Del Mar günlüğüm..

Del Mar, tam da San Diego'nun geneli için denilen 'aynı bizdeki İzmir' ifadesinin birebir vücut bulmuş hali. Gerçekten çok ama çok İzmir'e benziyor. Sadece deniz kenarında olmasıyla değil; şehir-gece hayatının yaşandığı downton'ın Alsancak'a; plajların Ürkmez, Gümüldere, Foça, Urla'ya ve tabii ki havasının resmen İzmir havasına benzemesiyle baya baya benziyor. Ancak tabii ki Amerikan sistemi içerisinde işleyen bir İzmir!
Nasıl mı? Bir kere her yerde tüm engelliler düşünülmüş şekilde bir alt yapı inşa edilmiş. (Sadece, benim gördüğüm üç temel yerde tam olmamış idi, o da nazar boncuğu olsun diyelim). Bunun dışında ise yolların büyüklüğü, mesafelerin uzunluğu (bir bakkal tipi markete gitmek için bile arabayla gitme zorunluluğu!), trafik ışıklarının üzüm gibi tepeden sallanması :), herkesin kendi benzinini kendisinin doldurması vd. standart Amerikan gündelik hayat standartları etrafında işleyen bir yaşama sahip bir İzmir, diyim ben size :)
Hem bizim tüm şehirlerimiz ve hem İzmir özelinde de çok eski çağlara dayanan bir geçmişi olmadığı için benzer bir tarihsel yapıları, bölgeleri olmasa da onların da kendi çapında (yeğenimin bu ifadeye katıla katıla güldüğünü, yeri gelmişken, kendi kişisel tarihim nezdinde, buraya not da düşmek istiyorum :) ) ve yarattıkları kültür endüstrisi bazında tarihsel yerleri var, yok değil. En başta Balboa Park adlı bizim büyük fuar Kültür Park tarzı alanlarındaki tarihi kule ve pek çok müze bunların önde gelenleri. Ayrıca en yakın turistik atraksiyon yeri olarak, max yarım saat uzaklıktaki Legoland, Seaworld ve dünyanın en büyüklerinden biri olan San Diego Zoo bunuyor. Ben sadece hayvanat bahçesini görebildim ve çok beğendim ancak hem ilgili parkın her açıdan hem de dediğim eğlence alanlarının da kesinlikle görülmesi gereken yerlerden olduğunu düşünüyorum.
Diyeceğim o ki benim geçirdiğim dönem, turistik bir gezi dönemi olarak geçmedi, o yüzden anlamdaki sorulara yanıt olamayacağım ancak benim gibi, birkaç aylığına orada yaşamaya gitme anlamında yolunuz düşerse, yine kendi çapımda :) bir 'aklınızda olsun', 'yapılacaklar listesi' hazırlamak istedim. Yani birkaç cici kafe, alışveriş yapılabilecek orijinal minik mağaza, çocukların oynayabileceği park tarzı vb. anlamında öneriler sıralamak isterim.
Öncelikle, gidildiğinde ilk ziyaret edilmesi gereken yerin Del Mar'ın, İzmir jargonuyla ifade edecek olursam, kordonu :) yani deniz kenarı-kıyısı, sahil şeridi, plajı vb. her nasıl söylenmesi daha doğruysa orası olaraktan, tam ifadesiyle Powerhouse Park ya da az ilersindeki Seagrove Park.
Neden derseniz, bi kere koskoca Pasifik Okyanusu'nun kıyısında! Bir o kadar büyüklükte bir kumsal ve onun gerisinde uzanan çimler. En ilginci de hemen dibindeki tren yolu! İşte onu gördüğünüzde neden Snowpiercer filminin anca böyle bir ülkede yaşayan birinin yaratıcılığının ürünü olduğunu anlıyorsunuz. Plajın geneli için ise şunu söylemem gerekir ki tam bir Amerikan sahnesi vuku buluyor. Barbekü yapan büyük Meksika aileleri ve Amerikan futbolu oynayan beyaz Amerikalılar!, dersten çıkan ya da kaçan gençler, kitap okuyan turistler, sörf yapan insanüstüler!.. ne ararsanız bir arada desem :)
Plajdan çıkıp yolun karşı kıyısına geçerseniz de kendinizi lank diye şehrin tam göbeğinde buluyorsunuz. Kırmızı ışıktan geçip sizi tam karşıdaki minik ama çok tatlı kompleks Del Mar Plaza'ya atarsanız, mesela Smash Burger'da hamburger sırası beklerken bikinili, flip floplu kızlarımızla karşılaşabilirsiniz. Bir İzmirli olarak ben bile garipsedim ya varın siz düşünün :)
Bu arada büyük bir parantez açıp Del Mar Plaza'yı detaylandırmam ve gitmenizi salık vermem gerek. Çünkü çok tarz ve kompakt. Öyle ki, burger'ları çok lezzetli olmasa da Smash Burger'ın önündeki bahçe tam, tabiri caizse, piyasa yapmalık! Saatlerce oturup bakınıp gelen geçeni, tiplerin, hayatın kozmopolitliğini süper gözlemleyebilirsiniz.
Oradan çıkıp benim dehşet sevdiğim Urban Girl Accessories adlı mağazaya uğrayabilirdiniz. Çok ünlü olmayan ama bilenin bildiği, lokal tasarım mağazalarının / markalarının çok orijinal ürünlerini bulabileceğiniz süper keyifli bir mağaza/butik. Giysi, aksesuar, kartlar, kalemler, mumlar, bez çantalar, ev dekorasyonu ürünleri, takılar vb. pek çok ürüne tek yerden ulaşabilir, harika hatıra parçalar bulabilirsiniz. Zaten burada hepsi birbirinden farklı ürünleri, markaları barındıran üç butik var ve başka eyalettede yoklar.
