Aşka Övgü / Alain Badiou..

Muga Mag kitap kulübümüzün Şubat 2024 ayı seçkisi olarak okuduk. Ve ilk kez bir felsefe kitabını okumuş olduk. Yani kurgu olmayan, roman olmayan bir eseri tecrübe ettik. 

Dolayısıyla daha ilk satırlarından itibaren benim için zihnimi lisans günlerine götüren bir eser oldu. Aşırı derecede tetiklendim. Ve bu hâlimi yakaladığımda kendime gülmeden edemedim. Zira o dönemlerde çok zorlanarak okuduğum ve bir türlü kafama sokamadığım kitaplar olarak yer demişti bu tarzdaki eserler bir şekilde zihnime. O blokajların etkisiyle birkaç sayfayı döne döne okuyarak kendimi anlamaya zorlayıp ilerlediğimi itiraf etmeliyim.

Ancak tabii ki muhtemelen hem bir ders kitabı olmaması, hem de konunun aşk olması nedeniyle ve tabii aradan bunca yıl geçmiş beyin yollarımın da gelişmiş etkisi ile :) çok daha anlaşılır bir anlatıma kavuştu oraları atlattıktan bir süre sonra benim için. 

Bu bağlamda aşk üzerine yazılmış bir felsefe kitabı da okumak çok keyif verdi açıkçası. Farklı nöronlar çalıştırdığımı çok bariz hissettim. 

Özellikle de kitaba ismini verdiği üzere, yazarın; nedense alışa geldiğimiz üzere aşkı genelde yeren felsefik metinlerden uzak olarak, anlatımını aşka övdü üzerine kurmuş olması beni çok sevindirdi. Bu yüzden de birçok yeri çizmek ve yazarlara aynı paralelde fikirlere sahip olduğumu görmek çok sevindirdi. 

Kısa olması nedeniyle de kolay okunan ve akıcı ilerleyen bir kitaptı, en azından kendi adıma. Dolayısıyla siz de arada kurgudan uzaklaşıp bir felsefe kitabı elinize almak isterseniz, hele ki hazır 14 Şubat yeni geçmişken, -geçtiğimiz senelerde yayınlandığı için aslında bir anlamda yine de taze olan bu kitaba bir şans verebilirsiniz diye düşünüyorum. Sonuç itibari ile (son siyaset bağlantılı kısım – o da Fransız politikasından çok haberdar olmamam bağlamında-) benim hoşuma gitti.

