Aklımda Hep Sen / Kürşat Başar..

Ve Yaz ile Bazen Unutmak İstersin adlı kitaplarından sonra sonunda yeni bir kitabını daha okuyabildik Kürşat Bey’in :* :) Çok da keyifli oldu. Şimdi efeniiim şöyle ki, her zaman dediğim gibi, yazarın tarzını / kendisini veya türün örneklerini seviyorsanız bunu da severek okuyacağınızı söyleyebilirim. Bendeniz mesela okurken karakterimiz Ebru’ya o kadar alıştım ki, bakiim bu gün neler oldu diye merakla başına geçip azar azar okudum. Hatta ortalarında öyle bir bölüm var ki, resmen saldım ve sal sümük bi güzel ağladım. E tabii beni bir yerlerinde feci gafil avlamış olmasının etkisiyle. Öyle ki, aslında anlatılan şahane anlar idi ancak onlar bende yaşanmamış-yaşanamamış anlar olarak çekmecesinde durdukları için beni feci hırpaladı ve hüzünlendirdi. Yoksa Kürşat Bey’in suçu değil :) Severim kendisini.. neyse, ‘kısmet’ diyip kapıyorum bu mevzuyu..
Özetle, romantik ve naif bir aşk öyküsü okumak isterseniz sizi soldan kalp hizasından alayım. Aa yok bende kalp yerine taş var, romantizm de ne diyenlerdenseniz de sizi sağdan da değil direk aşağıya, arza doğru uğurluyorum!
Siz aşkla kalın aşkta kalın canlar..
  • Çünkü aslında bizi yakından tanıyanlar bile gerçek hayatımızı, sayısız ayrıntıyı, gizlenmiş duyguları, unutulmuş anları, kırıklıkları, gizli mutlulukları, kaçamak bir bakışı, bir yerde rastlayıp sonra hiç görmediğiniz ama her nedense yıllar içinde ara sıra hatırladığınız o gülümsemeyi bilmiyor... [s. 47]
  • Ben aşık olmak nasıl birşey bilmiyordum. Üstelik bunu bilmediğimi de bilmiyordum. ... Birine yalnızca bakmanın, onun kokusunu hatırlamanın, gün içinde yanımdayken birşeyi söyleyiş biçiminin, elinin basit hareketinin, gömleğinin kırışıklığının, saçlarını karıştırmasının, olur olmaz anlarda yeniden aklına geleceğini bilmiyordum mesela. Ya dünyanın öteki ucundan hatta yılların içinden bile onun kokusunu duymayı? Ve bütün bunların beni garip bir biçimde heyecanlandırmış olmasını, sabahları sanki birşey olacakmış gibi uyanmamı, yüzümde durduk yerde beliren saçma gülümseyişi, birileriyle konuşurken dalıp gitmelerimi ve söylenenlerin umurumda bile olmayışını anlayamıyordum. [s. 65]
  • Kapıdan çıkmadan önce karşılıklı durduk. Birden sarılıp onu dudaklarından öptüm. Şaşkın kalakaldı sonra beni kucakladı ve öpmeye devam etti. Ve ben merak edenleri, nereye gideceğimi, nereden geldiğimi, bundan sonra olacakları hepsini unuttum... Hayır, tabii ki böyle olmadı. Bu sadece aklımdan geçti. Karşılıklı durduk, elimi sıkıp beni yanaklarımdan öptü, kokusunu duydum ve bir daha hiç unutmadım, gülümsedi, birşey söylemeyecek miydi, ben söylese miydim, söylemedi, ben de söyleyemedim. Öylece arkamı dönüp yürüdüm. [s. 92]
  • ..... çok canım yanıp ağlasam da güçlü olmaya çalışarak geçen zamanlarda hep 131ınlar geçecek, bir kere daha olmuştu, yine oluyor, korkmayacaksın, dedim... Çünkü eğer içinde o güç varsa, olup bitenlere ne olursa olsun direnerek çıkıp gidebiliyorsan, vazgeçmeyi öğrenmişsen sonunda istediğin gibi yaşamayı başarıyorsun ve artık seni kimse çok fazla değiştiremiyor. [s. 96]
  • “Yani aşk kadınlara ait birşey mi?” “Böyle de denebilir, çünkü bir içgüdüyü, yalnızca doğanın biz-den beklediği bu eylemi ancak kadınsı bir incelik böylesine özel, böylesine eşsiz hale getirebilir. Ancak bir kadın yanındaki çirkin, sevimsiz, huysuz adamı böylesine yüceltebilir..." .... erkekler aşık olduklarında kadınsı yanları öne çıkar, onları o hale getiren içlerindeki kadındır..." [ss. 114-115]
