Kanını Satan Adam / Yu Hua…
Ocak ayında şahane bir eşzamanlılık vuku buldu ve hem Muga Mag kitap kulübü hem Be Water Kafe bibliyoterapi atölyesi kapsamında aynı kitap denk geldi. Ve ‘Günler, Aylar, Yıllar’ isimli kitaptan sonra (eğer doğru hatırlıyorsam) ikinci okuduğun Çin edebiyatına ait eser oldu Kanını Satan Adam. (Ki Çinçe’deki tam karşılığı hangisi bilemiyorum ancak İngilizce adı olan ‘Chronicle of A Blood Merchant’ ifadesinin çoook daha güzel ve uygun olduğunu düşünüyorum :))
Aslında yazar Yu Hua en çok Yaşamak kitabıyla çok ünlü ya da en azından kendim özellikle bu kitabı üzerinden ismini çokça duydum. Ancak bahsettiğim Günler, Aylar ve Yıllar’a dair fikrim ya da daha doğrusu halet-i ruhiyem! paralelinden Kanını Satan Adam’ın da benzer bir kitap olduğu fikrinden hareketle (Yaşamak’ı henüz okumadım), sadece kulüplerimizin seçkisi bağlamında elime almak durumunda kaldım. Kaldım diyorum çünkü sanırım kendim seçecek olsaydım böyle bir tercihte bulunmazdım.
Bunun nedeni kesinlikle kitabın kötü bir kitap olduğu değil tabii ki. Sadece, eğer Jale’nin Âlemi’ni özellikle son birkaç yıldır takip ediyorsanız bilinçli olarak hüzünlü ve içimi burkan öykülerden uzak durma gayretinde olduğumu biliyorsunuzdur. Çünkü zira bu kitabın hikâyesi de böyle bir minvalde. Temel duygusu acıklı olmakla birlikte tüm eser boyunca çok fazla duygu dalgalanmaları da yaşattığını ve bu bağlamda da oldukça farklı olduğunu, aynı zamanda yine bu özelliğin kitaba dair en beğendiğim nitelik olduğunu belirtmem uygun olur sanırım.
Başlangıçta mesela, çok farklı (tabii ki) bir kültürel yaşantı ortaya konması nedeniyle olayı anlamakta ve içine girmekte biraz zorlandım. Bu bağlamda da başının biraz karmaşık ve sıkıcı geldiğini söylemem uygun olur. Sonrasında akışa kaptırınca hemen ardındaki bölümlerin hızlı aktığını ve biraz daha eğlenceli bir konseptte (kendi adıma) ilerlediğini not düşebilirim. Ardından ise hüzün hafiften hafiften artık kendine hissettirmeye başladı. Acayip zorlu bir yaşam döneminin gerçekten de yaşantılandığının bilinciyle bu kitabı okuduğum için (dediğim Günler, Aylar, Yıllar’ın bibliyoterapi kapsamındaki çalışma sohbeti bünyesinde öğrendiğim üzere*), inanılmaz zorlu yaşam koşullarında koskoca bir ülkenin geçirdiği oldukça uzun yıllar olduğunu bilmek ve bunun kurgu bir öykü üzerinden olsa bile okumak çok acıtıcıydı. Kaldı ki ilerleyen sayfalarda bu hüzün şiddetini artırarak devam etti tabii ki kitap boyunca.
[* Ki kitaba dair yabancı bir analiz yazısında tam da dediğimi karşılayan şu ifadeleri okumak yalnız olmadığımı hissettirdi:
“Baş karakter Xu Sanguan'ın birkaç on yıllık yaşamını kapsasa da, Çin'in yakın tarihi kadar olaylı ve karmaşık değildir Kanını Satan Adam kitabı. Mao'nun Çin'i ve onun birçok trajik anı anlatıya gömülüdür, ancak bunlar hiçbir zaman tam anlamıyla, en azından herhangi bir şekilde derinlemesine ele alınmamıştır. Örneğin, Büyük Kıtlık ve Kültür Devrimi hakkında önceden bilgisi olmayan okuyucular burada fazla bir aydınlanma bulamayacaklardır. Yine de bu olayların sıradan Çinli aileler üzerindeki trajik etkilerini anlayacaklardır.”