Onun hemen yanında da çok zarif bir Banana Republic var. Ayak üstü geçerken, spor yaparken şak diye uğrayıp çok tarz parçaları, hiç avm kalabalıklarına girmeden rahatça almak için çok yerinde bir noktada. Oradan çıkıp bi kahve derseniz de köşeden karşıya geçip Starbucks Camino Del Mar [1435]'a geçiyoruz, zira gittiğim en keyiflilerinden biri. Hem içi hem bahçesi süper. Burası da saatlerce bakınmalık, bilgisayarda çalışmalık, kitap okumalık. Böyle tarz ve keyifli bir Starbucks'ı görmelisiniz. Bu arada aynı cadde üzerinde ilerlediğinizde başka çok cici kafeler, minik restoranlar ve şehrin ücretsiz rehber kitaplarını / broşürlerini / haritalarını da rahatlıkla bulabileceğinizi söyleyebilirim.
Ve esas bahsetmek istediğim yer ise, siz de ben ve ablam gibi arada kalmış, gizli, bilenin bildiği, hem kendisi orijinal hem de sağlıklı içecek ve yiyecekler bulabileceğiniz butik kafeleri seviyorsanız, bu caddenin tam arkasında, okyanuz manzaralı evlerin arasında kalmış, çok tatlı bir bahçe içindeki bir gizli 'ev/villa kafe' olan Stratford Cafe'ye kesinlikle uğranılmayı hak ediyor. Burada bakınamazsınız insanlara ama her detayını incelemek isteyeceğiniz, resmen mini bir koru içinde, kuş sesleri ve okyanus esintisiyle çoook keyifli vakit geçirmek garanti. Biz çok ama çok sevdik. Söylemesi bizden :)
Madem cici kafeler olayına girdim, ordan devam edeyim o zaman. Hatta sondan başa gideyim. Öyle ki Panakini adlı kafeye, dönmeden önceki gün gittik. O kadar tatlı, orijinal, bohem, cozy ki anlatamam. Kesinlikle 'must go' kafe. Kendi halindeki gayet salaş ve rahat bahçesi, masaları ile tam benlik, tam bizlik (ablacığımla) bir kafe idi.
Gündüz saatlerinin cici kafelerinden biri de, o ünlü filmle aynı adı paylaşan ve paylaşmakla kalmayıp aynı ismindeki ifade gibi çok güzel bir manzaraya sahip olan Bella Vista Social Club and Caffe. Kendisi bir İtalyan kafesi aslında. Nitekim, bizim gibi, siz de gittiğinizde sahiplerini (o sevimli İtalyan çifti ve çocuklarını) orada görmeniz çok mümkün. Nitekim hem onların varlığı hem ortamın rahat dekorasyonu ile kendinizi onların evine yemeğe gitmiş gibi hissediyorsunuz. Güzel okyanus manzarası, fakülte kampüsünde yer almasının yarattığı entelektüel atmosferin zarafeti + huzuru (en azından benim için), yine lokasyonu bazlı olarak sağlıklı-yeşil-vegan çeşitlere de sahip olmasının güzelliği yanında bizim için ön plana çıkan iki güzelliği oldu. İlki, (burada bulmanız maden bulmak kadar değerli olduğunu bilenin bileceği üzere) İstanbul isimli bir sucuklu yumurtalarının olması ve ikincisi de geniş koltuğun yanında geniş bir kahve sehpasının üzerindeki dergilerin oluşturduğu köşesi oldu. Zira sucukları ve krepleri höplettikten sonra, güneş çıkınca içeri koltuğa geçip sürekli tazelenen kahvelerimiz eşliğinde, bizi kimse rahatsız etmeden dergi-sohbet olayına girmek dehşet keyifliydi.
Diğer bir güzellik ise biraz şıkır bi güzellik; Searsucker. Her ne kadar Texas havasında dekore edilmiş olsa da (boğalar, kırmızılar vb), mermer masaları, cam mumlukları, şık sunum servisleri ile tam kendini şımartmalık geceler için ideal bir kafe-restorandı. Ve sanırım geç vakte kadar açık olan birkaç! lokasyondan biriydi. Zira biz başka bir yerde yedikten sonra, gece 11 gibi sadece kahve ve tatlı için gitmiştik. Biraz garipsediler ama bayağı kalabalıktı (yemeğini bitirip sohbete devam edenler nedeniyle). Bizim de çok hoşumuza gitti.
