Kamelyalı Kadın..

Ve Efes Kültür Yolu Festivali kapsamında daha önce izlemediğim bir diğer devlet opera ve balesinin eserini izleme şansı buldum. AntalyaDOB’un sahneye koyduğu Kamelyalı Kadın (La Dame aux Camélias) balesi vesilesiyle İZDOB’um dışında ikinci kez başka bir DOB gördük. (Böylece kaldı üç :-))

Farklı bir kuruluşun eserini izlediğini özellikle belirtiyorum çünkü gerçekten her bir anı ile o farklılığı ilk kez belirgin bir şekilde hissettiğimi söylemeliyim. Yani demem o ki izlediğimin, farklı bir oluşumun eseri olduğunu, enteresan bir şekilde çok net algıladım. Tabii ki canım İZDOB’umun yeri benim için ayrı ve kendimi çok daha yakın hissediyorum ona ancak ifade ettiğim bu farklılığı, iyi veya kötü olarak değerlendirmenin ötesinde belirtmek istedim. Çünkü bu, böyle bir kıyaslama yapmanın dışında bir durum ve çok hoşuma gitti. Demek ki mekânın, kuruluşun, çalışanların ve tabii ki tüm dansçıların yarattığı havayla, tabiri caizse oraların havasıyla suyuyla ortaya konan esere ve temsile katılan var mı ortada. Ve bu şahane bir şey kalımca. 

Tabi bu minvalde söz konusu olan yer Antalya. Antalya’nın kendine özgü  nitelikler, koyduğu esere de doğal olarak yansımış ve bu, belirgin bir fark yaratmış. Ve de bir izleyecek olarak bir bale eserini böyle farklı bir bakış açısıyla (alışılageldiğimin dışında) izlemek çok keyifliydi. İnanılmaz zevk aldım açıkçası.

Hele bir de ilk sahneye konduğu yıldan 175 yıl sonra (1848) bir eseri* sahnede izlemek zaten hâlihazırda tüyleri ürpertici bir etkiye sahip, en azından kendi adıma.

Dolayısıyla özellikle de ikinci perdenin son iki sahnesi (bilgilendirme metninde tablo altı ve yedi olarak geçen) çok etkileyiciydi. Başroldeki çiftimizin performansları ve bence o iki sahnede doruk noktasına ulaşan tiyatral aktarışları muhteşemdi.

[Sürprizi kaçırmak gibi olmasın ancak Armand ve Marguerite’in son balodaki dans edişleri, Armand’ın sonraki sahneye hışımla girişi ve Marguerite’in Armand’ın kollarındaki epik duruşu harikuladeydi.]

Tam bu noktada belirtmem gerekir ki ‘Kamelyalı Kadını’mız Marquerite Gautier’e hayat veren Iaroslava Volkova ve büyük aşkı Armand Duval’ı canlandıran Tolga Burçak gerçekten de inanılmaz uyan karakterler olarak yer alıyordu. Gerek fiziksel olarak gerekse performe ediş tarzları olarak birebir çiftemize uyduklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

Aynı şekilde, birçok sahnede yer alan tüm diğer balet ve balerinler de bir o kadar etkileyici performanslarıyla çok güzeldi. Bu bağlamda her zaman olduğu gibi muhteşem kostümlere değinmeden geçemeyeceğim. (Broşüründen okuduğum diyemiyorum çünkü ne yazık ki basılı bir broşürü dağıtılmadı. [kendi yaptığım için tık tık] O yüzden) Sonrasında internet üzerinden edindiğim bilgilerden öğrendiğim üzere; 2 perdelik balenin kostüm tasarımı Neslihan Gazal Erten, ışık tasarımı Fuat Gök ve dekor tasarımı da alanında duayen Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin eski baş dekoratörü Savaş Camgöz imzasını taşıyor imiş. Özellikle her bir detayıyla ışıl ışıl güzellikte olan kadın dansçılarımızın kostümleri o kadar büyüleyiciydi ki ‘ekip Antalya’ya dönebilir ancak kostümleri bize bıraksınlar’ diye içimden geçirdim resmen :-)

Bunun yanı sıra balenin müziklerinin ise; Giuseppe Verdi'nin bilinen eserlerinin yanı sıra Türkiye'de daha önce hiç icra edilmemiş eserlerinden de seçilerek Tolga Taviş tarafından düzenlenmiş. Ki bence bu eserin kalitesine ekstra bir orijinallik katmıştı kanımca. Zira o da belirgin bir şekilde çok etkileyiciydi. Ve yine ikinci perdenin başlangıcındaki melodiler, net harikuladeydi.

Özetle daha önce İZDOB’un Francesco Maria Piave’nin librettosundan sahneye koyduğu 4 perdelik La Traviata operasını izlediğim, Alexandre Dumas fils’in ilham kaynağı aynı adlı romanının, bu sefer koreografisi ve librettosu Volkan Ersoy ve Armağan Davran’a ait bir de bale versiyonunu izlemek çok güzeldi. Zira kendilerinin imzasını taşıyan, daha önce izlediğim birbirinden harika eserlerine bir yenisini daha eklemek harikaydı.

Dolayısıyla ayrıca belirtmek isterim ki; konu bazında benzer minvalde ilerliyor olsa da, sahneye konan kısımların aktarılış anlamında farklılaştığını eklemek isterim. Kendi adıma en belirgin fark ise La Traviata operasının girişi ile birlikte oldukça ihtişamlı bir balo sofrasına konuk olurken; balede sahne, ilham olan kaynak romanın yazarının hüzünlü bir prologu ile perdeyi açıyor. Tabi bunun bir bale olması bağlamında da ziyafet masada değil, balo salonunun ortasında gerçekleşen büyük ve  uzun bir dans ziyafeti şeklinde arz-ı endam ediyor. 

❣️ Bu arada denk geldiğim çok keyifli iki bilgiyi de paylaşmadan geçmek istemiyorum.

-Bunlardan biri yine Kamelyalı Kadın adıyla 1957’de Çolpan İlhan’ın başrolünde oynadığı bir Türk filminin var olduğunu yeni öğrendim. 

-Ayrıca hâlen en çok sevdiğim ve beğendiğim filmler arasında yer alan 2001 yapımı, Baz Luhrmann’ın o muhteşem görsel şöleni Moulin Rouge!’un da bir Kamelyalı Kadın film versiyonu olduğunu daha yeni öğrendim.

*Her ne kadar 1848 basımlı Dumas’ın romanının ilk sahne prömiyeri 1852 yılında Paris’te Vodvil Tiyatrosu’nda ve Verdi’nin La Taviata operasıyla müziğe uyarlanışı da beş yıl sonra 1853’te gerçekleştirilmiş olsa da (ve sonrasında daha çok opera versiyonuyla seyirci karşısına çıkmış olsa da) ilk bale versiyonu ancak 1978 yılında Stuttgart balesi vesilesi ile yapılmış.

‘Lady of the Camellias’ adıyla John Neumeier tarafından uyarlanan eserin müzikleri Frédéric Chopin’e aitmiş. Ve sonrasında kurumun baş balerini olan Marcia Haydée için yaratılan eser Staatstheater Stuttgart’ta perde almış.








Comments

Popular Posts