Son Toksine Kadar / Ersin Pamuksüzer ve Selda Terek Bilecen..

Son Toksine Kadar / Ersin Pamuksüzer ve Selda Terek Bilecen.. kitabına dair yazımın ilk yayınlandığı yerin; artık bir üyesi olduğum 'Kahve Kadın Kitap' adlı pek sevgili site olduğunu belirtmek isterim. Bundan böyle belli yazılarımın ilk yayın yerine sizleri de beklerim..  
http://kahvekadinkitap.com/son-toksine-kadar-ersin-pamuksuzer-ve-selda-terek-bilecen/
Bu sefer, belki de ilk kez, sağlık-sağlıklı yaşam vd. ile ilgili bir kitap yazısı post ediyorum. Umarım en az benim kitabı beğenmem kadar seversiniz :) Evet ‘Son Toksine Kadar’ kitabını çok sevdim. Nedenlerimi ise sanırım maddeleyerek ifade etmem daha iyi olur. Beğendim çünkü;
Öncelikle dili, yazım tarzı, kaleme alınış şekli tek kelimeyle muhteşem. Çünkü en az bir hikâye anlatmak kadar zordur, düzgün bir bilgilendirme kitabı yazmak. Zira genelde bizim (biz muggle’ların :) ) hiç bilmediği terminolojiler kullanılır, tıp dilinin dehlizlerinde boğuluruz ve çok mu çok sıkılırız. Belki de bu sebepten dolayı yarıda bırakırız. Ancak gelin görün ki Son Toksine Kadar hiç mi hiç öyle bir kitap değil. Sizinle konuşur gibi, arada çok tatlı tebessüm ettiren espriler barındıran, asla ama asla sıkmayan, yazarın da bizim gibi bahsi geçen ‘şunu yapmalıyız’ kurallarına uymakta zorluk çektiğini de gösteren çok lezzetli bir kitap. Zira bilginin kaynağı Ersin Bey de, önsözde dile getirdiği ifadeleriyle, tüm bilgisini Selda Hanım’a, kendi diliyle aktarması için teslim ettiğini çok güzel kaleme almış. Sonuçta da; vakti zamanında (yatılı olmayan şekliyle) kitapta da adı geçen LifeCo detoks programını (1 haftalık olanından) denemiş biri olarak, aynı o dönemde sizin dilinizden anlayan kişilerin size tane tane anlatıp sizi ilgiyle dinledikleri bilgilendirme sohbetlerindeki gibi, karşımda biri varmış ve kendi deneyimlerini de içtenlikle, her şeyi anlaşılır bir hâlde bana aktardığı anlar gibi okuduğum bir kitap olarak karşıma çıktı, Son Toksine Kadar.
Yazım-anlatım dili demişken, ayrı bir madde olarak belirtmek isterim ki, özellikle hep adını duyduğumuz birçok ifadeyi o kadar güzel bir anlatımla sadeleştirerek ve tam ‘heh işte şimdi anladım’ dedirtecek kadar aklıma oturtarak buldum ki, çok keyifli bir seçmeli ders kitabını okurken ki gibi altını çize çize, notlar ala ala ve en önemlisi gerçekten anlayarak, anlamlandırarak, algılayarak öğrendim. Örnek vermem gerekirse; serbest radikaller, antioksidanlar.
Diğer yandan aktardığı tüm öneriler hemen şimdi, çok kolaylıkla uygulanabilecek cinsten. Öyle ki evet bazı seçenekler hepimizin erişemeyeceği olabiliyor ancak onun alternatifi mutlaka dile getirilmiş. Hem zaten kitapta da denildiği gibi, hepsini harfiyen yapmanın mümkün olmaması çok doğal. Önemli olan doğruyu bilip yapabildiğimiz kadarını uygulamaya sokabilmek. Örneğin; suyu karbonatlı içmek, kuruyemişleri bilerek tüketmek, esnetme (kedi gibi :) ) hareketini gündelik rutine ekleyebilmek vd.
Ayrıca kitabın çok mantıklı bir kategorizasyon içinde her şeyi ayrı ayrı, düzenli düzenli sırayla aktarma tarzı da hem okumayı kolaylaştırıyor, hem zihnimizde de daha bir yerli yerine oturtuyor aktarılanları.