Başka bir mekan, Opera Cafe ise gündüz 3'e kadar açık olan (evet yanlış okumadınız 3..üç..) bir kafe. Etrafındaki gökdelenlerde çalışanların standart yemeklerinden sıkılırlarsa ya da sadece yemek sonrası, Starbucks dışındaki bir yerde kahve içip, bahçesinde hava almak için uğradıkları bir yer. Zira biz de Starbuck dışında bir yerde kahve içip cici tatlılarından yemek için geldiydi. Ancak salatalarını görünce denemeden edemedik, çok da memnun kaldık. Tabii asıl olayı içerdeki avizeleri idi! bir avize manyağı için kafadan kalbimi çaldı diyebilirim, rahatlıkla :)
Yemeklerini duyup denemeye gittiğimiz ve lezzetlerine, konseptine resmen aşık olduğumuz kafe ise UTC Westfield adlı açık alışveriş merkezindeki (bizim Forum AVM konseptli) Lemonade Cafe oldu. Sanırsak LA'de imiş flagship store'ları ve orada çok ünlenince buraya da açılmış. Sarı renklere bürünmüş dekorasyonu içinde işleyen konsepti şöyle; aynı bizdeki yol üstü otobüs molalarında girdiğimiz, sulu yemeklerinden seçtiğimiz yerler gibi ancak hepsi doğal-organik ve çoğu eklektik, bir nevi de füzyon dediklerinden. 6 çeşit ya da daha fazlası için standart bi fiyat ödeyip ona göre o kadar çeşit olacak kadar, yemek çeşitlerinden alıyorsunuz. Ama nasıl diyim size, mesela biz edamame salatası, kinoa salatası, tabuli, avokado gibi şeyler aldı. Hem soğuk çeşit kısmı, hem sıcak çeşit kısmı var. Bunlara da renkli renkli ama tabii ki organik-doğal-kendi yapımları limonatalar eşik ediyor. Böylece sağlıkla donattığınız tepsinizi alıp ister içerdeki minik beyaz-sarı masalarında, ister paket yaptırıp evinizde, isterseniz de dışardaki minik bahçesinde California güneşi ;) altında keyif yaparak hüpletiyorsunuz. Kesiiiiin deneyin diyoruz ;)
Hazır UTC Westfield'tan bahsediyorken o lokasyondaki noktalardan devam ediyorum :) Bu bağlamda bir diğer cici yer ise İtalyan Gelatocu :) Sadece dondurma ve kahve var desem, hem de organik ve kendi yapımları! Halaluya! Zira tabii ki öyle, çünkü CA'dayız beybi! :) Yakışıklı çalışanları da cabası :) Diğer kahve stop ise UTC Westfield'in tam girişinde ortadaki kahveci. Görmemek mümkün değil, kabah gibi tam ortada, tüm yolların ortasında, başlangıcında :) Sadece kahve ve minik kurabiye tarzı atıştırmalıkları var. Özü ise tabii ki Starbucks dışında bi yerde kahve keyfi. Çünkü gerçek başka yerde içebilmek çok zor. Hem yok, hem olunca pahalı. Starbucks'tan pahalı oluyor yani! Düşünün artık!
Bir de unutmadan UTC Westfield'nin, kelimenin tam anlamıyla göbeğinde yer alan yerde ise bi cupcake'çi var. Ben deneyemedim ama siz bakın derim. Zira sahibi, şu meşhur Cupcake Savaşları yarışma programının birincilerindenmiş! Zaten tipi ve kek tasarımlarıyla 'gel ye beni' diyor. :) Ben çok şekerli bulduğum ve duyduğuma göre acayip pahalı olduğu için yemedim. O yüzden tadına bişi diyemiycem :)
Hazır UTC Westfield'ten bahsediyorken, kafelere biraz ara verip alışveriş olayına girsem diyorum, ne diyorsunuz?! Yeah baby :)
Öncelik tabii ki Gap. Zira bence gündelik hayatın ve klasik giyimin en zarif markası. Nedense çok anlamsız bir şekilde, bize her ürünü gelmediği gibi fiyatları acayip uçuk. Evet ABD'de de çok ucuz değil ancak erişebilir bir fiyat skalasına sahip. En azından çok sık, çok iyi indirim dönemleri oluyor. Ürünlerinin kalitesi ve zamansızlığı süper. Favorilerim; klasik hırkaları, askılı atletleri, üstüne oturan-yüzde yüz pamuklu tişörtleri. Ara ara çok tarz takıları ve çantaları da oturuyor. Kot şortu bana pek olmadı ancak kesim-model kaynaklı olabilir. Onun dışında her şeyi, cuk, tam üstüme otururcasına uyumlu çıktı. Eskiye kadar delicesine giydiğim yegane ürünün sahibi marka vallahi. Outlet moutlet, ne mağazasını görürseniz dalın derim. Olmadı oradayken hazır uluslararası kargo olayına girmeden internet sitesine de mutlaka bakın.
En sevdiğim ikinci Amerikan markası ise AEO nam-ı diğer American Eagle. Yani Amerikan kartalı :) Logosundan mütevellit tüm kartallı tişörtleri, bir karakartaliçe olarak en favorim. Onun dışında kotları çok iyi. Hem şort hem jean olarak kullandım, dehşet memnunum, çok kaliteli. Onun da takıları, çantaları çok orijinal. Ara ara sık sık kontrol edin. Çok güzel parçalar bulabilirsiniz. İç çamaşırları ve bikinileri de cabası. İnternet sitesine de bakın çünkü bazen sırf sitelerine özel, mağazaya düşmeyen parçaları oluyor. Bir kere dehşet bir çift taraflı! hemi de pamulu-boyfriend-ekose gömlek yakalamışlığım var.
