Salkım Sokak no. 3 / İclal Aydın..
- MugaMag kitap kulübü Eylül 2024 seçkisi.
- Yine aynı kitap kulübümüzde birkaç sene önce yazarın kitabını okumuş ve kendisi ile Zoom toplantımızda sohbet etme imkanı bulmuştuk. Bu da yeni çıkan son kitabı olarak ikinci buluşmamız oldu.
- Bu bağlamda Salkım Sokağı daha çok beğendiğimi söylemeliyim. Tabii Yugoslavya göçmeni bir annenin ve Girit kökenleri olan bir babanın kızı olarak, ayrıca Bornova’da ikamet eden benzer yakın yaşlardaki bir İzmirli olarak sanırım kitabı çok daha kendime yakın bulmam normal :-)
- Bir de şöyle bir itirafta bulunmam gerekirse; kitabın açıkçası ilk üç bölümü benim açımdan çok detaylı ve uzun geldi.
- Ki bu bağlamda kitabı ‘klasik roman giysisi içindeki bir çağdaş roman’ olarak değerlendirdim.
- Dolayısıyla 4. ve 5. bölümdeki -ki özellikle 4. bölümdeki- mektup, benim için kitabın en önemli ve güzel kısmı oldu. Çok etkileyici buldum. Sırf o mektup için kitabın sonuna kadar okunabileceğini düşündüm açıkçası.
- Bu minvalde ilk üç bölümü ve genel olarak kitabın tamamını, aslında toplumsal hafızanın kayıt altına alınmasının bir örneği olarak da değerlendirdim. Çünkü ben bunları onları yaşamış bile olarak hatırlıyorum, ancak benden hemen bir sonra gelen neslim dahi bunların hiçbirini bilmediğini çok net görüyorum. Ve fakat çok kıymetli detaylar olduğu için de somut olarak yazıya dökülmesinin bu anlamda önemli ve değerli olduğunu bir diğer itiraf olarak belirtmemde fayda var.
- Diğer taraftan ifade ettiğim gibi yaşamış biri olarak karakterlerin duygu durumlarının da yazım bile çok iyi aktarıldığını düşündüm.
Mesela “Şimdi evde olurdum ne güzel. annem mutfaktan, “yemek hazır” diye bağırırırdı. Babam pijamalarını giyip masaya otururdu.” cümlelerini okuduğumda gözlerim dolarak hüzünlendim; fakat “Bütün evler o kadar doluydu ki nasıl seyredecektik?”i okuduğumda da dolucasına tebessüm ettim.
- Özetle çağcıl, toplumsal yaşanmışlıklarla bezenmiş, yakın çağımıza ışık tutan bir eser olarak, özellikle belki de o dönemi benim gibi yaşamış olanların nostalji duygusuyla okuyabileceği yepyeni bir roman var karşımızda.
Martısıyla, deniziyle, güneşi, meltemi, imbatı, akşam göğü kaplayan gurubun rengiyle, bir yürüyüşte ulaştığın çarşısıyla, farklı kültürlerden gelenlerin hoşgörü ve saygı içinde bir arada yaşayabilme becerisiyle İzmir'deydik, evet.
Ama biz aslında bir geçmişi ardında bırakıp, göçtüğü yeri yeni vatanına dönüştürenlerin "harikalar dünyası"ndaydık…
Anlamak... Ne kadar kolay görünür ama insanın en kabiliyetsiz olduğu fiillerden biridir. Anlamak, üst üste binmiş bir dolu filtreden bir gerçeği sağ çıkarmaktır.
Bütün kelimeler toparlanıp kenara geçmiş, hah, hadi bakalım, şimdi topla toplayabilirsen dağıttıklarını, bizden bu kadar, diyerek kollarını kavuşturmuş, bana bakıyorlardı.
Böyle olurdu zaten. Hayatımda bir bölüm sonu, paragraf başı, altı çizilecek bir cümle söz konusuysa eğer, bir şarkı çıkagelirdi aniden. "Çok gecikmedim umarım" telaşıyla ortamın, mevzunun akışına uygun bir biçimde yerine yerleşen bir karakter olurdu âdeta. Baştan sona akmasa da, ses çok net olmasa da, bazen yoldan geçen bir arabanın içinden, bazen açık bir pencereden kendini duyurur ve hatıralarımın içindeki özel yerini alırdı.
Şarkılar bu yüzden tıpkı kokular, tatlar gibi tamamlayıcı ve tetikleyici oldu ömrüm boyunca. Anılarımın içinde gruplar halinde yaşadılar hep.
Bazen olmaz. Sonraki tüm ihtimallerden birinin doğuşudur bu.
Comments
Post a Comment