Annelerin Kutsal Pazarı / Graham Swift..

Kent Kabilesi online bibliyoterapi atölyesi Ekim 2024 kitabı.

Blogumu takip ediyorsanız artık bildiğiniz üzere bu paylaşımımı, atölye buluşmasına katılmadan önce yazıyorum. 

Ve bu bağlamda, analizinin hangi boyutta ele alınacağını bilmesem de bu kitabı çok beğendiğimi ve severek okuduğumu ilk etapta söylemek isterim. [Ek: Tabii ki yine bambaşka bir boyuttan ele alındı ve daha da hayran kaldım kitaba.]

Aslında şöyle genel itibari ile bakıldığında çok sade, naif ve kendi hâlinde bir kitap olduğunu söyleyebilirsiniz. 

Ancak okurken kesinlikle bambaşka hissettim; 

çok enteresan noktalara yaptığı öylesi yaratıcı bulduğum sürprizli vurguları,

bence yine çok yaratıcı bir şekilde hikâyenin içine yedirmesi ve 

merakı her daim canlı tutması çok keyifliydi. 

Ve bu canlı tutuş, sayfaları çabuk çabuk atlamayı da getirmiyordu.

Yine en azından kendi adıma, sindirerek ilerlemek ve o her biri özenli kelime ile cümlelerin hakkını vererek okuyup o düğümlerin çözüldüğü anlara varma yolunu tercih ettim. 

Ki şu yorumlar bu iki durumu şahane ifade ediyor:

“… ürkütücü, törensel bir ritme sahip olmasına rağmen, aynı zamanda yeni bir duygusal yoğunluğa sahip.” (Michiko Kakutani, The New York Times)

“… zamanla açığa çıkan itiraflar ve anılarla karmaşıklığını arttırıyor. Sınıf ve eğitim gibi “imkânsız engelleri” aşmanın ötesinde; kitapların yanı sıra kelimeleri, dili ve bir ses bulmaya yazılmış bir aşk şarkısı.” (Heller McAlpin, NPR)

“Gerginlik doğal bir şekilde inşa ediliyor ve her sayfada anlam kazanılıyor.” (Leo Robson, Financial Times)

Dolayısıyla tam bir yazar kitabı geldi benim için ve hayran bıraktı kendisine beni.

Meraklısına:  Roman, 2021’de sinemaya da uyarlanmıştır.

Meraklısına 2: Ve Funda Hanım’ın toplantıda aktardıklarıyla bambaşka bir çehreye kavuşan kitaba dair notlarım ise şu şekilde.

Kitabın temeli Joseph Conrad’ın felsefesi üzerine kurgulanmış. 

Bu bağlamda yazar bizden toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamamızı istiyor. 

Victoria dönemi ahlaksal anlamda en katı dönemi olarak yer alıyor İngiltere’nin.

Joseph Conrad gelenek dışı modernist yazarlardan biri olarak yer alıyor. Bu bağlamda gelenekten kopuş öykülerini anlatan ve 19. yüz yıl değerlerinin nasıl parçalandığını gösteren bir yazar.

Kitapta kahramanımızın son kertede yazar olması; (toplumun, victor dönemden) modern topluma geçtiğini kanıtı olarak yer alıyor.

Erkeğin evden çıkarkenki hazırlanma sürecinin olabildiğince uzun olması da -> aynı şekilde erkeğe dair toplumsal rollerin değişiminin bir göstergesi olarak söz konusu.

Joseph Conrad’ın kitapları, eril maceraların eleştirisi olarak yer alıyor. 

Bu bağlamda kitaptaki kadın kahramanımız hayli eril bir yapı sergiliyor, zira uzun bir sanayi devrimi geçmişi söz konusu.

Roman, tekdüze ve istikrarlı bir orta sistem oluşturma romanı.

Kitapta çalışan personel sayısının azalması da yine değişimin bir göstergesi olan detay.

Maneviyatçılık kavramı 18. yüzyılın başı itibari ile ortaya çıkan şahsi ahlakın belirginleşmesi bir sonucu. 

Maneviyatçılık hem bağımsız hem de birbirine bağlı bir ilişkisi olma halini ifade ediyor. 

Erkek kahramanın ölümü = Victorya erkeğin ölümü.

=> bununla birlikte; eyleme dayalı, savunma odaklı, geleceğe yönelik, tahmin ve buluşlardan yana olan eril bedenin doğumu. Aynı şekilde erkek kahramanın hazırlanırken feminen oluşu yani eril‘den çıkışı -> bu dönemdeki cinsiyet rollerinin de değişiminin işareti.

Dolayısıyla cinsiyet rollerinin şu an o dönemden farklı olmasının ilk gözlemlendiği dönem, bu dönem.

Sadece baş karakter değil kitaptaki tüm erkekler daha dişil. 

Ancak bununla birlikte baş karakterde de olduğu gibi feminenleşse de fikirleri Victorya dönemin kimlere uyuyor. Örneğin; kadın ile kitaplar hakkında konuşmaması.

Kitaptaki kadının da erkeğin de doğal sevme becerisinde bir sorun var. Ki bu sorunlar, ruhsal sorunlara yol açarlar. 

Doğal sevme kapasitelerinin yokluğu, toplumun ruhsal bozukluğunu da gösteriyor.

Savaş -> zorunlu görev ahlakı olmadan ortaya çıkan bir şey. 

Doğal cinsellik yaşanmadığı için söz konusu sahne o kadar uzun.

Toplum içine karışırken, cinsellik yapı bozumuna uğruyor. 