Sonuna doğru ise (tabii ki sürprizini kaçırmadan ifade edecek olursam) yaşama dair, klasik tabiriyle hayat dersi niteliğinde sayılabilecek vurucu ifadelere yer vermesi güzeldi. Bunlar yeri geldi direk ifadeler hâlinde, yeri geldi alt metin üzerinden okuyucunun kolayca çıkarsamada bulanabileceği şekilde bize sunuluyordu. Bütün bu ifadelerin ışığı altında da okuyucusunu (en azından kendi adıma böyle olduğu için açıkça söyleyebilirim ki) hayata/hayatı yaşamaya ilişkin düşüncelere gark etmedi değil. Bu bağlamda, özellikle son dönemin popüler ifadesiyle ifade edecek olursam, rezilyans/direnç üzerinden yani hayata karşı bir noktada direnç ya da hayat içinde karşılaşılan zorluklara karşı direnmek ve bir şekilde yaşam gücünü/enerjisini sürekli tutabilmek üzerinden bir okumaya oldukça iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Sonuç itibari ile Çin edebiyatına yakın hissediyorsunuz, zaten yazarı da kitaplarını da biliyorsunuzdur ve buna da okuma listenizde yer vereceksinizdir. Yok eğer yeni giriş yapacaklardansınız ve Çin’in vakti zamanında yaşadığı büyük açlık, sefalet, kıtlık yıllarına dair bir okuma yapma niyetinde iseniz de, bunu iyi bir edebiyat kurgusu üzerinden yapmak adına hem yazara hem de bu kitabına bir şans verebilirsiniz kanaatindeyim.
Meraklısına 1: BeWater Kafe'deki toplantımızda öğrendiğim kitaba dair notlarımı da kısa kısa maddeleştirerek paylaşacak olursam:
- Kanın bağlantılandırıldığı ilk kavram kurban olarak yer alıyormuş.
- Ve onun ötesindeki çıkışı da adak imiş. Yani yaratıcı güce bir şeyi kurban etmek ve bu şekilde de aslında o adağı ve kanı kutsallaştırmak anlamında.
- Aynı şekilde ikinci bir yön olarak da kanın, rutini devam ettirmek adına kutsallaştırılmayı sağlayan bir öğe olarak yer alması.
- Antik Çağ’dan ruhun, kanın içinde yaşadığına inanılıyor olması. O yüzden de ‘onun ruhu ben de yaşasın’ vb. amaçlar adına bir diğerinin kanının içilmesi.
- Çin kolektif bilincinde atalar farklı boyutta yaşayan varlıklar olarak değil, şu an insanlarla bir arada yaşayan şekilde kabul edilir.
- Çinliler için kan, atalarının içinde olduğu kutsal bir şeydir.
- Çin’de insan kurban etmeyi ilk yasaklayanın Konfüçyüs olması. Ayrıca kanın korunma amaçlı olarak şölen yönü olan bir adak olması.
Meraklısına 2: Kitaba dair yabancı birtakım analiz yazılarında, kendi notlarımı da pekiştiren, bulduğum birkaç ifadeyi şu şekilde maddeleştirerek aktarmam mümkün:
- Bir zamanlar geçim yolu olarak görülen kan ticaretinin, karakter tarafından bir yaşama biçimi, hayatının içsel bir ihtiyacı olarak içselleştirilmesi trajik gerçeğini burada buluyoruz.
- Roman, yalnızca sömürülen bir bedenin fiziksel duyarlılığında yatan kendi benliğinin varlığını yeniden deneyimleme konusundaki başarısız çabasıyla sona erer.
- Bu araç-sonuç geçişi aynı zamanda zamanın rol oynadığı nihilist bir yaşam görüşünü de ima eder. Önemli şeylerin anlamsızlaştığı zaman nehrinde, güç ve sağlık artık kan tüccarlarına ait değildir. (Xu Sanguan'ın kan bağları ölür veya sakat kalır. + Kan işlemlerinde güçlü bir kişi olan kan şefi Li de ölümden kaçamaz.) Geriye sadece kan işi kalıyor ve yeni nesil kan tüccarları, hayat devam ederken mesleği sürdürüyor. Bu yeni gelenlerin geleceği, Xu'nun bugününden tahmin edilebilir. Xu Sanguan bir zamanlar yaşamla ölümün sınırında mücadele etti, ama sonunda, Xu'nun umutsuzca uğruna çabaladığı çocuklar, yalnızca kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Görünüşe göre her kan tüccarını trajedi ve boşluk takip ediyor.