Kendi açımdan tek bekleyip de bulamadığım husus, duygusal detoks bölümünde yakalamayı umduğum öneriler oldu. O bölümde, nedendir bilinmez ;) biraz daha somut bir şekilde uygulanabilir birkaç öneri okumayı bekliyordum. Daha doğrusu, diğer bölümlerdeki yerli yerinde uyarıları ve uygulamaları okuyunca, ruhsal yoldan da okuyup hemen uygulamak istediğim birkaç öneri olur diye beklemiştim, bi onu bulamadım ve hayıflandım, o kadar. Hoş öyle önerilerde bulunma durumu da çok zor aslında, kabul ediyorum. Hem de kişisel olarak çok daha zor konular, benimki sana seninki bana uymaz manasında. Ancak ne bileyim işte :)
İfade ettiğim gibi, daha önce tecrübe etme şansını yakaladığım detoks programı ve LifeCo bünyesinde deneyimlediklerim esnasında öğrendiğim, o zamandan beri ara ara uygulamaya çalıştığım ancak özellikle son dönemde günlük rutinimde bir türlü yer veremediğim, ‘şunu şunu yapmalıyım, artık başlamalıyım bunu bunu uygulamaya’ dediğim tüm o bilgileri yeniden okumak, üzerinden geçip hatırlamak ve bu vesileyle de o istediğim ‘yeniden uygulamaya alma’ olayına girmek için motivi bulmak çok mu çok güzel oldu. O yüzden eğer siz de şöyle elinizin altında bulunmalık, unuttukça açıp açıp bakmalık, hatırlamalık, hemen uygulayabileceğiniz sağlıklı yaşam bilgilerini, hem de size ders verir gibi değil, yüzünüze parmak sallamadan, sohbet eder gibi anlatan bir kitap okumak isterseniz, Son Toksine Kadar önerdiğim bir kitap olarak kütüphanenizde rahatlıkla yer alabilir. Ayrıca sadece dili ile değil, (şahsen benim için önemli bir kitap kriteridir, özellikle de böyle başucu tipi sağlık vb. kitaplar için) kitabın boyu, köşeli kıvrımları, sayfalarının kalitesi (zira altını çizdiğim için, mesela arkaya geçirmemesi süper), gerekli bölümlerde renkli görsellere yer vermesi, o mor renkli başlıkları vd. hem okumayı kolaylaştırıyor, hem de çok keyifli kılıyor.
Bana da son olarak; kitap post’larımın bir klasiği olarak artık sanırım :), aklımda kalan birkaç önemli bilgi notunu paylaşmak kalıyor :) Haydin ‘sağlıcakla’ kalın..
Doygunluğa giden yolculuk, bizi mutlu anlarda olduğu kadar olumsuz anlarda da huzurlu tutar. Doygunluğun altında, kendimizle ve yaşamla barışıklığımız yatar. (s. 38)
Bir alışkanlığı değiştirmek için, öncelikle o alışkanlıkla barışmak, onu olduğu gibi kabul etmek, arkasından zaaflarla pazarlığa girmeden, yerlerini yeni ve daha iyi aktivitelerle doldurmak gerekiyormuş. Ayrıca bu yeni ve iyi olanların kalıcılığını sağlamak için de kararlılık ve vazgeçmediğimiz bir farkındalık... (s. 46)
Sahip olunan için şükretmek, önemli bir farkındalık davranışıdır. (s. 63)
