Kuvvetle Ayağa Kalkmak / Brené Brown..

[ENG in below]

  • Her gün etkisini üzerimde ışıltılarla gördüğüm sanatçının yolunda sevgili hocam Yeliz’in (Uzunoğlu) önerisiyle elime aldım ve ilk kez bir Brené Brown kitabı okumuş oldum. 
  • Adını duyduğumdan beri bir eserini okumayı çok istiyordum ve kısmet bu oldu. Ve çok da güzel oldu. 
  • Çünkü sanat hocamın önermesi bağlamında içerisindeki sanatçının yolu kitabı ile paralellik gösteren pek çok detaya* sahip olması nedeniyle kendimi çok yakın hissettim ve birçok önemli fayda kazandım.

* Tıkayıcı taşlar, yazmak-sabah sayfaları, yaratıcı edimler vd.

  • Resmen bir eşzamanlılık örneği olarak, çok uzun zamandır cevabını arasam da son dönemde frekansı yükselmiş bir şekilde olmak üzere, yardım isteme (ihtiyaç-muhtaçlık, alma-verme) konusundaki çekincem müthiş bir cevap buldu. Resmen aydınlandım.
  • Hatta sadece onun özelinde değil, üzerinde çalıştığım birçok durum (utanç-utanmak/utandırmak, sınırlar-özdeğer, yas-normalliğin, olabileceklerin kaybı vb, mükemmeliyetçilik-suçluluk, suçlama-yargı-öfke, umut, kıtlık bilinci vd.) üzerinden de çok tatmin edici temeller kazanmış oldum. 
  • Bu bağlamda söylemek ihtiyacı hissediyorum ki kitap kendi adıma en azından 6. bölümden sonra büyük bir etki kazandı. Ve dediğim aydınlanma yaşadığım 8. bölüm üzerinde de zirve yaptı. 
  • Dolayısıyla eğer başlarda içine girmekte zorluk çekiyorsanız bu yazarın bence yazım stili bağlamında olabilir, o yüzden devam edin demek isterim.
  • Özellikle halihazırda Dr. Nicole LePera’nın kurslarına devam etmem çerçevesinde anlatımları kafamda çok daha iyi oturtabildiğimi ve devamını da yapacakları sıralayabildiğimi söylemeliyim. Velhasıl ikisi arasında paralellik kurabilmek kendi adıma çok iyiydi.
  • Kaldı ki yazar da kitabın sonunda; çoklu travmaya sahipseniz kitapta anlatım yöntemlerin tek başına yeterli olmayabileceğini, ek ve daha derinlemesine destek alınması gerektiğini belirtiyor. Zira ben de dediğim gibi selfhealers kursuna devam etmiyor olsaydım kendimi ‘overwhelmed’ hissederdim diye düşünüyorum.
  • Çünkü yazar, kitabın ismini veren kendine ait yöntemi, kitabın bölümleri bağlamında detaylandırarak anlatsa da onları çoğunlukla kendi özel deneyimleri üzerinden bir öykü niteliğinde anlatarak bize sunuyor.


Ego hikâyelere sahip çıkmaz ve yeni sonlar yazmak istemez; duyguları inkâr eder ve meraktan nefret eder. Ego bunun yerine hikâyeleri zırh ve bahane olarak kullanır.

Ego da temelinde utanç olan bir sıradan olma korkusu vardır (ki ben narsisizmi böyle tanımlıyorum). Ego der ki: “Duygular ezikler ve zayıflar içindir.” Gerçekten ve kırılganlıktan kaçmak, üçkâğıtçılığının hayati parçalarıdır. Öfke, suçlama ve kaçış egonun fedaileridir. 

Bütün iyi üçkâğıtçılar gibi egolarımız da taleplerine boyun eğmeyebiliriz diye kabadayılar tutar. Öfke, suçlama ve kaçış egonun fedaileridir. 

Bir deneyimin duygusal olduğunu fark etmeye fazla yaklaştığımızda bu üçü harekete geçer. “Umurumda bile değil” demek, “İncindim” demekten çok daha kolaydır. 

