Mükemmel Dokuzlu / Ngugi Wa Thiong..

Be Water Kafe bibliyoterapi atölyesi kapsamında Funda Hanım’ın bizim için seçtiği Ocak ayı kitabımız olarak okudum. Ve 2024’ü bence şahane bir eserle açtık. 

Eğer doğru hatırlıyorsam muhtemelen hayatımda daha önce hiç böyle bir kitap okumamıştım. Bir destan niteliğinde yazılmış ve hayata dair öğretilerle bezenmiş, tüm bunları da okuması inanılmaz keyifli ve akıcı şiirsel bir dille yazılmış şahane bir metinde. Ve destan tipinde yazılmış olmasına rağmen hiç sıkmaması ve çevirisinin yine bence mükemmelliğinden ötürü böylesi anlaşılır bir dille ifade edilmiş olması açıkçası beni çok şaşırttı. 

Bir de (artık kafamda bunca yıl nasıl bir destan algısı oluştuysa :-) ) yine destan minvalinde bir yazım diline sahip olmasından ötürü hiç öyle ummasam da kitabın, merak uyandırarak ve heyecanlandırarak hızla sayfaları çevirip iştahla okumamı sağlaması bir harikaydı. (Tabii çevirinin mükemmelliğinin payı çoook büyük.)

Tüm bu niteliklerinden ötürü doğal olarak oldukça etkiledim. (Tabii kendi özelimdeki bir detayı! da satır aralarında okumak, duygusal açıdan oldukça etkileyici oldu benim için.)

Kısacası büyük ve bir o kadar da naif bir yaşam hikâyesini bize bu kadar başarılı bir şekilde aktaran yazarın yaratıcı başarısına hayranlık duydum. Ve kitabın sonundaki özgeçmişinde, yazarın yaşamını okuduğumda ifade bulan her bir cümlenin ne kadar hak edilmiş olduğunu onun adına gururlanarak okudum.

Özetle zaten muhtemelen bir iki saatte hızlıca okunabilecek kadar kısa ve akıcı olan bu destansı öyküyü, sizin de okumanızı severek önermek isterim..

Meraklısına: Ve zevkle, Funda Hanım’ın toplantı notlarını sıralıyorum:

  • Öncelikle hepimizin en çok merak ettiği üzere kitabın isminin sebebinin mitos dönemlerinde engellilerin ulvi-tanrısal olarak görülmesinden kaynaklandığını öğrendik. Bu bağlamda Yunan trajedyalarında yer alan ‘Tiresias’ kavramının incelenebileceği ifade olundu.
# Ben de bu noktada ister istemez küçük bir parantez açacak olursam:
Zira vakti zamanında Notre Dame’ın Kamburu balesinin broşürünü hazırlanırken Orta Çağ’daki ilgili görüşleri okuduğumda inanılmaz üzüldüğümü hatırladım. Ancak utanç duyulmasının bu kadar eskiye dayanmasını şimdi görmek de çok vurucu oldu. Ve fakat Funda Hanım’ın aktarımı çok sevindirdi; zira gerek Yunan gerek Afrika mitolojisinde aslında hem pozitif hem negatif yaklaşımın mevzu bahis olduğunu anladım. Öyle ki bazılarınca fiziksel engellilerle alay edilirken; diğerlerince ‘Yunanistan'ın öğretmenleri’ olarak kabul edildiğini okudum ki bu kapsamda engelli erkeklerin ve kadınların toplumlarına entegre edildiği ve yetenekleri doğrultusunda katkıda bulundukları ifade buluyor.

Kaldı ki yazarımız da buna dair şöyle ifadelerde bulunmuş söyleşilerinden birinde:

“Wa Thiong’o, bireysel yaratıcı özgürlüğü kullanır ve bu kolektif köken hikâyesinin belirli unsurlarını modernize eder. Onun versiyonu, muhteşem kız kardeşlerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerini öne çıkarır ve noktayı vurgulamak için geleneksel hikâyenin orijinal 10 yerine tam 99 talibin olduğu bir hikâye ekler. The Booker Prizes ile yaptığı röportajda Wa Thiong’o, The Perfect Nine'ın "feminist yaratıcı gücün ve ihtişamının bir kutlaması olduğunu" belirtiyor. 