Kafan belli bir şeylere takık mı? Sinirlenip moralini mi bozuyorsun? Kilitlendin çıkamıyor musun işin içinden? İnsanlar seni yoruyor mu?  Kafanı iyi yapacak reçetelere ihtiyacın var mı? Varsa onları yaratmaya ne dersin? İlişkilerini kategorize edebilir misin? Toksik, yorucu, az, çok, tamir edilebilir, edilemez... Burada tamir edilemeyenleri kapatmaya ne dersin? Eğer mecbur değilsen (anne, baba, kardeş kapatmak zor olabilir) kapatamayacaklarını olduğu gibi kabul edip onlarla barışık yaşamaya ne dersin? Ya tamir edileceklerde sorumluluk alıp bir yeni beyaz sayfa açmaya?... En iyi tamirat karşı tarafı iyi hissettirerek yapılır. Dünyanın yoruculuğuna da, onun olduğu gibi olduğunu kabul ettiğin gün son verirsin. Benim işim, onun işi, senin işin, devletin işi vs. gibi ayrımları yapıp kendi işiniz dışındakilere yalnızca açık büfe olarak yaklaşıp onlara illa kabul etmeleri gerekmediği bir şekilde yaklaşabilir misin? Oyuncu ol, sorumluluk al, kurban olma, mazeretlere dayalı kaybolmuş bir hayatı yaşama ama gerçekçi ol, oyunculuğun sınırları senin etkinin bittiği yerde biter. Oradan sonrası senin dışındaki kozmik dünyadır, olduğu gibi kabul edip o kadarı ile mükemmeli yaratmalısın. (s. 73)
Belki duydun belki de hiç duymadın ama asitlenme sonucu oluşan çok önemli bir tehdit daha var: Trigliserit... Vücut yağ depolarken hem yağın fazlası olan yağ asidi hem de şekerin fazlası olan gliserol birleşerek trigliserit oluşturuyor. Oluşan bu madde de yağ hücrelerinde depolanıyor. Ee ne olur depolanırsa? Hemen söyleyeyim; asit fazlalığında ensülin direncinin arttığından bahsetmiştim ya, işte artan ensülin hormonu, metabolik sendroma neden oluyor ve daha da fazla tatlı yeme isteğini doğuruyor. İşte tatlı krizinin sebebi bu. Kan şekeri düştüğünde acil enerji ihtiyacı yağlardan sağlanır. Bunun için glukagon hormonu kullanılır. Ensülin ve glukagon birbirine zıt çalışır. Trigliseritten açığa çıkan gliserol, karaciğerde tekrar glikoza dönüşür. Öyle anlamaz gibi bakma. Sadece şekeri, unu ve yağı azalt! (s. 89)
Karalahana, besin değeri açısından 1000’lik bir değer ile tavan yaparken, şeker 0 ile dibe vurmuş durumdadır. Diğer birkaç besin değeri yüksek gıda ise çiğ badem, taze koyu yeşillikler, gün kurusu kayısı gibi işlenmemiş sebze, meyve ve kuruyemişlerdir. (s. 101)
Kan asidozu [vücutta çok fazla asit oluştuğu hâlde bu asidi etkisizleştirecek bikarbonat iyonu miktarı yetersiz kalırsa, metabolizma asidoz meydana getirir. Böylece kanda ve dokularda pH düzeyi bozulur] ve doku kirliliği vücutta hangi semptomlarda kendini gösterir:
Mide ekşimesi, alerji, baş ağrısı, cerahatli yaralar, sinüzit, mantar, gastrit, kötü ter kokusu, sedef hastalığı, artrit, vajinal enfeksiyonlar, depresyon, yorgunluk, saç dökülmesi, anksiyete vs. [s. 105]
Ketojenik Diyet [karbonhidrat ve şeker tüketimini sınırlayıp yerine yağ ve protein ağırlıklı besinler tercih etmek]: (ss. 118-119)
✕  ekmek, makarna, pilav, şeker, bal, pekmez, patates, kek, unlu ürünler, şekerli ürünlerin tamamı
✓  tereyağı, zeytinyağı, et, balık, yumurta, süt, süt ürünleri, kuruyemiş, avokado
Bir strese girmeme yöntemi olarak.. ‘Akışta kal’ derim kendime. ‘Hayat seni senin bilmediğin çok daha iyi bir yere götürüyor... Başına gelen bu olayın vardır bir hikmeti. Hayat daha güzel koşullar oluşturmak için sundu bu stresi...’ Bir başka yöntem de, resmin dışına çıkmaktır. Kendine uzaktan bakıp aslında seni boğan o sorunun, stresin, ne kadar önemsiz olduğunu kendi gözlerinle görürsün. (s. 143)