  • İnsanlar bazen birbirine "Acaba ona aşık mıyım?" diye sorar. Oysa aşkın kanıta ihtiyacı yok. Birini gördüğünde yokuştan aşağı çılgınca koşar gibi bir duygu hissediyorsan, kalbin yerinden fırlıyorsa aşıksın... Hatta kimi zaman onu görmeye bile gerek kalmaz. Yalnızca telefonun başında ondan haber beklerken de aynı duyguyu yaşayabilir insan... Bu duygu mutluluk, heyecan, coşku gibi özlediğimiz isimlerle ifade edilebildiği gibi beklenmedik bir anda birdenbire hüzün, keder, acı gibi sözcüklere de dönüşebilir. [s. 116]
  • Gözlerimi kapadım ve onu öptüm. Bildiğim tek şey, hiç kimse için böyle hissetmediğimdi. ... Yüzümü tuttu iki eliyle, beni öptü. Saçlarımı okşadı. ... Aşk öyle sizin karar verdiğiniz birşey değildi. İnsanın başına gelen birşeydi. Kaza gibi birşey... [s. 139]
  • Onu gördüğüm ilk günden beri öpmek istiyordum ama bunu kendime bile itiraf edememiştim. Sözler, gülüşler, anlatılanlar, anılar, yüz ifadeleri... Hayır, benim için gerçek olan yalnızca kokular ve dokunuşlardı. Boynunu kokladım ve dudaklarını öptüm. Başka hiç birşey... Koku ve dokunuş... Beni hiç yanıltmadı... İnsanı düşünceler yanıltır, duygular değil. [s. 140]
  • ..... hayatımda ilk kez istediğimi yaptım. Kimseye sormadan, kimseyi umursamadan, ne istiyorsam onu yaptım. ... kendi kendime dedim ki bunu yaptığın için pişmanlık duymayacaksın. Duymayacağım. Kim ne derse desin. Söz mü? Söz. [s.142]
  • "Ben ona aşık oldum," dedim, "hatta ben olmadım, ne olduysa kendiliğinden oldu, o beni öpmedi, ben onu öptüm, ... Onun yanında olmak istedim. Ve o an farkında değildim belki ama birinin hep yanında olmak istemek hiç de -sandığımız kadar iyi değildi. [s. 145] 
“insan kendisine rağmen yaşayamaz 
kalbimiz beyaz derken biz siyah diyemeyiz” 
– Attilla İlhan [hannelise]

  • Gelmedi. Sanki ben o trenin peşinden koşan kadınmışım gibi kalbim çarpıyordu, içimde tarif edemeyeceğim bir kasılma, sanki midem yukarı doğru yükselirmiş gibi garip bir his, tren yavaş yavaş gidiyordu, gece geç saatlere geliyordu artık, ben trenin peşinden koşmuyordum, olduğum yerde duruyordum ama gelmedi. [s. 158]
  • Evet ben onun yüzüne, gülüşüne, konuşmasına, sesine, bakışlarına, yakın gözlüğünü takıp çıkartmasına, sigarayı tutuşuna, içkisini yudumlamasına, kokusuna, saçlarını eliyle karıştırmasına, suratını astığı, dalıp gittiği anlara aşık olmuştum. Heyecanla yeni yaptığı resmi anlatmasına, gözlerinin dolduğu dokunaklı anılara, bazen iki çocuk gibi bazen iki koca insan gibi konuşmalarımıza... Ben ondan sıkılmamaya da aşık olmuştum. Beni okşamasına, yüzümü iki eliyle tutup gözlerime bakıp susmasına, kucağında kendimi kaybetmeye, onunla buluşma-ya giderken titremeye, onu düşündüğüm zamanlar olur olmaz gülümseyişime, onun için ne giyeceğimi düşünmeye, günlük konuşmaların içinde gizlice kendimi herkesten farklı hissetmeye de aşık olmuştum. Ama aslında bütün bunların dışında, onun yaptıklarına, dışarıdan görmenin, anlatmanın mümkün olmadığı içinde gizlenmiş Ferhat'a aşıktım. Onu tanıdıkça sanki karmaşık bir yapbozun parçalarını biraraya getirip yeni yeni resimler ortaya çıkartır gibi şaşırıyordum. O aslında kocaman bir adamdı. Benden çok büyüktü. Ama bana öyle geliyordu ki hala küçük bir çocuktu. Sanki o bu dünyaya yanlışlıkla gelmiş, kimsenin formülünü bilmediği incecik camdan yapılmış bir canlının tek örneğiydi ve bu yüzden onu tüm kötülüklerden korumak istiyordum. Bu gerçek mi yoksa benim kurduğum, inandığım bir hayal mi diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ve açık söylemem gerekirse çok da umurumda değildi. Duygularla gerçeklerin birbirini tutmadığını söylerler. Duygular gerçek midir diye çok düşündüm. Evet gerçek olduğunu biliyorum. Çünkü içimde hissettiğim böylesine güçlü birşeyin gerçek olmaması imkansız. Ama o tümüyle bana ait olan gerçek. Hayatın gerçeğiyle ilgisi yok. [ss. 178-179]