Forever21 ise klasiklerden biridir. Cicili elbiseleri konusunda çok severim. Bi de Disney karakterli, lisanslı sweatshirt vb. parçaları çok orijinal oluyor. Ancak favorim elbiseleri. Tam yazlık. Tam İzmir'lik ;)
Victoria's Secret, tabii ki ABD alışverişlerinin bir numaralı adreslerinden. Zira benim için öyle. Cennet ayol cennet :) Şaka bi yana beden ve kesimleri bana çok uyuyor ve çok severek kullanıyorum. Atılacak kadar eskiye kadar kullandığım için pahalı modellerinden alsam da parasını sonuna kadar çıkarıyor. Ancak iç çamaşırı dışındaki giyim ürünlerinden pek memnun kalmışlığım yok. Zaten pason markalardan çoğu. Onları pas geçin derim. Onun dışında, kendinize uygun olan bedenini bulana kadar deneyin, sonra bulup alınca zaten vazgeçemezsiniz diyorum ;)
Free People ise çok tarz, çok orijinal, tam boho stili ancak dehşet pahalı bir marka. Sırf göz zevkiniz ve fikir edinmek için girin derim. Zira ben birkaç kez bir şeyler almama rağmen geri verdim. Çünkü manken vücutlu olmadıkça asla üzerinizde, resimlerindeki gibi durmayan tek marka diyebilirim! Yani hiç mi yakışmaz bu kadar. Çok ince, çok uzun ve çok küçük göğüslü olmadığınız müddetçe çok zor derim. Ancak dilerseniz şansınızı deneyin.
Geppetto ise çocuklar için dehşet keyifli bir oyuncakçı. En azından benim yeğenlerim için :) Çok orijinal ve yaratıcı oyuncaklar, oyunlar, aktivite setleri bulabilirsiniz.
Bir de alışveriş merkezi demişken; içinde Apple Store da olan ve daha lüks mağazaların (bknz. Kate Spade) bulunduğu bir diğer popüler yer ise Fashion Valley. Kanyon AVM'nin daha büyük hali gibi. İki katlı, sineması, hatta orijinal Lego Store'u da olan güzel bir yer. Ancak aklınızda olsun, Türk kaynıyor! Konuşmalarınıza dikkat edin, deeermişim :) Duyan gelmiş cinsinden nüfus bizden tarafa. [Bu arada yeri gelmişken; nedense yurt dışında karşılaşan çoğu Türk, selamlaşmaktan aciz! Tanımamış, duymamış, görmemiş yapan yapana. Sebebini bilen söylesin vallahi. Çok komik oluyor, elalemlerde.]
Whole Foods ise organik yiyecek alışverişinin bir numaralı adresi. Sebze-meyveden makyaja, giyimden tamamlayıcı tıp ilaçlarına, oyuncaktan atıştırmalıklara, temizlik-kişisel bakım ürünlerinden sıcak yemeğe kadar her şey ama her şeyin orijinal, organik muadil markasını bulabilirsiniz. Bir vaha sizin anlayacağınız. Tüm organik makyaj ve kişisel bakım ürünlerinizi, vitaminleri, hatta fair trade organik pamuk giysileri ve takıları da buradan bakıyorum direkt. Kesinlikle ama kesinlikle uğrayın. Hiç olmadı nasıl bir konsept olduğunu, neleri kaçırdığımızı görmek için.
Bir de aklınızda olsun Whole Foods dışında, Sprouts adlı bir doğal-organik market zinciri daha var. Fiyatları da Whole Foods’a göre biraz daha uygun. Ayrıca farklı markalar da geliyor, öbüründe bulamayacağınız. Hatta ben daha keyifli buluyorum Sprouts’u. Bir boy daha küçük olduğu için ve yerleşim düzeni nedeniyle bana çok derli toplu geliyor. Bakınırken de çok kolay. Bir de arada, kahve reyonuna gelen kahvelerin ücretsiz tadımları oluyor, işte o beni kalbimden vuruyor. Böyle minik bi masa koyuyor. Üstüne termosunda yeni demlenmiş kahve, yanında sütü, şekeri, kreması. Oooh alıyorsun eline içe içe, bakına bakına alışveriş yapıyorsun. Hatta sırf süt koyarak çocuklara da oyalanmacılık çıkıyor. Hatta çıkarken bir daha ‘refill’liyorsun :p arabaya da alıp gidiyorsun ya değmeyin keyfime :) 
Sağlık yeme-içme restoranı-kafesi diyince akla gelen ilk yer ise Souplantation. Aslında adından da anlaşılacağı gibi bir nevi sağlıklı çorbacı olur kendileri. Ancak konsepti genişletip sağlıklı fast-food zinciri olmuşlar. İtalyan, Amerikan, Fransız, Meksika vd. mutfakların kolay, hep beğenilir lezzetlerini, sürümden kazanırcasına üretip satan bir kafe-restoran karışımı yer. Ya da yol kenarı lokanta diyebiliriz. Girerken standart kişi başı bi fiyat ödüyorsunuz 14-15 $ gibi, sonra neyi, ne kadar isterseniz doyasıya yiyorsunuz. Gidip gidip tepeleme salata doldurabilir, tabak tabak çorba içebilir ya da sıcak yemeklerden alabilirsiniz. Self-service her bir şeyi. Çok temiz ve çok da kaliteli. Sağlıklı yemekler ön planda. Tost, hamburger yok. Bildiğin (ama Amerikalılar'ın yapamadığı, ev tipi yemekler) sıcak yemekler var hep. Ve bizim en sevdiğimiz de salata büfesi. Ne ararsan var. Ha bi de çok güzel, kendi yapımları limonataları. Mutlaka içmelisiniz. Hamur işi ya da en sağlıksızı diyebileceğiniz şey, minik kare pizzaları ve foccacio tarzı mini puf ekmekleri! O kadar yani. Bence Canan Karatay gitse çok beğenir. :) Hem ailecek saatlerce, yayıla yayıla, sallana sallana rahatça yiyebilirsiniz. Çocuklar da çok sever, zira rahatça kendileri gidip her istediklerinden alıp alıp geliyorlar. Rahatça döke döke de yiyorlar. Çünkü sağ olsun sürekli etrafı toplayıp temizleyen görevlileri var. Günün her saati kalabalık da. Bir nevi insan yüzü görüyorsunuz! Zira bilen bilir, oralarda sokakta bırakın insanı, canlı görmek zor! Kısacası diğer bir 'must go place' ;)
Diğer yandan, az turistik cinsinden, bir gece gezmesi planı uygulamak isterseniz, beni de aynı amaçtan mütevelli götürdükleri 'Little Italy' olabilir. Bağdat Caddesi kıvamında uzun bir caddenin her iki tarafında, İtalyan ağırlıklı kafe ve restoranlar var, geç saatlere kadar açıklar. Zira Amerika'da bu tip bir muhit ve canlılık bulmak zor olduğu, alışık olunmadığı için burası onlara 'outing'lik oluyor.