Serotonin hormonunun sadece %5’i beyinde üretiliyor, geri kalanı bağırsakta! O yüzden bağırsak florasını sağlıklı tutmak önemlidir. (s. 149) Omega-3 kaynaklarınızı arttırın, D vitamini alın, turşu yiyin, probiyotikli yoğurt tüketin, hareket edin, temiz havada yürüyün. (s. 154)
Dolayısıyla probiyotik eksikliği ve D vitamini eksik bir hayat insanı depresyona da sokar. (s. 157)
Depresyonun arkasında yatan sebeplerden biri de glüten yüzünden dengesi bozulan bağırsak florasıdır. (s. 159)
Aynı şekilde B12 eksikliği de asabiyet ve depresyon yapar. Et, ciğer, yumurta, tavuk, peynir, böbrek, süt, somon balığında yoğundur. (s. 159)
Şeker, bağırsak florasındaki iyi bakterileri yok eder, zararlı bakterileri ise besler. Faydalı bakterileri kaybedince de depresyona zemin oluşur. (s. 160)
Depresyondayım bunların hiçbirini yapamam demeyin, zorlayın kendinizi.. Unutmayın, siz vücudunuza ne söylerseniz o ona inanır. Sabahları kalktığınızda hava berbatsa bile ‘Ne güzel yağmurlu ve karanlık bir gün, tam da işlerimi yapmaya uygun, güneşli olsaydı aklım dışarıda kalacaktı” deyiverin. ‘Nasılsınız?’ diye sorduklarında, otuz beş tane sıkıntıyı ardı ardına sıralayacağımıza ‘Çok iyiyim,  keyfim yerinde’ deyin. Oynayın bu oyunu, göreceksiniz ki vücut da beyin de ne söylerseniz ona inanıyor. Aldığımız telkinlerin üzerimizdeki rolü büyük. Neşeli, gülümseyen, mutlu ortamlarda bulunduğunuzda siz de uyum sağladığınızı ve gülümsediğinizi göreceksiniz. Depresyonda olmak da aslında bir tercih. Yataktan çıkmıyor, kendinize çekidüzen vermiyor, güne başlamıyor, yüzünüze yalancı da olsa bir gülümseme oturtmuyorsanız, çabalamıyorsunuz demektir. Hayat aynasında o yalancı gülümsemenin bir süre sonra gerçeğe dönüşeceğini iddia ediyorum. (s. 162)
Bunları mutlaka tüketin: Muz (serotonin, magnezyum), yeşil çay (antioksidan), kuşkonmaz (antidepresan), çilek (antioksidan), avokado (omega-3), ceviz (omega-3), kızılcık (melatonin), kaju (serotonin), yabanmersini (antidepresan). (s. 162)
Önce kendinizle, sonra da başkalarıyla barış içinde olun. Unutmayın ki kavgalar, tartışmalar kazanılmaz. Sadece konuyu uzatır. Söyleyeceğinizi üslubunuzca söyleyip konuyu kapatın. Haklı olan zaten vadesi gelince zaferini ilan edecektir. (s. 169)
“Yorgun Ben”den Kurtulma... Tek bir kurtuluş vardır 0 da hayatı olduğu gibi kabul edip yaşamak. Reçete çok kolaydır ama uygulaması zordur. Farkındalığımı arttırmak için “Şu anda ne ile meşgulüm?” sorusunu günde 5-10 kere sorup farkındalığımı tesis etmeyi, bir şeyler istem dışı geliştiğinde “Bu dünyanın sonu mu?” sorusunu sorarak kendimi girdaptan kurtarmayı öğrendim. (s. 173)
“Farkındalık, yargısız bir şekilde, şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla dikkatimizi toplayabilmektir.” (s. 187)
