Tatil Kitabı / Mahir Ünal Eriş..

[ENG in below]

  • @MugaMag kitap kulübü Mart 2025 seçkisi.
  • Yazarla yaştaş olduğum için ve öykü de aşağı yukarı benzer yaşlardaki çocuklar nezdinde hayat bulduğundan, kaleme alınan tüm detayları bilen biri olmam bağlamında müthiş bir yakınlık hissettim.
  • Bu nedenle inanılmaz zengin bir kolektif arşiv niteliğinde olduğunu düşünüyorum. 
  • Dolayısıyla bir kurmaca olmaktan çok öte, kanımca.
  • Çok çeşitli oğlanlı kızlı pek çok çocuk aklını bu kadar bilmesi ve bu kadar güzel ifade etmesi muhteşemdi.
  • Aynı şekilde gerek Türk ebeveynlerinin gerekse de Almanya’ya göç eden ebeveynlerin zihinlerini, geçmiş travmalarını çocuklarına yansıtma şekli bağlamındaki örüntüleri üzerinden böylesi güzel ifade etmesi de hayranlık vericiydi. (despot baba, sarılmayı bilmeyen anne, yumurta kabuğu üzerinde yürüyen çocuklar, silik küçükler, sorularına cevap vermeyen büyükler ve niceleri)
  • Son olarak da öyle bir 10. bölümü var ki tüm kitap sanki ona temel oluşturacak şekilde kalemle alınmış hissiyatı uyandırdı. Müthiş etkilendim. Her şey doruk noktasına ulaştı. Yüreğimde hissettim.

Meraklısına: SPOILER 

En başından itibaren çocuğun orada kalacağını ve o şekilde büyüyüp yetişkin hâle geldiğine değin hikayesini okuyacakmışız gibi düşündüğüm için feci şekilde bana Burcu Özer Katmer’in ‘Kendine Ait’ kitabını hatırlattı. Ki eğer bence dediğim gibi olsaydı, kalsaydı; çocuk büyüdüğünde, geçmişte yaşadığı travmalar nezdinde, o şekilde bir kadına verilecekti kanımca.

Gözlerini güllerden alamıyordu çünkü. Sihre tutulmuş gibiydi. Hepsi birbirinden başka, birbirinden güzeldi bu güllerin. Bir tanesinin yaprakları sarıydı ama uçlarında sanki, kenarlarına kırmızı iğne oyası çekilmiş gibi rengi değişiyordu. Başka bir tanesi neredeyse siyahtı. Kırmızının, bordonun, morun en koyusundan karıştırıp yapılmış gibi bir siyah. Çardağın kenarına konmuş toprak saksının içindeki, cılız dalları üstünde belki onlarca, yüzlerce minik ve pembe gül taşıyordu. Güneşin beyaz güllere vurdukça onlardan akseden ışığı komşu binaların kör duvarları arasında bir cennet bağı gibi kalakalmış bu yarısı loş bahçeyi bir kat daha aydınlatıyordu. Hele iri goncalar halindeki kırmızı güller, bayram zamanları eve Türkiye'den gelen kartpostallardaki gibiydi.

Burada hayat, Almanya'daki gibi sekiz-dokuz ay süren gepgece bir kış ve evin içinde de okulda da hep aynı şeyleri yaptığı, kendini tekrar eden bir şey değildi. Orada günleri, yanlışlıkla her sayfası aynı basılmış bir kitabı okumak gibiydi. Buradaysa daha sayfanın sonuna gelmeden kitap değişiyordu. Her şey çok canlı, çok hareketli ve hızlıydı. Bir günü ötekine benzemiyordu. Almanya'da ev ve okuldakileri saymazsa bir yılda göreceği kadar insanı bu mahallede bir günde görüyordu bazen. Hem herkes gülüyordu. 

Yorgunluktan ve mutluluktan uyuyamıyordu. Panayır ona çok iyi gelmişti. Gerçekten de çok mutluydu. Bu sevinç ve coşku dolu patırtılı insanların arasında, onların sıra sıra birbirine yaslanmış gibi duran hayatlarının içinde olmak, Minever deyişlerine, dilleri dönmedikçe Münü diye çağırmalarına alışmak çok güzeldi. Kilitlenmeyen evleri, açık duran bahçe kapıları, birlikte kaynatıp birlikte yedikleri sofraları Münevver'i bir sevgi ve hafiflik duygusuyla dolduruyordu.

Yakası sünmüş, eteği sarkmış, kimi yerlerinde ufak tefek delikler, yırtıklar olan bu kıyafetleri çok seviyordu. Onlar sokak demekti, merak, eğlence ve koşuşturma demekti. 

Saklambaçta en iyi yere pusan, kemik ya da istop oynarken en uzağa kaçan, ağaçlara en iyi tırmanan, koynuna en çok erik dolduran çocuk olmak istiyordu. 

Gerçekte nasıl bir şey olduğunu ancak buraya geldikten sonra öğrendiği, ailenin yerini doldurabileceğini duyduğu, içinde sabahları kalkar kalkmaz sokağa fırlama isteği uyandıran o mucize şey.

Böyle bir sabaha uyanmıştı Münevver yine. Ekmeklerin fırının isiyle karışan muhteşem kokusu adeta gelip parmağıyla dürterek uyandırmıştı. Yatağında doğrulup havayı kokladı uzun uzun, gözlerini kapatarak. Ne kadar seviyordu bu kokuyu. Yuva diye bir şey varsa işe bu koku olabilirdi o. Münevver'in yuvası, toprak fırında pişen ev ekmeğinin kokusu olabilirdi. 

Hoşlanmak, sevmek, âşık olmak, abayı yakmak değil, "bakmak" diyorlardı buna. "Sen kime bakıyon?" diye sorarlardı. Senin gönlün kime düştü, demekti bu. Kimi görünce karnının içi bulanıyor, kimin adı geçince, kimin sesini işitip yüzünü görünce avuçlarının içi terliyor demekti.

***


[in ENG]

Holiday Book (Tatil Kitabı) / Mahir Ünal Eriş..

  • @MugaMag Book Club’s March 2025 selection.
  • Because I’m the same age as the author, and since the story comes to life through the eyes of children around our age group, I felt an incredible sense of closeness — as someone who knows all the details described.
  • That’s why I think this book serves as an incredibly rich collective archive.
  • So, in my view, it goes far beyond being just a piece of fiction.
  • It was amazing how well the author understands and expresses the minds of so many different children — boys and girls alike.
  • Likewise, the way he portrayed how both Turkish parents and those who migrated to Germany reflect their mentalities and past traumas onto their children was admirable. 
  • (The authoritarian father, the mother who doesn’t know how to hug, the children walking on eggshells, the overlooked little ones, the grown-ups who never answer questions, and many more…)
  • And finally, there’s this 10th chapter that felt like the entire book had been written to build up to it. I was deeply moved. Everything reached its climax. I felt it in my heart.

For those curious: SPOILER

Right from the beginning, I assumed we were going to read the story of a child who would stay there and grow into adulthood — and in that sense, the book reminded me intensely of ‘Kendine Ait’ by Burcu Özer Katmer. Had it ended that way — if the child had stayed — I believe he would have eventually been “given” to a woman in adulthood, shaped by the trauma he had experienced in the past.

Comments

Popular Posts