Orada, sağ olsun Ebru arkadaşımızın götürdüğü Extraordinary Desserts adlı kafe-pastane karışımı yer ise tatlıları ile meşhur, oldukça büyük, hatta hangar gibi bir yer. Çok güzel tatlıları ve her şeyden öte onların süslemeleri ile meşhur. Bir de 'iDesert' diye bi tatlıcı-kafe var ki, onu da sırf nasıl işlerlik gösteren bir yer olduğunu görmek için ziyaret etmelisiniz. Zira beni de sırf o yüzden götürdüler. Öyle ki, ipad tipli ekranlardan tatlınızı sipariş veriyor, dilerseniz yine o ekran üzerinden kartınızla/paypal'ınızla ödüyorsunuz. Size verilen sıra numarasını bekliyor ve tatlınızı alıyorsunuz. Ben seçeneklerde neyin ne olduğunu bilmediğim için kendime yaparken alamadım ama siz sakın unutmayın, bir seçenek var, onu seçerseniz (bu arada her 'add on' ekstra para demek), böyle çok enteresan bir şekilde üzerinden duman tüter gibi çıkan bir gaz fışkırtarak geliyor! Zaten bu haliyle patentli bir mevzu söz konusuymuş. Bikaç yerde dükkanları varmış. Netten girip daha doğru bakabilirsiniz, ben nasıl anlatacağımı bilemedim zira :)
Turistik diyince, gidebildiğim yegane lokasyon La Jolla (bizim Bebek gibi) bölgesindeki Seafox Cove idi. O yüzden sizin de gidilecekler listesine ekleyebilirsiniz. Çünkü insan kaç kere ve kaç yerde, malak gibi yatıp güneşlenen deniz foku aileleri görebilir ki! :) Ancak olay harbiden, kelimenin tam anlamıyla öyle. Böyle bi uçurumun dibinde bir koy var. Kayalar var koca koca. O manyaklardan Pixar filmindeymiş gibi sudan çıkıp çıkıp, kayalara yatıp ööööle tüm gün güneşleniyor. Siz de tepeden onlara bakıp paso foto çekip, 'ay şu çılgına bak, bu tipe' bak diyip diyip birbirinizi dürtüyosunuz. Aralarda ayaklarınıza paso sincap da dolanıyor. Doğadan uzakta yaşayan bir şehirligiller için de oluyo size cillop gibi turistik doğa aktivitesi :) Yazık kız bize :)

Bu arada, orada iken gittiğim / yaptığım birkaç diğer mekan / aktiviteyi ise kısa kısa özetleyecek olursam:
Bir gece, çok sürpriz bir şekilde taa oralara gelen Yeni Türkü grubunu, Balboa Park’ın içinde gökkubbe tarzı dehşet orijinal, minik ve sadece böyle etnik konserlere ayrılan, cottage tipi ‘WorldBeat Center adlı bir mekanda izleme şansımız oldu. Gece 10’da, kapanma saatini çoktan geçmiş, fuar alanı gibi heyhula bir arazinin minik bi köşesinde, sessiz sakin konseri bekleyen bir grup Türk’ü görmek, onlarla olmak çok enteresan bir atmosferdi :)
Onun dışında, sağ olsun yeğenlerim vesilesiyle birçok yeni animasyonu, çıktığı gün sinemada seyretmek çok keyifliydi. Hani biz sinema bileti fiyatlarına kızıyoruz ya siz bi de orada görün! Oha falan yani. Çocuk mocuk indirimi de yok. Neden Netflix ve türevlerin çıktığını daha iyi anlıyorsunuz. Bu arada, arasız film seyretmek çok fena. Ben mola mefhumunu seviyorum şahsen, ne acelemiz var ayol. Zaten kırk yılda bir kalkıp sosyalleşmeye gitmişiz. Manyak bunlar :) Mola verin kardeşim :) Fiziksel olarak da bizim salonlardan hiçbir farkı yok, dümdüz düz ayak girişleri hariç!!!!