- Bununla birlikte, roman hayata karşı karamsar bir tavır önermez. Aksine burada önemli olan bir dayanıklılık, hayatın sadece zorluklarına değil, anlamsızlığına da göğüs gererek devam etme niteliğidir.
- Bu anlamda, Xu Sanguan övgüye değer. Ancak, o sadece sıradan bir insan, kahraman değildir. Karakterinde bariz kusurlar ve zayıflıklar var. Bazıları ona olan düşkünlüğümüzden ödün verebilirken, bazı davranışlar bizi ona yaklaştırabilir. (Ör: Bir yandan, sırf Yile'yi kendi oğlu olarak görmediği için bir kıtlık sırasında Yile'yi bir kase erişteden mahrum edecek kadar acımasızdır; Öte yandan, Yile'yi kurtarmak için kendi hayatını riske atacak kadar naziktir.) Bu roman, olay örgüsünün geliştirilmesinde Xu Sanguan'ın karakterinin bu iki tarafını dengeleme ve birleştirme konusunda başarılıdır.
- Kan tacirlerinin hikayesi gerçek bir tarihsel ortamda geçiyor ama gerçekçi bir roman olup olmadığı net değil. Bazı karakterlerin davranışları, hikayeye gerçek dışı ve karikatürize bir renk katacak kadar saçmadır. Karakterlerin diyalogları ve eylemleri inanılmaz derecede samimi, bu nedenle yazı stiline etkileyici bir saçmalık tonu veriyor. (Bir örnek, Xu Yulan'ın eski erkek arkadaşıyla nasıl seks yaptığının komik, sansasyonel açıklaması ve bunun bir tecavüz mü yoksa baştan çıkarma mı olduğu tartışmalı konusudur. Bu, Xu Sanguan tarafından, devrimci aktivistler tarafından saçma bir şekilde "fahişelik" yapmakla suçlanan Xu Yulan'ın "aile davasında" üç oğluna çekinmeden anlatılıyor. Çocukların, annelerinin geçmişine dair bu erotik detaylar karşısında hayrete düştükleri, merak ve ilgiyle inceledikleri anlatılır.)
- Öte yandan, Kültür Devrimi sırasında çok popüler olan “kamu eleştiri toplantıları”nın bir parodisi olarak, bu romandaki “aile davası” sahnesi, tarihsel hafızayı taşıyanların zihninde o kadar da absürd ve gerçek dışı değildir. o gerçek ve kabus gibi dönemin.
- Çin'in travmatik tarihsel hatıraları, hikayeyi anlamak için önemli bir arka plandır. Ancak bu roman, insanların acılarını ve felaketlerini kolay bir şekilde, Yu Hua'nın şiddet ve ölümle dolu eski eserlerinden çok daha yumuşak bir şekilde ele alıyor. Burada trajik olaylar çoğunlukla komik ve komik olarak temsil edilir. Bu özellik, romandaki her erkek kan tüccarını sürekli olarak neşelendiren bir analojide özetlenir: Kan alımından sonraki fiziksel zayıflık, kanın kendisi alınmasına rağmen, "bir kadının vücudundan yeni indikten sonraki deneyimin aynısı" olarak tanımlanır. Kitabın hemen hemen her yerinde bulunabilen, burada kara mizahlı bir şekilde kasıtlı bir acı ve zevk karışımı var. Bu bağlamda hem anlatım tarzı hem de karakterlerin tavrı: Hayatın zorluklarıyla baş etme, onu biraz daha katlanılabilir hale getirme biçimidir.
* https://literariness.org/2022/10/10/analysis-of-yu-huas-chronicle-of-a-blood-merchant/
- Yu Hua'nın karakterleri ile hikayeleri her zaman karmaşıktır ve ince nüanslarla doludur. Bu kitap bir istisna değildir. Bu hikayede mutlak kahramanlar veya mutlak iyi insanlar yoktur, ancak erkekler ve kadınlar ile onların karmaşık hatalar-iyilikler yumağı ve bitmeyen yaşam mücadeleleri vardır.
