Uykusuzluk / Henry Miller..

Kent Kabilesi bibliyoterapi online Mart 2024 kitap olarak okuduk. 

Öncelikle bana fecii olarak geçen ayki kitap (Kürtaj) gibi bu da, Be Water bibliyoterapi atölyesinde çözümlediğimiz Hemingway’in Güneş De Doğar kitabını anımsattı. Ki kaldı ki bitirdikten sonra kitabın ardında yer olan özgeçmiş bölümünde; Miller’ın da bir önceki kitabımız gibi Beat kuşağını ait olarak değerlendirildiği ifade buluyordu. 

“Yaşadığı dönemin yazarlarından Dos Passos, Hemingway ve Fitzgerald’dan daha yaşlı olan Miller ‘Yitik Kuşak’ın üyeleri arasına girmez. O belirli bir siyasal görüşü benimsemeksizin bireysel özgürlüğün ateşli bir savunucusuydu her zaman. Kapitalist bir rejime yüz çevirip sosyalist bir rejimi benimsemeyi yalnızca ‘efendi değiştirme’ olarak görüyordu. Bu bağlamda benimsediği ve sergilediği anarşi duygusu kısmen Thoreau ve Whitman’da gördüğümüz Amerikan ‘doğaya dönüş’ geleneğiyle, kısmen de Jack Kerouac ve Allen Ginsberg’in de aralarında bulunduğu yazarların temsil ettiği 1960’ların Beat Kuşağı ve ‘çiçek çocuklar’ ile ilişkilendirilebilir.”

Ancak bu bağlamda diğer kitabı ilk okuduğumda birincil anlam olarak kendime yakın hissetmediğim gibi buna da aynı hissiyatla doldum. Ve fakat geçtiğimiz ay toplantımızda ifade bulan değerlendirmeler görüşümü 180° değiştirip beni inanılmaz etkilediği için bunun da çok farklı bir sembolik açılımı olacağını bilmek şimdiden heyecanlandırdı. (ki öyle de oldu :))

Bana ikinci hatırlattığı husus Madam Butterfly operası oldu. Nitekim zaten yazar da kitabı Japon bir kadın sanatçı üzerine kaleme aldığı ve kitabın birçok yerinde ilgili operaya referanslar yer aldığı için zaten bunu hissetmem çok normal :). (ve bunun da seçilmesinin, gölge arketipi bağlamında şahane bir şekilde bilinçli olduğunu anladım.)

Bunlar ve tonla güzel açılama vesile toplantı notlarıyla başbaşa bırakıyorum hemen sizi :)