Düz giriş deyince bizden bir diğer fark da binanın eski ya da yeni olması fark etmeden hep düz ve kolay olması durumu var. Mesela gittiğimiz bir diğer sinema ise Hillcrest oldu. Bilen bilir, zira ben bilmiyordum. Buraların LGBT komünitesinin yaşam alanı gibi bir şey. Bir nevi acaba burada mı topladılar diye düşünmedim değil. Çok üzülürüm eğer öyle ise. Ancak diğer yandan doğal olarak burası bir sanat alanı gibi evrilmiş. Öyle ki gittiğimiz bu sinema aynı bizdeki eski usul sinemalar gibi. Mini salonu, mini fuayesi, mini büfesi, klasik gişesi ile. Hatta girişinde bir masaya, gelecek filmlerin tanıtımı anlamında yüzlerce afiş-karpostal koymuşlardı. Çokkkkk eskiden bizde de vardı hatırlarsınız. Ve ben bayılırdım. Doğal olarak hepsinden birer tane topladım :) Çıkışta da bu sefer koca kutuların içinde, hali hazırda gösterimi biten ya da yeni olan ya da gelecek tonla filmin posterini bırakmışlar. Dileğen dilediği kadarını öööle alıyo gidiyo! Bizde olsa 10 liradan satarlar :) Ee tabii ondan da birkaç tane alındı ;) Salonun eski usul güzelliğinin yanında gelen filmler de kapitalist sinema komplekslerinde gösterim şansı bulamayan belgeseller (bizim gittiğimiz ‘The First Monday in May’ gibi) veya festival filmleri şeklinde zaten. Ki bu konsept benim ennn sevdiğim cins. O yüzden Hillcrest aklınızda olsun (zaten sokaklarda yüzlerce gökkuşağı bayrağı görmeye başladığınızda orada olduğunuzu anlıyorsunuz ;) ) bence otantik bir sinema salonunu yeniden tecrübe etmek için uğrayın. Ne de olsa mutlaka, yolu bize düşmemiş güzel bir orijinal filmin gösterimi vardır. Bu arada unutmadan ben, ilgili sinemanın internet sitesinde katıldığımız bir ‘giveaway’ ile kazanmıştım bu filme 2 bilet! Hem de ertesi günü gösterime girmeden, gala niyetine bir gece önceden izlemiş olduk. Öyle deal’lar çok oluyor, yakalayın derim. Aynı bi 20 sene önce üniversite döneminde, kazandığım tonla öngösterim zamanları gibi oldu. Ablamla amma güzel bir sürü film görme şansımız olmuştu. Hey gidi günler. Yaşlandık işte mirim ;)
Hazır eski binaların otantikliğinden söz açılmışken, küçük bir paragrafla, downtown’daki Jacobs Music Center binasına da değinmek isterim. Geçtiğimiz sene Shakespear’in 400. ölüm yıldönümü olduğu için yapılan tonla anma etkinliğinden biri olarak bizim de, yeğenimin okulu vesilesiyle ‘Much Ado About Nothing’ eserinin büyükler-çocuklar karışık, oldukça orijinal bir sahnelenmesini izledik. Bizim minikler için az biraz uzun sürse de benim için deli keyifliydi. Orta okulda, müzik ödevi sayesinde, o muhteşem Elhamra Sarayı’nda gittiğim ilk opera-baleler geldi. O zaman öyle bir büyülenmiştim ki o sihir benim için hiç bitmedi, çok şükür. Onun gibi muhteşem Vercelli Opera Binası’nda da aynı heyecanı hissetmiştim. Bunda da öyle oldu. Özellikle sahne ve koltukların üçünde de o otantik, nostaljik havası beni mahvetti. Bir de benim için bonus cinsinden dümdüz ayak olması ise (hadi hakkını yemeyim bizim Elhamra’nın zemin katı ve Vercelli’nin girişi de düzdü) beni tabii ki pek mesut etti ;) Bence burası da (Copley Hall salonu) aklınızda olsun, güzel bir eser denk gelir şansınıza hiç düşünmeyin girin derim ;)
Birch Aquarium at Scripps  - La Jolla adlı akvaryuma ise sağ olsun Rüzgar’cım sayesinde gittim. Bir gün yine hayvan severliği ve bana da gösterme arzusu depreşince canımın içinin, nasıl olduğunu anlamadan, sabahın 10’unda kendimizi kapısında bulduk! Ancak tek delinin biz olmadığını, gişede kuyruk bekleyince gördük! Bu arada aklınızda olsun, o an hemen Foursquare-Swarm’da yaptığınız check-in ile anında, çok iyi indirim kazanıyorsunuz. Yoksa normalde biraz pahalı ancak ilk kez böyle bir ‘deal’ kullanarak, sanal cinsinden, süper iyi bir toplama girdik ;) İçerisi çok büyük olmayan ancak her türlü deniz hayvanını, çok yakından ve çok güzel bir düzende izleyebildiğiniz; çocuklar için de interaktif katılımlarla bayağı bilgilendirici sunumların da olduğu keyifli bir akvaryum gezisi oldu. Hatta bir saati varmış, onu yakaladık tesadüfen ve köpek balıklarını canlı canlı balıkadamların besleyişini izledik :)
Bu arada, biz o gün gidemedik ancak oraya yakın çok tatlı bir kafe var, ondan da bahsetmiş olayım. Böyle koskoca Pasifik Okyanusu’na nazır, kendi halinde, sessiz sakin ama tabiri caizse ‘cool’ bi kafe ;) Yemekleri de hem sağlıklı ama hem leziz. Fiyatları biraz yüksek ancak kırk yılda bir kıyılabilir. Bilenler bilir, nedense Amerika’da bizdeki gibi denizin dibinde bi kafe bulmak mümkün değil. Hep böyle arada illa heyhula bi plaj olacak, sen öööle uzaktan bakıcan. Burası da öyle ancak palmiyeler falan tam film gibi bi mekan. Zaten okyanus bilimi fakültesinin kampüsünde desem! Adresi: Caroline's Seaside Café by Giuseppe is located on the UCSD Scripps Institution of Oceanography campus in the Seaside Forum.