  • Neden mutluluk anları hep hüzünle gölgeleniyor? Yaz sabahı parlayan güneşle kendimi denize atmak isterken birdenbire bulutun ışıkları kapatması gibi... O anlatırken beni burada sanıyor ama değilim. Ben şu anda çok uzakta, bambaşka bir yerdeyim ve orada olmaktan mutluyum. O yaza dönmek ve hep orada kalmak istiyorum. Ferhat bir resim çizmişti. Cennet gibi bir yerde sayısız insan denize giriyor, çocuklar rengarenk deniz toplarıyla oynuyor, tam keşmeşkeş ama yukarıda kara bir bulut bütün ışığı değiştirmiş, herkesin mutlu olduğu an, kasvetli bir havaya bürünmüş. Bana resmi gösterdiği zaman elimle bulutu kenara çekmek istediğimi söyledim. Eline fırçayı alıp bulutu kenara çekti. Sonra baktı ve güldü. "Galiba bu benim en neşeli resmim oldu," dedi. Yalnızca resimde değil gerçekte de o bulutu kenara çektiğini biliyor muydu benim için? [s. 192]
  • ... ne hissettiğimi anlamıyorsa sözcükler daha fazlasını anlatamaz. [s. 194]
  • “Gözlerinin içine girdim ve sanki içindeki gizli geçitlerde kayboldum. “Hayır hayır, öyle değil, orada kaybolmaktan çok memnunum...” durdum, daha alçak sesle içimden geleni söyledim: “hatta galiba orası kendimi en iyi hissettiğim yer...” ... Aşk emek filan değildir. İnsan birine aşık değilse sırf size çok iyi davranıyor diye ona aşık olamazsınız. Evet belki seversiniz, o kadar. [s. 211]
  • “Umarım geldiğime sevinmişsindir, belki de sormam gerekirdi ama bir anda karar verdim...” Sevinmek mi? Delirmiş. İçimdeki duygunun adı sevinçle, mutlulukla, böyle tek bir sözcükle tanımlanamazdı. Eğer bir yazar ya da şair böyle bir sözcük bulmuşsa da ben onu bilmiyordum. “İyi ki geldin,” dedim yalnızca. [s. 22] 
  • Bir tek uyanıp yüzüme baktığı cümlesi kaldı aklımda. Çünkü sabah uyanıp yanınızdaki insana bakarken mutlu olmaktır aşk. [s. 239]
  • Biri seni elinden tutup bir yerlere taşıyor, biriniyse oturup bekliyorsun gelsin diye, gelmiyor. [s. 296]
  • “Mantıklı açıklamalarla çözülecek, üstesinden gelinecek birşey değildi. Bu duygu beni esir almıştı ve onunla boğuşmamın anlamı yoktu. Seninle ilgili bile değildi aslında... Bu benim hayatımdı. Benim duygumdu. Evet o duyguyu bana sen verdin ve beni değiştirdi. Hiç bilmediğim yanlarımı ortaya çıkardı, yeniden kadın olmayı, yeniden aşık olmayı, yeniden sevmeyi, yeniden ağlamayı, yeniden kahkahalarla gülmeyi öğrendim o duyguyla...” Ne tuhaf, demek sizin anlayamadığınız şeyleri bir başkası anlayabiliyor, belki sizin onda göremediğiniz özelliklerini görüyor, sizin sevemediğiniz adamı böylesine sevebiliyor. [s. 328]
  • İnsan öyle her istediğini silemiyor. Bellek kendi bildiği bir oyunla istediğini istediği yere koyuyor, sizin O karmaşık tavanarasını yeniden düzenlemenize izin vermiyor. Ferhat'ın uzaktan gelen sesiyle dalgınlığımdan sıyrıldım. “İnsan çocukluğundan ayrılamaz, birçok şeyle vedalaşırız da onunla vedalaşamayız.” Kimbilir belki de haklıydı. Onun babası böyle davranmasa, benim babam çekip gitmese o an orada onunla olmayacaktım. Hayatım tümüyle farklı olacaktı. İyi mi, kötü mü artık bunu bilmek imkansız. Ama böyle olmuştu işte. [s. 353]
  • Ben onu mahkemeye çıkartmış, yargılamış ve mahkum etmiştin. Buna hakkım var mıydı? Üstelik savunmasını dinlememiştim. ..... Ona baktım, ellerini tuttum. Yanına oturdum. “Ben şimdi buradayım, sen de burada mısın?” diye sordum. “Artık hep tam da burada olacağım,” dedi. Eğilip beni öptü ve bütün bunların bizi getirdiği yerin burası olduğundan başka aklımda birşey kalmadı. Silindi gitti. Ama herkes verdiği sözleri tutamıyor değil mi? [s. 354]
  • Onunla karşılaştığım anda yıllar öncesinde her gördüğümde ne hissettiysem o... Biliyorum çünkü hayattaki hiçbir bilgi böylesine gerçek olamaz. Ve yine biliyorum ki aşkın geçmiş zamanı yoktur. Çünkü gerçekten aşık olmuşsan her zaman aşıksındır. [s. 379]

Comments