Farkındalık denen durum bu; geçmişten ders al, geleceği ana hatlarıyla planla ama tüm varlığınla o anda orada ol... Bir başka deyişle “Farkındalık”, şu anki deneyimin bilincinde olma ve onu kabul etme anlamına gelir. Farkındalık hâlinde, düşünce ve duygular, reddedilmemekte, yargılanmamakta, bastırılmaya ya da onlardan kaçınılmaya çalışılmamaktadır. Olumlu ya da olumsuz, anlık bütün yaşananlar, o hâlleri ile kabullenilmekte ve serbest bırakılmaktadır. Kişinin resmin içinde olmak yerine, kendini içinde gördüğü resme dışarıdan bakması gibidir. Böylece endişe, üzüntü, kaygı, öfke gibi olumsuz duygulara karşı tolerans kapasitesi de artmaktadır. Bu yöntem, psikoterapide de kullanılmakta, düşünce, duygu ve beden duyumlarına da belli bir şekilde odaklanarak depresyon, panik atak, fobi, obsesyon, stres gibi rahatsızlıklara çözüm getirmektedir. Farkındalık, bir Doğu felsefesidir ama sadece Budizmde var olan bir felsefe değildir. Varoluşçuluk, Hümanizm ve hatta Mevlevi felsefenin de temelini oluşturur. (s. 190)
Farkındalık, o anda olanlara karşı daha az tepkili olmamızı sağlayacak bir beceridir. Temel yaklaşım acı veren konuyu bir an için askıya alıp anda kalmayı sağlamakla ilgilidir. (s. 195)
Kabullenme; kaçınmanın, reddetmenin, inkâr etmenin karşıtıdır. Gerçeklikle yüz yüze gelme cesaretidir. Gerçeklere direnç göstermeyi bırakmak, sorunu ya da konuyu olduğu gibi ele almak ve düzeltme yollarını aramak için atılan ilk adımdır. (s. 195)
Hoşgörü bir tercihtir... aslında hoşgörüsüzlüğe de hoşgörülü yaklaşmak gerektiğini söylemeliyiz. Çünkü olay, fikir, nesne, konu veya davranış her ne ise ona tahammül edebilmeliyiz. Kabul etmek zorunda değiliz.

“Anlaşmazlık, insanın en büyük hastalığıdır. Hoşgörü ise en büyük çaresi.” 
Voltaire

Farklı fikirlere katlanabilmek, dinleyebilmek de önemli bir hoşgörü hareketidir. Fikre katılmak zorunda değiliz ama bunu sakin bir üslupla belirtebilmek medeni insana yakışandır. Demokrasi tamamen bu felsefeden yola çıkılmış bir yönetim tarzıdır. Farklı kişilerin fikirlerine tahammül edebilmeyi gerektirir. (s. 199)
Su vücutta en fazla kan ve daha sonra da kas dokusunda bulunur. (s. 206)
Bir türlü ısınamayan el ve ayaklar için su önemlidir. Dolaşımı hızlandırır ve ısınmayı sağlar. (s. 208)
Alçakgönüllü olmak değerinizi düşürmez... “Erdemli kişi yaşamını, akan su örneğinde olduğu gibi takip ederek şekillendirir. Su, ayrım yapmaksızın bütün varlıklara hayat verir, su daima, alçak yerlerde bulunur, hiç kimse onu yüksek yerlerde aramaz. Bu sebeple, suyun yolu ruhsal fazileti yerine getirmek üzere, bir örnek teşkil etmektir.” Lao Tzu (s. 211)
Güneşe, günde en az 20 dk. ihtiyacımız var.
Farkındalık ve wise-mind becerileri cebinde olmayan bir kişi, çok duyarlı, alıngan vb. olup negatif yaşayarak kendini iflasa sürükleyebilir. (s. 228)
Hareket eden vücut sakinleştiğinde gerçek anlamda dinlenebilir, iyileşir, kendini yeniler; hareketsizlik ise insanı yorduğu hâlde dinlendirilemez ve yorgunluk mutsuz eder. Ayrıca hareket etmek;
Kas kitlesini korur, yağların yakılmasına yardım eder.
Kemikleri güçlendirir, osteoporoza karşı korur.
Beyinden ‘mutluluk hormonları’ salgılanmasına yol açarak stresi azaltır.
Depresyondan uzak tutar.
Zihinsel faaliyetleri canlı tutar.
Psikolojik olarak insanı dinç tutar.