Ve ekliyor: The Perfect Nine aynı zamanda engelli bireylerin benzersiz gücünün ve güzelliğinin kesişimsel bir kutlamasıdır. Gösterinin yıldızı Warigia (=10.kız=Mükemmel Dokuzlu), Wa Thiong’o’nun icadıdır ve bize her birimizdeki sonsuz olanakları hatırlatan unutulmaz, ilham verici bir karakterdir.”*] 

# Diğer yandan hemen bu kapsamda, inceleme tavsiyemiz olan kavramdan da çok küçük not düşmek isterim:

- Tiresias, Yunan mitolojisinde önemli bir figürdür. O, hem kadın hem de erkek cinsiyetlerini deneyimlemiş olan kâhin bir karakterdir. Tiresias'a, hem Tanrılar hem de insanlar tarafından önemli kehanetlerde bulunma yeteneği verilmiştir. Bu bağlamda Tiresias, mitolojide çeşitli önemli hikâyelerde yer alır. Bir dönem, Thebai kentinde yaşamış ve kentteki pek çok önemli olayda rol oynamıştır. Örneğin, Oidipus'un hikâyesinde önemli bir konuma sahiptir. Ayrıca, ölümlü ve ölümsüz tanrılar arasında yapılan tartışmalarda arabuluculuk yapmış ve sonuçlarını önceden kehanet etmiştir.

- Tiresias'ın kör oluşu da onun hikâyesinin önemli bir ögesidir. Dolayısıyla Tiresias'ın kör oluşu, mitolojinin birçok versiyonunda vurgulanmıştır.

/ Yine bazı hikâyelerde, bu kör olmanın bir ceza olduğu söylenir. Örneğin, bazı mitlere göre Zeus ile Hera arasındaki bir anlaşmazlık sonucu Tiresias kör olmuştur.

/ Diğer versiyonlarda ise Tiresias'ın kör oluşu, tanrısal veya doğaüstü bir olayın sonucu olarak anlatılır. Buna göre de körlüğü, ona doğaüstü bir algı gücü kazandırmış ve geleceği görmesine olanak tanımıştır.

=>> Bu şekilde, kör oluşu; sadece bir fiziksel engel olarak değil, aynı zamanda bir tür lütuf veya yetenek olarak da yorumlanır.

  • Öncelikle bu kitabın okuma ve izleme önerileri olarak kapsamında: 

+ 'Kleopatra' dizisinin (Netflix) ve 'Agora' filminin izlenmesinin önerildiğini söylemek isterim. 

+ Ayrıca Muazzez İlmiye Çığ'ın 'Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni’ kitabının da okunmasının

  • Kitapta belirgin olan feminist anlatı, yazar tarafından da ifade edildiği üzere, bilinçli olarak ortaya konmuş. 
  • Eser bize bir varoluş/köken/yaratılış miti ortaya koyuyor. Yani nereden gelip nereye gittiğimizin ortak bir miti.
  • (Öyle ki kabilelerin ortaya çıkışlarının birer varoluş efsanesine tekabül etmesi durumu söz konusu.)
  • Dolayısıyla kitap hızla ilerliyor ve bizi kolaylıkla içine alıyor.
  • Zaten mitolojik demek insanların anlam veremediklerine anlam katma. Ki bu öncelikle büyük büyük dağların var oluşunun anlamlandırması şeklinde vuku buluyor, sonra da işin içine duygular giriyor.
  • Afrika’da her kabilenin bir köken miti var. Bu da işte onlardan biri.
  • Kolektif bilinç ile aktarılıyor. Afrika’da da her kabilenin bir dili olduğu düşünüldüğünde ne kadar geniş bir kolektif bilinçten bahsedildiği anlaşılabilir. Sayfa 21’de yer alan üçlemeler şöyle önemli: çizgisel değil, döngüsel zamanı yaratmaktalar; zaten mitolojinin yaptığı da bu. O yüzden üçlemeler yaşam döngüsünün birer sembolü olarak yer alıyor.
  • Ayrıca yine sayfa 21’de de 31’de elementlerden de bahsediliyor. Öyle ki burçların var olmadığı bir dönemde bu söz konusu. Ve bu bağlamda da elementlere göre insanların bir mizacı olduğu ifade buluyor. (Ki antik insanda da insanın elementlerden oluşturduğunu söyledi gelmiştir.)
  • Yine sayfa 21’de ay, yıldız ve güneş bağlamında ifade bulan cümleler ile her şeyin zıttı ile var olduğu inancının söz konusu olduğu aktarılıyor bizlere.
  • Eserde bereket = yağmur söyleminin söz konusu olduğunu anlıyoruz zira olay Afrika coğrafyasında geçtiği için.
  • Orada da kutsal bir varoluşun söz konusu olması paralelinde bu kutsal varoluşla insan ayrıcalıklı kılınıyor.
  • Din de aslında insanın kendini anlamlandırma çabası olarak yer alıyor.
  • Değişim-dönüşüm de ancak döngüsel bir zamanda tekrarla (yapılanların tekrar tekrar pekiştirilmesi ile) gerçekleşiyor, gerçekleşebiliyor.
  • Yol = kendine dönüp çalışmak da zahmetli rahatsız edici bir durum kaldı ki.
  • Sadece ulvi dünyada olmakla gelişemeyiz. Burayı seçti isek dünyevi şeyleri de bilmeliyiz. 
  • Kitapta seçimin kızlara bırakılması da feminist söylemin bir örneği.
  • Kitap, ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’ izlek alınarak yazılmış. (ayrılma - aşama - dönme)
  • Kahraman = kendi kültürünün sembolü. (Dolayısıyla her kültür kendi kahramanını üretiyor.) 
  • Bu noktada yeniden hatırlayacak olursak: önce mitos evresi vardı ki;

