Uyursak Geçer Mi? / Seda Eroğlu..

Bazı zamanlarda kitap yorumlarını yazmak, hele ki yerli bir yazarın eseri ise çok zor oluyor. Hangi zamanlarda mı? Ne yazık ki üzülerek söylüyorum ki çok hoşlaşmadığım zamanlarda :( Yazarından, okurlarından ve özellikle beğenerek okuyanlardan çok üzülerek; sadece kendi kitap okuma serüvenimi kendi kişisel blog tarihime not düşmek adıma, naçizane fikrimi belirtmek istiyorum.
Şahsen 3. sayfa tipi haberleri okumamak, bilmemek, görmemek adına kendi çapımda çaba sarf eden, seçici gazete okuyucusu olmaya çalışan biri olarak; kendi kitap okuma zevkim adına elime aldığım, farklı hayatları okuma edimi üzerinden keyifle okumak istiyorum. Üzüleyim, kasılayım, kendimi kasayım, içim burkulsun hiç istemiyorum. Birkaç yeni bir bilgi öğrensem, hiç düşünemediğim yaratıcı yaşam öykülerini strese girmeden okumayı tercih ediyorum. Film seçerken de bu yolda ilerliyor, ödül sezonu maratonum dahilinde değilse bahsettiğim tipte konusu olanları izlemiyorum. Hele ki kendi kültürümüzün hüzünlü öyküleri söz konusu ise.
Sonuç itibariyle, adaylığı nedeniyle izlediğim Mustang filminde olduğu gibi Uyursak Geçer Mi? kitabını da aynı sebepten ötürü çok üzülerek bitirdim. Karakterlerin o haberlerde öğrenince içimizi burkan benzer bir yaşam öyküsüne sahip olması beni çok üzdü. İnanın kahvemi bile içmek okurken, zul geldi :( Çünkü ülkemde bu tip kişilerin olduğunu biliyoruz ve hiçbir şey yapamıyoruz. Bir de keyif anıma eşlik etmesi için elime aldığım kitapta onların hüznünü okuyunca içim parçalandı.
Bir de anlatılan öykü yeterince acıklı değilmiş gibi, tam güzel bir şeyden bahsedildiğinde, içimden ‘ay tamam galiba en azından buradan sonra güzel bir şey olacak o kızın-oğlanın hayatında’ diye hafiften ‘sevindirik’ olacakken yazarın hiç vakit kaybetmeden hemen, umudu kursağımızda bırakarak, sanki iç sesimizi duyuyor gibi ‘ama hiçbir şey o ümit ettiği gibi olmayacaktı, daha da karanlık günler onu bekliyordu, bunları mumla arayacaktı’ gibi cümleler kurması çok rahatsız ediciydi, en azından beni çok rahatsız etti. Ama her, her seferinde, her ümitlendiğimde benzer cümlelerle karşılaşmak çok daha fazla hüzünlendirdi. Hem öykünü akışı için heyecanımı da kaybettirdi. ‘Nasılsa daha kötü olacakmış, meraklanmayım bari’ dedirtti :(
Evet sonuçta ne üzücü öyle hayatlar var ve bu tip kitapları okumayı sevenler de vardır. Ancak ben onlardan değilim :( Bu kadar umutsuz ve hüzün dolu dünyada, kitaplar birkaç kaçış yolundan biriyken orada bari biraz ümit ve keyif arıyorum :(
SPOILER
Diğer yandan, her bölümde başka bir karakterin bakışıyla, yaşamıyla tanışıyor ve bir yerde birleşeceklerini anlıyoruz. Ki bu tip kurguları seviyorum. Ancak ne yazık ki çok daha başka şekilde, özgün bir şekilde bekliyordum birleşmelerini. O da olmadı :( Mesela Azad ve Kader öyküsü, özellikle erkek tarafıyla çok silik kaldı.
Ayrıca karakterlerin bazı detaylarına (bence çok bilmemiz gereken) hiç değinilmemiş, çok muallakta bırakılmış geldi. Can’ın tam anlamıyla neden çekip gittiği ve sonra ne menem bir şey olup ta temelli geri döndüğü, Hayat’ın nasıl İstanbul’a gidip çok ünlü bir yazar olduğu, genç yaşında nasıl bunu başardığı, Can’ın Hayat’ı neden-nasıl terk ettiği, o büyük acılı terk edişin nasıl vuku bulduğu, Can’ın ve Hayat’ın arada geçen zamanda neler yaşadıkları (Hayat’ın hiç mi başka ilişkisi olmadı yani) hiç ifade bulmamış :(
SPOILER BİTTİ
Tasvirler konusuna da değinmem gerekirse, kitabın ortalarına kadar rahatsız etmedi; sonuçta hem duyguları, hem ortamı tanımlama adına olması gerekliler. Güzel de ifade edilmişler. Ancak dediğim gibi kitabın ortasından sonra, en azından bana, çok fazla ve zorlama geldi. Hani aslında yazılmayacaktı da e öncesinde hep oldu o zaman bunlarda da olsun denmiş bir havada yazılmış geldi :(
Kitabın ortasına kadar, tasvirler gibi, tüm hüznüne rağmen bir heyecan yakalayıp bir merak duyarak hızlı hızlı sayfaları geçtim durdum. Ancak yine ortalardan sonra tüm heyecanımı ve merakımı kaybetti. Konu fazla uzatılmış geldi. Hadi o sonucu öğrenelim de dağılalım moduna girdim çok üzülerek :( O kilit unsur keşke biraz daha önce verilseydi de azcık sonrasını bileydik demedim değil. Her şey sona birikince hemen toparlanmaya çalışılmış gibi hissettim :( Bu da tüm neşemi (ne kadar kaldıysa!) tüketti.
Sonuç itibariyle böylesi muhteşem, rengarenk, insanın içini renklendiren bir kitap kapağına sahip bir kitabı ne yazık ki hüzünle kapatmış bulundum. Ancak hüzünlü öyküleri seviyorsanız bir şans verebilirsiniz.
Bir de unutmadan, kitapta en beğendiğim birkaç güzel ifadeyi de eklemezsem olmaz. Haklıya haklı şimdi. Gerçekten güzel ifade bulmuş, ilgili durumlar ve hissiyatlar. Altını çizecek kadar beğendim şimdi, bunu da söylemem lazım ;) Onları da aşağıya ekliyorum :)

