Fences..

Bu film neden senenin en iyi filmde Oscar adayı seçilmiş derseniz; benim aklıma sadece bir neden geliyor, o da beyaz Amerikalıların zencilere yaptıklarının, kör gözün parmağına sokulmadan dahi anlatılmış alt metin şeklinde geçilmiş olsa da yine bir ve ona bağlantılı birçok insanın hayatında ne büyük acılara sebep olduğunun bir nevi günah çıkartılması için derim. Zira kanaitimce sinemasal anlamda bana bir şey vermedi, bulamadım, göremedim. Hatta Denzel amcanın özellikle ilk yarım saatte beni benden eden yoğunluğunun azalmasına rağmen tüm film boyunca beni yiyip bitiren tiz ve yüksek ses tonu ile o hiç susmayan konuşması acayip rahatsız edici geldi. Bu kadar mı konuşulur be amca, resmen yetti canıma. Ki ben sırf diyaloglu filmleri dahi seven biriyim (Bknz. Before Sunset-Sunrise-Midnight üçlemesi). Ama bu öyle böyle değildi, adam beynimi yedi.
İkinci olarak ise oynadığı karakter beni sinir etti. Dövesim geldi. O kadın, film dahi olsa nasıl öyle bir adama tahammül edebilmiş, nasıl bir tekamüle gitmiş aklım almadı. Adamın kadına yaptıkları, söyledikleri, öz çocuklarına, özellikle küçük oğluna dedikleri-yaptıkları akıl alır gibi değil. Tamam onun yaşadıkları çok fena şeyler ancak karşısındakilerin de benzerlerine yaşamasına sebep olmayı mübah görmek bambaşka bir şey. Sanki gerçekmişçesine dehşet sinirlendirdi beni. Sürekli yaptıklarını tapması çok rahatsız ediciydi. Sadece kendi bastırmışlıklarını dikkate alıp, hak görüp yüzsüzce açıklaması; karşısındakinin de aynı arzulara sahip olabileceğini aklının ucuna bile getirmemiş olması; duyunca da umrunda olmaması; bildiğini, hakmışçasına yapmaya devam etmesi delirtti beni.
Bu arada kadının oyuncuğu çok ama çok iyiydi. Onu da atlamış olmayayım.
Neyse daha fazla demeyim, normal bir tv filminden öteye gitmediğini, yine zencilere dikte edilen yaşam tarzının acılarını sade ve naif bir aile yaşamı üzerinden ‘iyi’ bir şekilde ortaya koyan bir film izlemek isterseniz olur. Gerisi derseniz de çok şey beklemeyin derim.