mitos evresi: realite, mitosun kendisiydi yani mitosu yaşadığı gerçek kabul ediyordu insanlar.

epos (epik) = destan evresi: artık kahramanlar çıkıyordu ortaya, zira yerleşik hayata geçilmişti; ‘sanki çok da gerçek değil bu tanrılar’ denmeye başlanmıştı. Diğer bir değişle Zeus değil de, Herkül ve Zeyna vardı artık. Bu dönemin bize armağanı ise edebiyat olmuştu.

logos evresi: artık Aristo ve diğerleri söz konusu idi; bunun öncesindeki dönemde de felsefe vardı ancak o ilkel bi felsefeydi; ve bu dönemde artık medeniyet tamamen doğmuştu.

  • Kahramanlar, sevdikleri için de kendilerini feda ederler. 
  • 1970’lerden sonra artık arketipler görünür olmaya başladı. 
  • Arketip = insanlığın ortak mirası olan kişiliğin antik kalıplar idir. 
  • En önemli arketip kahraman arketipidir. Kahraman arketipi; hizmet etme ve fedakarlıkla yükümlüdür. 
  • Ondan sonra en önemli arketip olarak karşımıza rehber arketipi çıkar. 
  • Rehber arketipi; kahramanın gerekli yetenekleri ortaya çıksın diye var olan karakterleri ifade eder (kitaptaki anne ve baba gibi.) 
  • Yolda yani yolculukta en önemli evre, içimizdeki karanlıklarla yüzleşme evresidir. Diğer bir ifadeyle gölge yanımızla yüzleşme evresidir. 
  • Ki bu bağlamda haç vb.  yolculuklar şeklinde vuku bulan edimler -> hep bilinçaltı korkularla savaşmanın sembolü olarak karşımıza çıkar. 
  • Eşik bekçisi arketipi ise kahramanın başarılı olma koşullarını ifade eder. (Kitapta bunlardan biri de devler olarak karşımıza çıkar.) 
  • Onuncu kızımızın eve dönüşü = dönme evresi. (Zira eve dönmeden tamamlanamıyoruz.) 
  • Sayfa 130 ve 131 bir anlamda kitaba dair tüm anlatılmak istenenlerin özeti olarak karşımıza çıkıyor. Ki bu bağlamda;

- akıl ve kalbin arasında dengenin olmasının önemi, 

- medenileşme yani içimizdeki vahşiyi ehlileştirme en önemli olgular olarak yer alıyor. 