Kasların ensülin hormonuna hassasiyetini arttırır. Ensülin direncini kırar, kan şekeri ve ensülin düzeylerini dengeler. [ss. 243-244]
Gülümseme, doğal bir botoks yöntemidir. ☺ Bunu yaptığınızda öfke kaslarınız çalışmıyor, bilakis alın bölgeniz geriliyor. (s.266)
Gülümseyebilmek, tartışma anında bile işe yarar. Bir süre sessiz kalıp ‘Canın sağ olsun’ deyip gülümseyerek tartıştığınız kişinin gözlerinin içine bakın. Ona öyle bir ortam sağlamış olursunuz ki bir anda kendini sorgular hâle gelecektir. Bunu yapmakla “Sen söylediklerini ve düşüncelerini bir tart istersen” demiş olursunuz. Tabii bunu yapmadan önce kendi argümanınızı dile getirmiş, savunmuş olmalısınız. Direkt olarak tartışmaya “Sen bilirsin” diye başlanmaz. Evet, uygulaması zor bir yöntem ve öfkenizi tamamen kontrol altına almalısınız bunu yaparken, asla da alaycı bir görünüme bürünmemelisiniz. Ama kesinlikle işe yarıyor. (s. 267)
Kötü bir durumda yaşanan stresi azaltmanın yollarından biri de gülümsemektir. Psikologlar buna ‘ifade geri bildirim hipotezi’ diyor. Yani bazen gülümsemek için kendimizi zorlamak bile sonrasında ruh hâlimizi iyileştirebiliyor. (s. 269)
Türk mutfağı neden çok değerli? Cevabı; yoğurt, kefir, turşu, sirke ve sakatat. (s. 273)
Sakatattan korkmamak ama kontrollü tüketmek gerekir. Ciğer, böbrek vs. protein ve mineral kaynağıdır. (s. 273)
Yabanmersininin potasyum içeriği son derece yüksek. (s. 274)
Kakaoyu olabildiğince saf tüketmek gerek. %70 ve üstü kakao içeren çikolatalar tercih edilebilir. (s. 275)
Kuruyemişler.. fazlası kilo aldırır ama içerdiği kıymetli yağlar ile cildimizi, organları, saç ve tırnak sağlığını, beynimizi ve psikolojimizi korur. Badem, ceviz, fındık, fıstık gibi yemişleri çiğ tüketmek daha sağlıklıdır. (s. 276)
Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan istatistiklere göre, 1996 yılından sonra ABD’de sağlık problemlerinin arttığı kaydedilmiş. Bu GDO çalışmalarının yoğunlaştığı yıllara denk geliyor. Kronik hastalıklara sahip Amerikalıların oranı sadece 9 yıl içinde %7’lerden %13’lere çıkmış. Gıda alerjileri ani bir artış göstermiş, otizm gibi hastalıklar çoğalmış. Üreme, sindirim ve bağışıklık sistemi rahatsızlıkları da cabası... (s. 281)
En yaygın GDO’lu ürünler: soya fasulyesi, mısır, pamuk, süt, şeker, aspartam, kanola yağı, kabak. (s. 282)
Arpa menegiç kahvesi zararsız bir kahve seçeneği olabilir. (s. 287)
Üzerinizde Q-link gibi elektromanyetik koruyucular taşıyın. Elektromanyetik kirlenmeye önlem alın. En azından yatak odanızı arındırın. (s. 288)
Hiçbir şeyi ayrılamayacak kadar çok benimsemeyin. (s. 288)
Mal-mülk detoksu yapın.. az ve öz eşyayla yaşayın. Ne kadar çok şeyiniz varsa o kadar çok sorumluluğunuz var demektir. Gereksiz sorumluluklar taşımayın. (s. 289)
Renkli sebzeler yiyin. Bunlar antioksidan açısından zengindir. (s. 290)
İyotlanmış veya işlenmiş sofra tuzunu değil, güneşte kurutulmuş, deniz veya Himalaya tuzunu tercih edin. (s. 290)
Daha fazla deniz sebzesi yiyin. Bunlar organik minerallerin en zengin olduğu kaynaklardır. (s. 290)
Şeker yerine hurma, kuru üzüm veya akçaağaç şurubunu tercih edin. (s. 290)