Adres diyince, bu kafenin ve akvaryumun bulunduğu caddenin adı değişmiş, ablamın ilettiği üzere. Zaten kıyıda, ağaçların arasında, gizli bahçe gibi bir lokasyonda ikisi de. GPS’e koyunca ne Apple Maps ne Google Maps o dönem güncellenmediği için ulaştıramadı. El yordamı, sora sora bulduk. Aklınızda olsun. Ancak Outlander’daki Jamie tipli Meksikalı, asla işçi olduklarına ikna olamayacağınız orman görevlilerine sormak da ayrı güzel ;) diyim ben size :)
Denize uzaklık değince, son hafta gittiğimiz tatliş bir deniz ürünleri kafe-restoranı Ki's Restaurant-Cardiff idi. Rampasını çıkarken 3 katlı binayı çıkmış kadar mesafe kaydettiğim mekan (ama olsun rampası var mı var ;) ) yine kendi halinde, çok leziz, sakin, okyanusu bir kumsal ve bir otoyol uzaktan! Ancak rahatça, geniş geniş seyr-ü sefa eğleyebileceğiniz keyifli bir yer. Hatta çocuk menüsü de var ve çocuklar da sıkılmadı. Ha bi de şaka gibi ama self-service idi :)
Hazır konu açılmışken denize uzaklık noktasında bir yerden daha bahsedeyim o zaman. O da gece gittiğimiz ikinci ve son yer olan C Level Lounge – Harbor Island idi. Hani İstanbul’daki boğaz kenarı gece çıkmalık mekanların Amerikan versiyonu idi. Bak burası, Emek Kafe gibi yakındı, zaten karşısı da ışıklı ışıklı bir nevi boğazdı ancak tabi okyanusun bir ürkütücü derinlik ve karanlığı vardı. Bizim gibi denizi içinden ışıklandırmamışlardı. Ancak belki de mekan lounge tipi olduğu için loş olduğundan bilerek öyle bırakılmıştı. Kendine özgü güzelliği içinde ise keyifli bir yerdi. Tabii bizim yegane girls’ night out’larımızdan birine (hatta benim bye bye yemeğimdi :( ) ev sahipliği yaptığı için, kızlarlayken çok eğlendim :) Amerikan tipi date night-outing için ideal yer keşfi için aklınızda olsun o zaman derim ;)
O zaman kızlar gecesinden bahsetmişken bi tane de girls’ day out günündeki keyifli bir kafeden bahsetmeden geçmeyin; Claire’s on Cedros-Solana Beach. Çok güzel bir bahçe içinde, ağaçlar içindeki çok güzel bir kafe kendileri. Hani böyle modern bir köşk bahçesinde kahvaltıya gider gibi gittik zati biz de çocuklarla. Çeşit çeşit çiçekler, otantik egzantrik egzotik bitkiler arasında birbirini çok görmeyen, gizli bahçe köşeleri gibi noktalarda konuşlanmış tahta masalarda oturmak çok güzeldi. Hem yediklerimiz lezizdi, hem de resmini çekmeden duramadığım hesapla birlikte gelen kalp kurabiyeler gibi özenle hazırlanmış tabaklar da çok mu çok hoştu. Hatta Ebru’cuğun bize dediğine göre, hafta sonu ve özel günlerde çok kalabalık olduğu için rezervasyon yapılıyormuş, aklınızda olsun ;)
Bu arada sıra sıra yiyecek yerlerinden bahsetmişken bir Amerikan klasiği (imiş meğer) İhop olayına da girmedik değil. Böyle filmlerde gördüğümüz sıra sıra bank gibi koltukları olan, bazı masaları loca gibi kabin şeklinde olan; klasik Amerikan kahvaltısı – öğle yemeği için yemelik yemekleri olan bir yer kendisi. Her türlü yumurtanın yapıldığı, yanına tavuktu, pastırma! idi ne isterseniz attırıverdiğiniz, ee en güzeli de istediğin kadar avokado alabildiğin ;), e tabii bol çeşitli pankeki olan ama en güzeli, bi bardak için ödeyip sınırsız, sürekli filtre kahvenin bardağınıza boca edildiği, özellikle tam da çocuklarla rahatça gitmelik, zaten onların da çok sevdiği bir mekan iHop. Hani Starbucks yokken en baba klasik Amerika kafesi diyim ben size ;) Zaten pıtırcık gibi her yerde varlar çokça, fiyatları da uygun; o yüzden bi uğrarsınız bi ara ;)
Yeme-içme bazında son olarak ise bir marka ya da mekâna bağlı kalmaksızın tadabileceğiniz Amerikan klasiklerinden aklıma gelen ya da daha doğrusu benim yeni tattığım birkaç lezzeti daha şöyle sıralayabilirim: - Biz Pacific 33 diye lounge/bar tipi bir mekânda yemiştik ama siz de meşhur happy hour mefhumu olan bir yerde, fix bir içecek (illa alkollü olmak zorunda da değil, ben alkolsüz bir kokteyl almıştım) fiyatı ödeyip yanında sınırsız ve çok çeşitli (ki genelde 7 çeşit falan) bizim mezeler gibi aperatifler yeme olayına girin mutlaka. Suşi, kalamar, cips, guakemola gibi tatları farklı bir mutfaktan yemek çok eğlenceli.