- Hikaye aynı zamanda cömertlik hakkındadır. Bir zamanlar karakterlerden birini alaycı bir kötülükle hevesle suçlayan veya omuz silken aynı kişiler, kendisi ve ailesi gerçekten umutsuz bir ihtiyaç içindeyken, aynı kişiye yardım etmek için ellerinden geleni yapmaya hazırdır.
- Ayrıca pek çok talihin tersine dönmesi de vardır: Kötü zamanlar ve trajediler sonunda herkesin başına gelir, suçlayıcılar birdenbire muhtaç hale gelir ve bir zamanlar kastettikleri kişilerin yardımına ihtiyaç duyar. Ancak Xu Sanguan'ın karakterinin ahlaki gücü, okuyucuya bu tersine dönüşlerin asla aşırı bir schadenfreude ile yaşanmadığını (veya en azından uzun sürmediğini) gösterir. Bir Konfüçyüsçü ahlakı, hikayeyi bilgilendirir. Xu Sanguan ve ailesi, kişinin her zaman nazik olmaya ve iyi bir hayat yaşamaya çabalaması gerektiğine inanıyordur; bu, tüm haklarına sahip olduğumuz kişilerden bile asla intikam almamak veya yardımı reddetmemek anlamına gelir.
- Kitap, Yu Hua'nın kontrollü, yargılayıcı olmayan, genellikle yavaş tempolu ve yine de nüanslar açısından zengin karakteristik anlatım tarzına sahiptir. (Başkalarının) trajedisi karşısında, özellikle de seçkinleri veya partiyi temsil edenler olduğunda (Kan Patronu Li'nin durumunda olduğu gibi) halkın grotesk tavrını resmetmek konusunda özel bir yeteneği vardır. Hastane, kanı kimin satıp satmayacağına, parayı kimin alıp kimin almayacağına karar veren kişi).
* https://www.giovanninavarria.com/review-yu-hua-chronicle-of-blood-merchant.html
"Mecalini sattın da ondan," Fang, "işte bu yüzden mecalin kalmamış hissediyorsun. Bizim sattığımız şey mecal aslında, biliyor musun? Siz şehirliler kan dersiniz, biz köylüler mecal deriz. Mecal iki çeşittir: Biri kandan gelir, diğeri etten. Ama kandaki mecal ettekinden daha fazla kazandırır." [s. 19]
“Bu kadar iyi şekeri kendim yersem ziyan olur, rafine toz şeker başkasına hediye edilir."
"Doğru söyledin," dedi ve paketi geri aldı. "Böyle iyi şekeri kendi başına yemen büyük ayıp olur, avucuma biraz daha dökeyim bari."
Kan alım şefi Li biraz daha şeker döküp yalamaya başladı yine. Ağzında şekerin tadını çıkarırken paketi Xu Sanguan'a doğru itti yine, Xu Sanguan da ona doğru itti tekrardan. [s. 83]
Önümüzde bizi bekleyen daha da uzun ve zor günler olacak, annenizle ben de çaresiz kaldık, tek derdimiz sizi korumak ve bu zor günleri atlatmanızı sağlamak; boşuna ‘Yeşil dağ orada durdukça yakacak için endişe etmene gerek yok' (Yaşamın olduğu yerde umut vardır anlamına gelen Çin atasözü. -ç.n.) dememişler. Tek yapmamız gereken hayatta kalmak, bu zor günleri atlattıktan sonra önümüzde bizi bekleyen upuzun ve mutlu günler olacak. [s. 118]
Doktor Chen eski Çin tibbı uzmanı, kâhin ve falcıydı. He Xiaoyong'un karısını karşısına aldı ve neler yapılması gerektiğini anlattı:
"Size bir reçete yazdım. Kullandığım ilaçlar çok değerli ama sadece vücudu tedavi edebilirler. Yani He Xiaoyong'un ruhunu tedavi edemezler, onun ruhu uçmak istiyor, uçmak isteyen bir ruhu hiçbir ilaç yerinde tutamaz. Ruh uçmak isterse önce bacadan çıkar. [s. 150]
* https://www.giovanninavarria.com/review-yu-hua-chronicle-of-blood-merchant.html
Comments
Post a Comment