Ego suçlamayı, hata bulmayı, bahane uydurmayı, inkâr almayı ve saldırıya geçmeyi sever ve bunların hepsi insanın nihai kendini koruma biçimleridir. Ego kaçışa bayılır –hiçbir şeyin etkisi yokmuş gibi, hiçbir deneyimin anlamı yokmuş gibi, hiç etkilenmemişiz gibi davranırız. İlgilenmiyormuş gibi davranır, duygularımızı belli etmez ya da onları mizahla, kötümserlikle değiştiririz: Neyse ne. Kimin umurunda?

Fedailer başarılı olduğunda –öfke, suçlama ve kaçış gerçek duygusallığı, hayal kırıklığını ya da acıyı kapıdan kovduğunda– egolarımız istedikleri gibi üçkâğıt yapmakta özgür kalır. 

Genelde ilk üçkâğıt “duygusal kontrol”e sahip olmadıkları için diğer insanları ezip utandırmaktır. 

Hepimizin içinde utancı tetikleyen en yaygın mesajlardan ikisi “hiçbir zaman yeterince iyi değilsin” ve “kim olduğunu sanıyorsun?“dur. 

Bu insanlar diğer insanların ellerinden gelenin en iyisini yaptığını varsayarlar ama aynı zamanda ihtiyaçları olan şeyleri talep ederler ve saçmalıklara katlanmazlar.

Bu, sınır koymaktan daha kolaydı. Sevilmek istediğinizde ve rahat, eğlenceli ve esnek olmaya azimli, insanları hoşnut etmeye bayılan biri olduğunuzda sınır koymak zordur.

Sınır koymak hangi davranışların sakıncasız, hangilerinin sakıncalı olduğunu açıkça belirtmektir. Bütünlük bu sorumlulukta çok önemlidir, çünkü sınırları bu şekilde koyarız ve nihayetinde kendimizi de, diğerlerini de o sınırlara saygı göstermekten sorumlu tutarız. Bütün olma kavramının verilerde gördüklerimi yansıtan, halihazırda var olan bir tanımını bulmaya çalıştım ama bulamadım. O yüzden sizinle kendi tanımımı paylaşıyorum:

Bütün olmak konforun karşısında cesareti seçmektir; eğlenceli, çabuk ya da kolay olanın karşısında doğru olanı seçmektir; ve değerlerimizi yalnızca dile getirmek yerine onları uygulamayı seçmektir.

Bizim için neyin kabul edilebilir, neyin edilemez olduğunu Vo açıkça ortaya koyma cesaretini, insanların in ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını varsayma merhametiyle birleştirdiğimizde hayatlarımız değişecek. Evet, sınırlarımızı ihlal eden insanlar olacak ve bu, o kişileri davranışlarından sorumlu tutmaya devam etmemizi gerektirecek. Ama bütünlüğümüzden ödün vermeden yaşadığımızda, hayal kırıklığı ve içerleme hislerinin altında ezilmeyiz; sınırlarımızı onurlandırmaktan gelen özsaygı bizi güçlendirir.

Ninem gerçeği biliyordu: Her şeyi yalnız yapmak zorunda değiliz. Bunun için yaratılmadık.

Ninemin banyosundaki o ânı düşününce, neden gözlerimi kaçırdığımı çok iyi anladım. Kendim muhtaç olmaktan o kadar korkuyordum ki ihtiyacın gözlerinin içine bakamıyordum.

Yardım etmek cesurca ve merhametlidir, insanın her şeyi kontrol attığında tuttuğunu gösterir. 

Yardım istemek zayıflık alametidir.

⁃ Kendini yardıma ihtiyacı olduğu için yargıladığında, vardım ettiğin diğer kişileri de yargılamış olursun. Yardım etmeye değer biçtiğinde, yardıma muhtaç olmaya da değer biçmiş olursun.

⁃ Kişisel değerini yardımcı olmaya bağlamanın tehlikesi yardım istemen gerektiğinde utanmaktır.

⁃ Yardım teklif etmek cesurca ve merhametlidir ama yardım istemek de öyledir.