- Starbucks’ın ne yazık ki bize getirmediği o kadar çok farklı tuzlu-tatlı yiyecek çeşidi var ki hepsine bayılıyorum. Mesela bu resimdeki taze meyveli parfeler olay. Meyvesini, çıtır malzemesi vb. kendiniz karıştırıyorsunuz yoğurda. Hem çok leziz, hem çok sağlıklı. Resmi burada olmayan kahvaltı / öğle yemeği tabakları var (bölmeli falan) onlar da olay. İçinde sağlıklı dürümü, salatalığı, havuzu, üzümü, yumurtası, bademi, yoğurdu vb. çok tatlı mini lezzetler dolu.
- Onun dışında ise bildiğiniz üzere yakın dönemde bize de sirayet etmiş olan bir meyveli yoğurt mefhumu meşhur. Bizde zaten hali hazırda yaz mevsiminin bir dondurma geleneği olsa da onlardaki dondurma olayı, arada yenen, az biraz pahalı olan ve hep İtalyan dondurması diye geçen dondurmalar ile sınırlı. O yüzden de sanırım onlar kendi serin atıştırmalıklarını yapmak istemiş ve ortaya, tonla farklı marka adıyla satın meyveli yoğurtlar çıkmış. Benim yeğenler bayılıyo. Abuk sabuk jelibon şeker dahi attırtık (bizi delirtip) yiyor. Ben de sevdim ama full cup’ı çok geliyor ve genelde sade klasikleri yiyebiliyorum. Ama siz de bir klasik kontenjanından tadın derim ;)
- Fazla şeker/tatlı hastası bir kültürden beklenir şekilde bir de ‘baked bear’ :) diye bir markanın; bizim keten helva arası dondurma olayının, donut! arası dondurma versiyonunu gördük! Yetmiyormuş gibi, tabaktaki şeklinin üstüne bir de bonibon attırıyolar! siz düşünün artık. Sadece 1 kez, 1 gıdım tadın yeter derim :) Zati bitirmek na mümkün!
- O kadar tatlıdan sonra ise bi gün ‘fish&chips’ olayına ve e tabii eliniz mahkum ‘taco thusday’ klasiğine girmezseniz olmaz :) Biz bi gün ‘harbour’ dedikleri yerde ‘Tin Fish Gaslamp’ diye bi mekânda yediydi. Uygun fiyatlı ve çok salaş bi yerdi. Hemi de (gidemesek de) meşhur ComicCon’ların yapıldığı San Diego Convention Center’ın dibinde! Bir de adreste de görünen ‘gaslamp’ adlı bölge, bizdeki Kıbrıs Şehitleri, Bağdat Cadde, Bebek-Nispetiye gibi en popüler downtown denilen yerde! O yüzden o bölgeye giderseniz gidilecek tonla mekân var ;)
Bu kadar yemek yeter :) diyip son olarak size San Diego Country Fair adlı etkinlikten bahsetmek istiyorum. Olur da ziyaretiniz süre zarfına denk gelirse, gidebileceğiniz, oranın gelenekselleşmiş aktivitelerinden biri kendileri. Zira duyduğumuza göre, bizim 60-70’li yıllardaki İzmir fuarı gibi, Amerika’nın çeşitli bölgelerinden aileler, sırf bu panayır (evet kesinlikle tam karşılığı bu) için her yıl Del Mar’a geldiğini duyduk. Bu sene de sanırım 150. yıldönümü ertesi olması vesilesiyle konsepti Alice Harikalar Diyarında idi. Etrafta hikâyenin karakterlerinin kostümüne bürünmüş kişiler ve sahneler görmek mümkündü. Giriş kapısı da heyula bir şekilde konsepti gözünüze sokuyordu zaten. Bi de duyduğumuza göre (ve sonrasında da tecrübe ettiğimiz üzere) bu fuarın en ilgi çekici yeri çılgın tat ve çeşide sahip, bizdeki sokak satıcısı tipindeki yiyecek ve içecek stantları idi (öyle yani). Ancak şahsen bizim için fazla ötesi yağlı, şekerli ve büyük ebatta olduğu, çok da hijyenik görmediğimiz için klasik tatlardan çıkmadık. Yalnız eski tip oyuncaklarda, mesela çarpışan arabalar, büyüten aynalar, balık avlamaca, minik dönen dolaplar, dağ-duvar tırmanışı, çocuk tipi bungie-jumping, korku tüneli, top atıp oyuncak kazanma, mini roller-coaster vb. aktiviteler çocuklara çokkk eğlenceli geldi. Biz de eski usul teleferik benzeri araçla, fuar alanını yukardan gezmekle yetindik. Alan diyince, dehşet büyük olduğu için, yürüteç ve tonla molaya rağmen çok yorulduk. Ancak onlara dair bir ‘tradition’ı görmüş olduk ;) Bi de son olarak gideceklere, (bana kolaylık sağladıkları için sağ olsunlar, biz çok çekmesek de) büyük bir otopark sorunsalı olduğunu (daha doğru çok uzakta park etmeli, yürümeli, zor yer bulmalı), bir de hafif yüksek bilet fiyatları açısından, alımı önceden, tonla kupon vb. ‘deal’ dedikleri mefhumla ucuza getirmeyi mutlaka yapmaları gerektiğini not düşmem lazım ;)
İşte benden böylelik. En başta dediğim gibi unortodox bir gezi durumunda kalırsanız, belki kulağınıza küpe olur diye yazmak istedim. Faydalı olabildiysem ne mutlu.
Haydin keyifli Del-Mar'lamalar ;)

Comments