Nevrotik has kaygısı, otoriter diktatörlüğün temelini oluşturuyor. 

Kadın kahramanımız aslında özgürlüğe gidiyormuş gibi görülüyor; ancak 80 yaşındaki bir erkekle evleniyor. Bu anlamda ataerkili temsil ediyor, evrim spiralini.

Çaresizliğin içinde nevrotik bir isyan da vardır. Örneğin, evde çıplak gezmesi. 

İnsan  içindeki canlıya sosyal ekonomik anlamda yabancılaşma yaşıyor.

giyinmek= ataerkillik

Aynı şekilde kitapta sürekli erkek karakter üzerinden bir çocuksuluğu meşrulaştırma söz konusu (kıyafetlerini atması, hiçbir şeyi toplayıp temizlememesi vb.). 

-> bu da yine ataerkilliği gösteriyor. 

Ve bu da => 

yabancılaşmanın en uç noktası aslında.

Özellikle sanayi devrimi sonrasında;

•doğal sevgi anlayışı kayboluyor,

•otoriter aile geliyor,

•cinsellik görmezden geliniyor.

Zira içgüdüsel ahlak ile kültür ayrılıyor. 

Cinsel tatmine izin vermedikçe, insanın içindeki çelişki devam ediyor.

Bu kapsamda; kadın kahramanın yazar olması, üretimde bulunması, ahlakın dışında kalması, yaratıcılığını ortaya koyabiliyor olması -> hepsi toplumsal cinsiyet rollerinden farklı yaşaması nedeniyle yaptığı edimler olarak ortaya çıkıyor.

Cinselliğin olumsuzlanması = yaşamın olumsuzlanması

Dolayısıyla kadının genel ahlaktan farklı olarak cinselliğini yaşaması, yaratıcılığını da kullanabilmesini getiriyor. -> Bu nedenle uzun bir yaşamı olmasına vurgu yapılması da oradan kaynaklanıyor. 

Cinselliğini yaşaması, yaşama arzusu kazanmasına yol açıyor.

Öyle ki faşist yönetimlerin ilk işi her zaman, bedenin kullanımını bastırmaktır.

Zira baskılama, diktatörlüğün kurulması demektir. Otoriteye pasif bağımlı bireyler kılma arzusu söz konusudur. 

Bu nedenle postmodernizm, o yaratılan illüzyona bir tepkidir.

Çünkü modern toplum bedeni ikili bir ahlakı, insana sahtekarlığa dönüştürür. Bu ise doğal ahlakın en büyük düşmanıdır. Doğal yaşam sürecinin işlemesi olan doğal ahlak engellenir. Ve bu düşünce (yani doğal ahlak değil de, toplumdan gelen ahlak) hastalıklı bir düşüncedir.

Gerçek özgürlük aslında; hiç kimse olmamayı başarabilmek, tüm sıfatlardan kurtulmaktır.


Burayı da "envanterine" dahil edebilir miydi? Ya da en azından onun için aniden kalabalıklaşan varlığını, içindekilerin çeşitliliğini bir şekilde hafızasına alıp muhafaza edebilir miydi? Bir daha asla burada bulunamayacağı düşünülürse. 

Ansızın, içini beklenmedik bir özgürlük duygusu kapladı. Hayat yeni başlıyordu; sona ermiyordu, ermemişti. Onu sarıp sarmalayan bu mantıksız dönüşümü asla açıklayamayacak ya da açıklamak durumunda kalmayacaktı. Gün adeta tersyüz olmuştu; sanki geride bıraktığı şey kaybolmamış, bir evin içine hapsolup gömülmemişti. O şey, bir şekilde (dışarıya akarak) soluduğu havaya karışmıştı. Bunu hiçbir zaman açıklayamayacak ve o günün nasıl olup da tersyüz olduğunu keşfettiği anda dahi o güne dair hislerinde herhangi bir azalma olmayacaktı. Hayat nasıl hem bunca acımasız hem de bunca âlicenap olabiliyordu?

Önce son sürat pedal çevirip, sonra pedal çevirmeden gider, ardından da kademeli olarak hızlanırken, tekerleklerin vınlayışını, havanın, saçlarının, kıyafetlerinin hatta neredeyse damarlarının içini dolduruşunu hissetti. Damarları şarkı söylüyordu; şiddetle esen rüzgâr ağzını kapatmasa o da söyleyecekti. Duyduğu o katışıksız özgürlüğü ve dört nala koşan her şey mümkün hissini asla açıklayamayacaktı.

Yazar olmak, yaşamda sizi gözlem yapmayı meslek edinmiş biri haline getirdiğinden, sizi içeriyi görebilmeniz için dışarıda konumlandırıyordu.

Yazar olacaktı ve yazar olduğu için devamlı surette kelimelerin hercailiğiyle kuşatılmış haldeydi ya da belki de tam bu yüzden yazar olmuştu. Hayır, bir kelime, bir şey değildi. Bir şey, bir kelime değildi. Fakat her nasılsa bu ikisi -iki şey- birbirinden ayrılmaz hale gelmişti. Her şey muazzam bir uydurmacadan mı ibaretti? Kelimeler, dünyayı sarmalayıp ona gerçeklik atfeden görünmez bir deri gibiydi. Yine de kelimeleri çekip aldığınızda dünyanın var olmayacağını, gerçek olmayacağını söyleyemezdiniz. En nihayetinde, şeyler kendilerini ayırt eden kelimeleri, kelimelerse her şeyi kutsayabilir gibiydi.

Comments