  • Felsefe onunla ilgilenen kişiden bilgin, sanatçı, militan ve aşık olmasını bekler. Ben bunu felsefenin dört ‘koşul’u olarak adlandırıyorum. Ordu, Ulus ve Devlet yerine adına aşk denen o kozmopolit, bulanık, eşeyli, sınırları ve toplumsal durumları hiçe sayan gücün kutlanmasına seviniyordum. [s. 11]
  • Güvenlikçi aşk, ana ilkesi güvenlik olan her şey gibi, iyi bir sigortası, iyi bir ordusu, iyi bir polisi, iyi bir kişisel zevk psikolojisi olan için risksizlik anlamını taşır, tüm risk karşısındakinin üstüne yıkılır. [s. 17]
  • Sadece karşılıklı olarak yarar sağlayacak bir değiştokuş olarak düşünülmezse ya da kar getiren bir yatırım gibi önceden uzun uzadıya hesaplanmazsa, aşk gerçek anlamda rastlantıya duyulan güven halini alır. [s. 23]
  • İşte aşktaki karşılaşma budur: Ötekini olduğu haliyle sizinle birlikte var etmek için, ona doğru atılırsınız. [s. 24]
  • Varoluşsal bir öneridir o: Salt sağ kalma itkimden ya da iyice anlaşılmış çıkarımdan farklı bir yöne kayan bir bakış açısıyla, bir dünya kurmanın önerisidir. Burada ‘kurma’ sözcüğünü ‘deneyim’in karşıtı olarak kullanıyorum. Sevdiğim kadının omzuna yaslanıp, örneğin dağlık bir bölgede akşa­mın dinginliğini, sarılı yeşilli çayırı, ağaçların gölgesini, çitlerin ardında kımıldamadan duran kara somaklı koyunları ve kayalıkların arkasında yiten güneşi görüyorsam ve onun yüzü aracılığıyla değil de şu haliyle, dünyanın içinde sevdiğim kadının da aynı dünyayı gördüğünü, bu özdeşliğin dünyanın parçası olduğunu ve aşkın tam o anda özdeş bir farkın çelişkisi olduğunu biliyorsam, işte o zaman aşk vardır ve daha da var olacağına ilişkin umut verir. [s. 26]
  • Aşk her zaman dünyanın doğuşuna tanık olma olasılığıdır. Kaldı ki bir çocuğun doğuşu da, aşkta gerçekleştiyse, bu olasılığın örneklerinden biridir. [s. 26]
  • ... aşk tam da bir bölünmeyi işlediğinden, o iki'nin kendini göstereceği, olduğu haliyle sahneye çıkacağı ve dünyayı yeni bir biçimde sınayacağı anda, ancak rastlantısal ya da olumsal bir biçime bürünebilir. İşte buna karşılaşma denir. [s. 29]
  • İki farkın karşılaşması bir olaydır, olumsaldır, şaşırtıcıdır, yine tiyatro alanından bir sözle ‘aşkın sürprizleri’dir bu. [s. 30]
  • Kanımca, ona güçlü bir sanatsal mit olarak bakmalıyız, ama aşk üstüne gerçek bir felsefe olarak değerlendirmemeliyiz. Çünkü aşk yine de dünyada meydana gelir. Önceden kestirilemeyecek, dünyanın yasalarına göre hesaplanamayacak bir olaydır o. Karşılaşmanın ayarlanması hiçbir şekilde sağlanamaz….. çünkü insanlar birbirlerini gördükleri anda birbirlerini görmüş olurlar, bu değişmez! Ama aşk karşılaşmaya indirgenemez. [s. 31]
  • Aşk inatçı bir serüvendir. Serüven dolu tarafı gereklidir gerekli olmasına ama inat da gerekir. [s. 31]
  • Aşk özellikle de süre içinde arkadaşlığın tüm olumlu özelliklerini kazanır. Ama aşk ötekinin varlığının tümüyle ilgilidir, bedenin teslim edilmesi de bu bütünlüğün somut simgesidir. [s. 33]
  • Evrensel olan şey de her aşkın bir değil de iki olma konusunda yeni bir gerçeklik deneyimi ileri sürmesidir. Dünyanın yalnız bir bilinçten farklı biçimde görülebileceğini ve yaşanabileceğini göstermesidir, işte herhangi bir aşk bunun yeni bir kanıtını sunar bize. İşte bu yüzden Aziz Augustinus'un dediği gibi, aşkı seviyoruz, sevmeyi seviyoruz, ama aynı zamanda başkalarının da sevmesini seviyoruz. Bunun nedeni de sadece gerçeklikleri sevmemiz. Felsefeye anlam kazandıran da bu: İnsanlar gerçeklikleri seviyorlar, sevdiklerini bilmedikleri zaman bile. [ss. 37-38]
  • Aşkı ilan etmek olay-karşılaşmadan bir gerçekliğin kurulması işine başlanmasına geçilmesi demektir. [s. 39]
  • Çünkü özünde aşk budur işte: Zaman içinde yapabildiğince gerçekleşmesi ya da gelişmesi gereken bir sonsuzluk ilanı. Sonsuzluğun bir şekilde zamana inişi. [s. 41]
  • Anda gerçekleşen bir rastlantıdan hareketle bir sonsuzluk önermesi ileri sürdüğünüz ender deneyimlerden biri. [s. 41]
  • Evet, aşktaki mutluluk zamanın sonsuzluğu karşılayabileceğinin kanıtıdır. ….. sanat yapıtlarının verdiği haz ….. aşktaki mutluluğa benzeyen kanıtlardır. [s. 41]
  • Yeni noktalar, sınavlar, dürtüler, ortaya çıkışlar vardır ve her seferinde ‘İki'nin sahnesi’nin yeniden oynanması, yeni bir ilanın sözlerinin bulunması gerekir. [s. 42]
  • Aşkta, söz konusu olan iki kişinin farklılığı özümseyip yaratıcı kılmayı başarıp başaramamasıdır. [s. 45]
  • Aşkın düşmanı bencilliktir ….. Aşkımın en amansız düşmanı, yenmem gereken düşman, öteki değil benim, farka karşı özdeşliği isteyen, farkın prizmasında süzülmüş ve yeniden oluşturulmuş dünyaya karşı kendi dünyasını dayatmak isteyen ‘ben’. [s. 48]
  • Aşk tam anlamıyla bir olasılık değil, daha çok olanaksız olarak görülebilecek bir şeyin aşılmasıdır. Var olmaya hakkı olmayan, size bir olasılık olarak verilmeyen, ama var olan bir şey. [s. 51]
  • Aşkın başlangıcı bir olanaksızlığın aşılmasıdır. [s. 51]
  • Sanat düşünce düzeninde olaya bütünüyle hakkını veren şeydir. …. Her biçimiyle sanat, olduğu haliyle olaya ilişkin büyük bir düşüncedir. [ss. 57-58]

Comments

Popular Posts