Sosyal içici iseniz bira veya likör yerine kaliteli şarap tercih edin. (s. 290)
Bir domatesin veya avokadonun hızlı olgunlaşması için delikli bir torbada bir elma ile birlikte bekletin. (s. 291)
Domatesleri marketten satın alır almaz soğutmayın. Sap kısımları aşağı gelecek şekilde, altına bir kağıt havlu serip beklettikten sonra aynı şekilde soğutucuya koyarsanız daha lezzetli ve olgun olduğunu göreceksiniz. (s. 292)
‘Interval Training’.. Bu yöntemde bir hareketi 30 saniye hızlı, 90 saniye yavaş yapmak ve 8 kere tekrar etmek esas. Böylelikle 16 dakikada mükemmel bir çalışma yapmış olursunuz. (s. 317)
Ajanda Yöntemi’nde en önemli sorulardan biri ‘Şu anda ben ne ile meşgulüm?’ sorusudur. Bu bizi hem ajandamıza geri götürür, hem de farkındalığa sokar. Diğer önemli sorulardan biri de; ‘Bu olmazsa dünyanın sonu mudur?’ Eğer yanıtınız ‘Hayır, değil’ ise ‘Elimden gelenin en iyisini yapar gerisine de kafamı takmam’ der geçeriz. (s. 318)
Kelimelerin Gücü.. Herhangi bir kelimeyi alıp lügatimizden çıkardığımızda o olay da büyük bir oranda yok olur. Diğer taraftan herhangi bir kelimeyi ne kadar hayatımıza sokarsak o kadar bizden bir parça olur. Kızılderililerde kekemelik kelimesi olmadığından kekeme olmuyorlardı. Amerikalıların evlat edindiği Kızılderililerde kekemelik tespit edilmeye başlanınca kelimelerin gücü ortaya çıktı. Düşünün hata yapmayı lügatimizden çıkardığımızda ne kadar özgür ve yaratıcı bir toplum oluruz. Kısacası dağarcığımızda taşıdığımız kelimelerin gücünün farkında olmalıyız. (s. 321)
Ersin Bey’in gıda takviyesi seçimleri: B3/Niacin, Preglenone, Dhea, Enzim, Bosmeric, Probiyotik, B12, C vitamini, Magnezyum, Kalsiyum (günde 1000 mg’ı aşmamak kaydıyla), İodine, Zerdeçal, Omega-3. (s. 324)
En iyi tamirat, karşındakini iyi hissettirerek yapılır. Dünyanın yoruculuğundan da onu olduğu gibi kabul ettiğinde kurtulursun. Her şeyi olduğu gibi kabul edip var olanla mükemmeli yaratmalısın! (s. 325)
Ait olmadığımız dünyalara hoşgörü gösterip varlıklarını kabul etmemiz yeterlidir. (s. 326)
Mavi Zon Reçetesi... Yaklaşık 10 sene önce, mavi zonlar diye adlandırılan, dünyada 100 yaşından fazla yaşayanların olduğu bölgeler belirlendi ve bu insanların ortak özellikleri o1duğu gözlemlendi. Bu ortak özellikler bize en basit iyi-yaşam reçetesini veriyor. (1.) ortak özellikleri sebze ağırlıklı bir beslenme şeklini benimsemeleri; (2.) sırada ise ömür boyu bir uğraşlarının olması geliyor. (3.) ortak özellikleri akşam yemeklerini erken yemeleri. (4.) olarak sonuncusuysa sosyal ve insanlarla güzel ilişkiler içinde kişiler olmaları. Bu 4 basit prensibe bağlı kaldığımız bir reçeteye, olumlu düşünme alışkanlıklarını ve sürekli zihinsel aktivitede olmayı eklersek reçetemizi mükemmelliğe taşımış oluruz. (s. 327)
Öğün aralarını uzun tutun; mide asiditesini düzenlemek için hcl (hidroklorik asit), hazmı kolaylaştırmak için hazım enzimleri, anti-enflamatuar olaraksa zerdeçal masamızda yer almalıdır. (s. 327)
Sağlıklı yaşama giden yolda hakiki gurmelik kesin bir çözümdür; çok çiğnemek, yerken başka iş yapmamak, bir de gözünüzü kapatırsanız içinizdeki gurme ortaya çıkar. (s. 328)