* https://www.bigblackbooks.org/the-perfect-nine/

  • Mükemmel Dokuzlu destanı, bu efsanenin bir yorumudur. Söz konusu efsane, şu soruyla başlar: On Talip nereden gelmiştir? Ben onları pek çok aday arasından, karakter ve kararlılık sınavlarını geçmeyi başarabilenler olarak hayal ettim.
Erkek kardeşleri olmadan büyüyen kızlar, kendi ayakları üzerinde durmak zorundaydılar. Hayatta kalmak için gereken tüm beceriyi -kendilerini korumak, toprağı işlemek, ev yapmak, giyim kuşam, silah dahil pek çok şeyi üretmek- kazanmaya mecburdular. Kendi güçlerine güven duymak, karakterlerinin özü olmuştu. Onların karakteri aklın, yüreğin ve el emeğinin birliğiydi. Sıhhatli bir güzelliğe sahipti onlar. Mükemmel Dokuzlu, ilk feministler olacaklardı böylece.
Bir yaşam ülküsü olan güzellik arayışını, Afrika halklarının göçlerinin ardındaki itici güç sayıyorum. Destan, bir gece, insanın doğa ve çevre koşullarıyla olan mücadelesindeki arayış, cesaret, azim, birlik, aile ve tanrı hissi ideallerinin vahyi olarak indi bana.  [s. 10]
  • Tanrı'nın türlü türlü adı vardır, insanın da öyle. Ama insanın asıl adı İnsan'dır. İnsan her yerde ve dünyevi olan her şeydedir; Çünkü insandaki şey, her şeyde olan şeydir. İnsandaki şey mekândaki şeydir, zamandaki şeydir, kendi içindeki şeydir. Her şeydeki Şey, insandaki şeyin insana özgü bir şey olmasını sağlayan şeydir. [ss. 44-45]
  • "Evet" diye ekledi Mumbi, “yolculuk sizleri bizim başlangıçlarımıza götürecek. Sizler yolculuğa katkıda bulundukça, katkınızın ne olduğunu anlayacaksınız. Yaşam yolculuğunda bilgiye kısa yoldan vakıf olamazsınız; Uzun bir öğrenme sürecidir yaşam yolculuğu. Aceleye gelmez o yol, bir başına da yürünmez. Her çantaya, ateş yakıp ses çıkarmanıza yarayacak iki sağlam taş koydum". [s. 61]
  • Tüm sorunlarının kaynağının kadınlar olduğunu ileri sürdüler. Büyülü düşlerle onları ayartmış, yuvalarından koparmıştık. Tıpkı erkekler gibi her zorluğa katlanıyorduk; elimizden de her iş geliyordu. İşte tüm bunlar cadılığımızın ispatıydı. Sızlanmadan tehlikelere meydan okumamız, cadı olduğumuzu gösteriyordu. Hatta birkaçı Warigia'nın okçuluktaki cadılığımızın kanıtı olduğunu söyledi. Maharetinin, öyle olmasa, yerlerde sürünen bir sakat, çivi gibi erkekleri nasıl alt edebilirdi ok atmada? Dahası, sakat biri, hiçbir erkeğin atamadığı bir noktadan ok atıp da nasıl vurabilirdi hedefi? Cadılık değildi de neydi bu? Güzelliğimiz bile büyü marifetiyle elde edilmiş bir yanılsamaydı. [s. 68]
  • Umut ve kuşku, kalplerimizi ele geçirmek için çarpışıp duruyordu. Bir tehlike mi doğdu, kuşkular hemen çoğalıyordu. Ama umut şüphenin fısıltılarına hayır diyor. Beklentiler umuda güç katıyordu. Pek çok sınavdan geçtik yol boyu; Meğer kalp ve beden sınanıyormuş, bunu gördük sonunda. Olmaya çalışmadan olamıyormuş insan. Eve döndüğümüzde on dokuzdu sayımız, olgunlaşmıştık artık. Kalplerimizde, kederle neşenin kavgasına şahit olmuştuk çünkü. [s. 107]
  • Şöyle dedi Gīküyü:
"Yaşamın bir başlangıcı hem vardır hem yoktur. Yaşamın bir sonu hem vardır hem yoktur. Başlangıç bir sondur, son da bir başlangıçtır."
Şöyle dedi Mümbi:
"Evet, başlangıç ve son birbirinin anasıdır. Bir safhanın sonu bir diğerinin başlangıcıdır. Bir şeyin sonu bir diğerinin başlangıcıdır. Bir tohumun ölümü başka pek çok tohumun doğumudur."
Şöyle dedi Gīküyü:
"Yeni bir başlangıç eski bir başlangıçtan gelir, Ki onun kaynağı da daha eski bir başlangıçtır. Başlangıç ile son arasında Küçük başlangıçlar ve sonlar bulunur, Tıpkı bir şekerkamışının kısımları gibi. Son ve başlangıç birbirini doğurur." [s. 117]

Comments