Yardım etmek insanı zaman zaman kırılganlaştırabilir ama yardım istemek her zaman kırılgan olmayı göze almaktır.

İşi batırdım (suçluluk) ile başarısız biriyim (utanç) arasında dağlar kadar fark vardır. İlki kusursuz olmayan insanlığımızı kabul etmektir. İkincisiyse kendi varoluşumuz üzerine bir ithamnamedir.

Mükemmeliyetçilik sağlıklı bir çaba değildir. Kişi o zaman kendisine, ‘Nasıl en iyi halime dönüşebilirim’, diye sormaz. Onun yerine, ‘Millet ne düşünür’, diye sorar. 

… suçlamayı, ‘rahatsızlık ya da acıdan kurtulmak için kullanılan bir öfke şekli’ olarak düşünürüz.

⁃ … özellikle üzerinde güç sahibi olduğumuz insanlara karşı tehlikeli oluruz.

⁃ … mantıklı olmasına da gerek yoktur.

⁃ Bunu yapmak bize sadece bir rahatlama ve kontrol hissi yaşatır.

⁃ … kontrol etme ihtiyacı o kadar güçlüdür ki..

Kusur bulmak bizi aldatarak her zaman suçlanacak biri olduğuna, bu yüzden de sonucu kontrol etmenin mümkün olduğuna inandırır.

… çoğu zaman suçluluk sandığımız şey aslında yeterli olmama utancı ve korkusudur. 

Mesuliyet, kendimizi ya da başka birini belirli hareketlerden ve bunların sonuçlarından sorumlu tutmaktır. 

Diğer yandan suçlama yalnızca öfkeden, korkudan, utançtan ya da rahatsızlıktan kurtulmanın hızlı, yüzeysel bir yoludur.

Ana Öğrenim: Utanç gücünü konuşulmamaktan alır. O yüzden mükemmeliyetçilere bayılır sesimizi kesmek çok kolaydır. Utanç hakkında, onu adlandıracak ve hakkında konuşacak kadar çok farkındalık yaratırsak onu adeta sakat bırakmış oluruz. Işığa maruz kalmak nasıl Gremlinler için öldürücüyse dil ve hikâyeler utancı ışığa çıkarıp yok eder.

***

[in ENG]

Rising Strong / Brené Brown..

  • I picked up this book upon the recommendation of my dear teacher Yeliz (Uzunoğlu), someone who walks the artistic path I witness shining through in my own life every day. And with that, I read a Brené Brown book for the very first time.
  • I had been wanting to read one of her works ever since I first heard her name, and this was the one fate brought my way. It turned out to be a wonderful match.
  • Because it was recommended by my art teacher, and since it shares many parallels with The Artist’s Way, I felt deeply connected to it and gained many valuable insights.

(Creative blockers, morning pages, artistic practices, etc.)

  • In fact, in a perfect example of synchronicity, I found an incredible answer to a topic I’ve long been struggling with — one that has recently become even more intense: the hesitation to ask for help (themes of neediness, giving-receiving). I genuinely felt illuminated.
  • Not only on that issue, but also through many other themes I’ve been working on — shame and shaming, boundaries and self-worth, grief and the loss of what could have been, perfectionism and guilt, blame-judgment-anger, hope, scarcity mindset, and more — I found deeply satisfying foundations.
  • So I must say: for me, the book became truly impactful starting from Chapter 6. And the “epiphany” I mentioned reached its peak in Chapter 8.
  • Therefore, if you find it hard to get into at first, I’d suggest giving it a chance — the challenge might come from the author’s unique writing style.
  • Especially since I’m currently enrolled in Dr. Nicole LePera’s courses, I was able to digest the content more clearly and even map out next steps for myself. Being able to draw parallels between the two felt incredibly valuable.
  • Moreover, the author herself notes at the end of the book that if you have complex or multiple traumas, the tools described in the book may not be sufficient on their own — and that deeper, additional support might be necessary. And I agree — had I not been attending the SelfHealers course, I likely would have felt overwhelmed.
  • Although the author presents her method (after which the book is named) chapter by chapter, she shares it mostly through her personal experiences in the form of storytelling.


Comments

Popular Posts