıkır ilerledi... [s. 226]
  • Seçimlerine hükmetme kudretini gösterebildiğin sürece, dış koşullardan bağımsız, sınırsız bir özgürlük içindesindir. [s. 242]
  • Aşktan ve felsefeden başka hiçbir şeye itaat etmeyeceğiz ve okşayacağız ayva tüylerini gecenin. Bu gece, yalnızca gerçeklerle yetinenleri aklımız almayacak kadar gerçekçiyken, profesyonel kötüler makamına karşı direnen o amatör iyiler biz olacağız: Hazır olacağız cenge, çünkü sulh-u salah isteyeceğiz... [s.246]
  • ..... tüm balkonlar Ege sahili ve biz, hayaller bin kere yıkılsa da bin bir kere hayal edebilenler olacağız. [s. 248]
  • Sadece her daim yanında olacak insanlarla henüz tanışmadın. En uzağındaki, seni en koşulsuz, seni en beklentisiz, seni en sorgulamadan seven kişi olabilir. [s. 248]
  • O tanıdık koku, eski bir fotoğrafa baktığın vakit seni yerle bir eden duygu tarihinin havada süzülen haline dönüşür. [s. 262]
  • Mevsimler değiştikçe, bahar dallarının altından geçip bir yaz çardağının altına da çekileceğiz: Biz gecesefalarının kokusu karşılayacak; derken, gecesefası kokusunu bastıran bir hanımeli kokusuyla, henüz hiçbir şey içmeden sarhoş olmuşuz gibi gülümseyebileceğiz. [s. 263]
  • Gövdesini okşarken, avuç içlerinde küçük çaplı bir ilkbahara neden olan fesleğen...
  • Evine geldiğin an yatağının, odanın, yani kendi düzenini özlemenin kokusu.
  • Sevdiğin insanın boynunun, ensesinin, dirsek içinin, omuzlarının, saçının, avuç içlerinin; yani kısacası, her yerinin ılık kokusu... [ss. 265-266]
  • Bir küçük odanın içinden tüm dünyanın dışına taşmaya: İçinizdeki bahardan büsbütün bir devrime dönüşmeye, uyanmaya... Ayağa kalkmaya... Yedi iklimde... Yetmiş yedi dilde... İnanın... Böyle, hani sanki dolunaymış da, senin rengin gecenin rengine karışmış gibi... Bir tür sebepsiz delilik. Bir tatlı dönüşüm, kıvam... Ummadığın anda gelen bir armağan gibi bahar: Kaç zaman sonra karşılaşınca bile, kaldığınız yerden devam ettirdiğiniz bir dostluk gibi... [.....] Uyanan gövdeler, aralanan dudaklar... Baş döndüren enfeslikte, sihirli kelimeler gibi dokunan... [.....] Tüm uyarıcı etkisiyle kasıklarından boynuna kadar ulaşan bir nefes gibi: Kavrıyor elinden sıkıca, ‘Hadi’ diyor... ‘Güzel bir şeyler olsun, uyan...’ ‘Olsun mu?’ Bence olsun. [.....] Bahar gelince kafam hep güzel. Bunun içi bir şey içmeme de gerek yok. Çünkü sadece bahar var. Sadece ilkbahar... Hepsi bu. [ss. 269-271]
  • ... daha iyi yaşamayı isteyen kalp için, onu küstüren her şeyi affedivermek... [s. 289]
  • Günlerine iyi gelebilecek detayları paylaşıp hayatın içinden herhangi bir şeyi, zamansız metinler eşliğinde estetize edebileyim istiyorum. [s. 292]
  • Rüzgâr boynumu öptü, ‘çıplak ayaklar mevsimi’ni yatağa aldım.....erken gelen yazın belini kavradım... [s. 293]
  • İçim ilkbahar ve bak; bana tepeden tırnağa yaz geldi... [s. 294]
  • Kalbimde yeri olanla birlikte yol yapma ihtimalim aklıma geliyor da; ah ulan,, işte bu ne güzel fikirdir! [s. 295]
  • Zarif davrandığımız için zayıf sayılacağımızı... Zayıf olmadığımız için zarif davranacağımızı.. hatırla.. [s. 300]
  • Âlemlerin âlemlere nasıl da karışacağını... [s. 301]
  • Yaşam, Hıdırellez’de dibine dilek kâğıtları gömdüğün o gülde saklı... O gülün ince gövdesinde bahşedilene mutlaka inan. [s. 316]
  • Güzel günleri istemenin yamacında... Çirkinliklerle güzelliklerin arafında... [s. 317]
  • Kafalara-kalplere de bahar gelecek, biliyorum; mutlaka olacak bu..... Gülün dibine anlattıklarını unutma. [s. 318]
  • Açıklama yapmadan... Açıklama yapmamı beklemeden... Sevmemek uğruna bahaneler arayacağına... Bana bu gece, sanki her gecemiz yılbaşı olacakmış gibi, ‘sevmek için bahane’lerle gel. Bu gece, çaydanlığın altındaki mavi alev, çayı aheste aheste demler gibi, Maria Puder’in bahanesi ol da gel: [s. 327]
  • “Ara sıra kendi kendimizden kurtulup cereyana kapılmak hoş bir şey… [e-kitap: 120]”
  • “..... sevilmeyenler nefret eder ancak!.....” [s. 340]
  • Güzel çiçekler, güzel şarkılar, güzel içkiler, güzel havalar ve güzel konuşmalar içindir güzel balkonlar. [s. 340]
  • Biz yetişkinler, Türkçedeki ‘amatör’ kelimesini beceriksiz manasında kullanmaya bayılırız: Halbuki amatör kelimesi ‘amare’ (sevmek) fiilinden türemiştir ve Latincede ‘amātor’ demek, ‘sevgili’ demektir. (Dişiyse ‘amātrix’ oluyor.) Aslen, bir şeyi aşkla yapan, ‘seven’ kişidir amatör. [s. 341]
  • Nâzım Hikmet’in ‘Yaşamaya Dair’indeki ‘yaşama’yı unutmak:
  • “Yaşamak şakaya gelmez,  büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/ bir sincap gibi mesela,/ yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,/ yani bütün işin gücün yaşamak olacak.” [s. 342]
  • ...eli eline yanlışlıkla değdiğinde bile gizliden gizliye gülümsemecilik... pikeye sarılıp da uyumacılık, sabahlayarak yaşamacılık, rock’n roll sevişmeler... desibeli hesaplanmamış gülüşler... tek başına sinemaya gitmecilik... omuzla boyun kesimindeki öpüş... bir güneşlenip bir bulutlananlar... kendine ait bir odayı hürriyetin olmazsa olmazı olarak görenler... buluğ çağı iştahıyla yavaş yavaş acele edenler, devrime hazır kaplumbağalar... kendi koku haritasını çıkartanlar, baharın ta kendisi olanlar, çiçekleri yemek isteyenler... sevmek için güzel bahaneler uydurmayı sevenler... [ss. 343-345]
* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

Comments