  • “Her kadının içinde bir yerlerde saklı yarım kalmışlıklar bir gün bir şekilde açığa çıkıyordu. Kimi bulaşık yıkarken bardak niyetine diziyordu kenara, kimi çamaşır niyetine ipe asıyordu. Kimi de oğluna ya da kızına onun ismini veriyordu. Ben de yarım kalmışlığımı oğlumla tamamlamak istiyordum.” [s.107]
  • “... hiçbir şey boş yere karşımıza çıkmıyordu. Hep bir anlamı vardı yaşantımıza kattıklarımızın. Dostlar, arkadaşlar, hayvanlar, çiçekler, kitaplar... Hepsinin bir anlamı vardı ve anlamı olan şeyler çok güzeldi, özeldi.” [s. 261]
  • “İnsan bazen aklını bir kenara bırakıp yüreğince var olmak istiyordu.” [s. 271]

Meraklısına 1: Geçen Özgürlük Şarkısı kitabında gördüğüm ve çok beğendiğim üzere, metinde geçen şarkılar detayını bu kitapta da gördüm ve çok sevdim. Hatta bir adım öteye geçilmiş ve barkod eklenmiş! Böyle metni okurken, hemen bir tıkla ilgili melodiye gidip kendinize arka fon müziği yapabiliyorsunuz :) Teknoloji aşkına, süper bir yaratıcı detay bu dostum ;)
Meraklısına 2: Bu arada kitabın öyküsü bana, Çağan Irmak’ın ‘Prensesin Uykusu’ filmini hatırlattı. Ancak o çok hüzünlüydü. İçimi parçalamıştı. Dilerseniz ona dair vakti zamanında yazdığım ve ilk blog yazılarımdan biri olan post’u da tıklayarak okuyabilirsiniz ;)

Comments

Popular Posts