Süregelen hayatımızda, arkamızda bitmemiş işler, yarıda kalmış planlar bırakmamamız oldukça önemlidir. Tüm bitmemiş işler, içimizde acı acı tütsülenir durur. (s. 329)
Standartlarını Yukarı Koy, Neticeye Razı Ol.. İçinde yaşadığımız dünya bizi bir yerlere varmaya, bir şeylere ulaşmaya iter. Bunda ne sorun olabilir, tabii ki yükseklere tırmanacağız, hedefleyeceğiz, bir şeylerin ardından koşacağız. Ancak koyduğumuz yüksek çıtalara ulaşmakta gerekenleri yaşamamıza rağmen başarısız olursak dert etmemeliyiz. Neticeye razı olup nasıl daha iyilerine giderizin yollarını aramalıyız. Eğer yolculuğun gereklerini yapamadıysak, çıkan neticenin doğallığını benimseyip bir sonraki denemeyi dört dörtlük yapmalıyız. Yöneticilik hayatım, hep 40 yerine 50 metre dalmayı hedefleyip, 45'le yetinip keyif almakla geçti. Kısacası hedefleri koyarken konfor zone’numuzu zorlamak bizi bir yerlere taşır, ancak elde ettiğimiz ile barışık olamazsak kilitlenir, olduğumuz yerde sayarız. (s. 330)
Kendinize ayırdığınız kaliteli zaman, yani başka uğraşlardan arınmış olan zaman, sizi besler, güzellik katar, gençleştirir, zihninizi açar, dinç tutar. Gün içinde kendinize zaman ayırmak büyük bir zenginliktir. (s. 332)

Tarifler:

Alerjik bir bünyeniz varsa deodorantınızı kendiniz yapabilirsiniz. Jojoba yağı, yasemin yağı ve bir miktar karbonat ile işte size son derece doğal ve işe yarayan bir koltuk altı deodorant. (s. 293)
Nemlendirici kreminizi kendiniz yapabilirsiniz: Hindistancevizi yağı, E vitamini ampulü, aloe vera, Bepanten karışımından faydalanabilirsiniz. (s. 293)
[Sirke, cilt sağlığı için birebirdir. Sedef hastalığına iyi gelir, ciltteki lekelenmeleri azaltır. Bu yüzden yüz maskelerinde çok yaygın olarak kullanılmaktadır.]
- Bir miktar elma sirkesini, salatalık suyu ile karıştırın ve cildinize uygulayın. Bu uygulama cildinizin sıkılaşmasını sağladığı gibi cildi temizler.
- Bir çay kaşığı sirke ile iki çay kaşığı balı karıştırın ve maske olarak cildinize uygulayın. Bu uygulamaya bir hafta boyunca devam edin. Yumuşak ve pürüzsüz ciltler için çok yardımcı olur. (s. 294)
Kendi diş macununuzu kendiniz yapabilirsiniz. Karbonat ve hindistancevizi yağına dilediğiniz bir esanstan 10-15 damla (nane, portakal, çilek) karıştırın. Bütün malzemeleri bir macun olana kadar karıştırın. Bir kavanoz içerisinde saklayın ve gönül rahatlığı içinde kullanın. (s. 294)
Yüz için olan birçok peeling’in ana maddesi karbonattır. Bunun nedeni ise hem bakteri öldürücü yapıya sahip alması hem de suda kolay erimesidir. Yüzünüzü ve ellerinizi ıslatın. Ardından avucunuzun içerisine bir miktar karbonat dökün ve ellerinizi ovuşturarak bir macun kıvamına getirin. Dairesel hareketler ile yüzünüze sürün, birkaç dakika sonra yıkayın. Yüzünüz pırıl pırıl ve yumuşacık olacaktır. (s. 294)
Sinek ısırıklarının kaşıntısını en güzel alan şey birkaç damla su ve karbonat karışımıdır. Bu karışımı, kaşınan yere sürdüğünüzde kaşıntı birkaç dakika içerisinde yok olacaktır. (s. 294)
* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

Comments