  • Yazarın ruhunda bir karanlık var ki gölgenin içinde de hayvansı karanlık bir yan vardır. Çünkü eve giden yolu bilen içteki hayvandır. Ancak onu kurban etmeliyiztir ki kendinizi gerçekleyebilirim. Yazarın da işte kitap boyunca bu hayvanıyla konuşması söz konusu. 
  • Kitaba dair bizi rahatsız eden yerler, bizdeki gölgelerdir.
  • Yazar gölge arketipini büyütüp devası bir yaratığa dönüştürüyor ki kitapta da bunu okuyoruz. 
  • Gölge, ben bilincinin efendisidir. Bilinç düzeyinde çözümlenecektir ancak bu, yazarda hiç olamıyor. 
  • Yazarın yaşamında bu bağlamda her şey dönüp dolaşıp anneye geliyor. Zira anneyle sorunlu ise ilişkisi kadınlarla da öyle oluyor.
  • Evet yazar gölge ile yüzleşiyor ancak korkusu çok büyük. Dolayısıyla estetize edilmiş ve idealize edilmiş bir gölge var. Korkusuyla başa çıkabilmek için böyle yapıyor. 
  • [Öyle ki ejderha da estetize ve idealize edilmiş bir yılan. Ve o yılan da gölge. O yüzden ejderha da estetize ve idealize edilmiş bir gölge/yılan durumu söz konusu.]
  • İçinde ejderha olan tüm öykülerde kahraman onlarla yani ejderha ile başa çıkmak zorundadır. Onlar tarafından yutulmak değil yani. Dolayısıyla hazine = bireyleşmedir ki bu da gölge ile yüzleşmeyle başlıyor.
  • Bunu yapmak kişiye inanılmaz bir güven verir. Evet bu kitapta da bir yüzleşme var ama karmaşık yanları ortaya çıkarıp okuyucuya yüzleşme fırsatı sunuluyor ki tüm çağdaş sanatta durum böyledir. Bastırılan gölge arketipini gözler önüne serer, bu ve benzeri çağdaş sanat eserleri. Bize kendimizi anlama fırsatı verir. Dolayısıyla bu kitap da bu işlevi yerine getiriyor bu anlamda. 
  • Böylece sanat eserleri (ki Miller’ın tüm kitapları da her zaman için böyledir) kişisel ve toplumsal dönüşümün kapısını açıyor.
  • Kaldı ki yazarın da üyesi olduğu Beat kuşağında da ‘benim bedenim benim hakkım’ vb. konulardaki hareketler seks vb. tabuların konuşulmasına vesile oluyor. Bu paralelde de ancak bu konular konuşulduktan sonra kendilerine dair hakların kazanılması sağlanılıyor. 
  • Ki sanatın görevi de zaten bunları kırmak. Okuyucuya meydan okutuyor, iç dünyalarına keşfettiriyor. Ve dediğimiz gibi bunu hem bireysel hem de toplumsal anlamda gerçekleştiriyor. 
  • Kişi ancak gölgeleriyle savaşırsa ilhama ulaşıyor ki kitapta da görüyoruz ki yazarın çokça ilhamı var. (Yani gölgelerde savaşma, ilham kaynaklarına bağlanmayı sağlıyor.)
  • Zira ışık için karanlığa ihtiyaç var.
  • Kendimizi gerçekleştirmek için gölgemizi yanımıza almalıyız. 
  • Kitapta da bunların her birini görüyoruz. Zira net bir şekilde şeytanlarından bahsediyor (şeytan = gölge arketipi); hem kendinin hem kadının gölgesini bu kapsamda dile getiriyor. 
  • Yazarın çizdiği resimlerde de hayat-ölüm-hayat döngüsü net bir şekilde görülüyor. Öyle ki yazar bu döngüleri, bağ kurabilmek için kullanır eserlerinde.
  • Gölge ile bütünleşmenin bir canlandırıcı etkisi de vardır.
  • Görgü ile işbirliğinde olup onu alt edebiliriz. 
  • Yazar tüm anlatısıyla bilinen bir Jung masalını anımsatır. (Mum ışığında oturan balkondaki bir kızı bir erkeğin gördüğü)
  • Miller’ın yaşamının özeti = Andersen masalları gibi gelir. 
  • (Masalda) prenses = aklın simgesi 
  • Gölge, yaratıcılığın kaynağı animaya tek başına gidiyor. 
  • Bir olmadan hakikaten var olamıyor ki kitapta da öyle. Bir birleşme olmuyor. 
  • Yazar gölgeye hükmetmek yerine hükmetmesine izin veriyor kendisine. Kaldı ki yazarın en büyük gölgesi, cinsellik. Kundalini cümlesi ile de hükmetmek istediğini ama kadınlara zaafı olduğu için bunu başaramadığını anlıyoruz. 
  • Gölge ile karşılaşıp onu kabul edemezsen, kayıp bir ruh oluyorsun. Zira masalda da öyle oluyor ve Miller’da da durum öyle. 
  • Yaşamın ikinci yarısından sonra; kadının içindeki dişil erille, erkeğin içindeki eril dişil ile yer değiştirmeye başlıyor. Zira bu nedenle 40’lardan sonra bireyleşme süreci başlıyor (yani kadının erosu, erkeğin logosu yer değiştiriyor). Kitapta da zaten, yazarın dişilik özellikleri gösterdiği dikkat çekiyor
  • Bu bağlamda uyum süreci sona eriyor, bir çatışma süreci başlıyor. Çatışmanın nihayetinde eğer ki içsel bütünlük sağlanamazsa, kişi o içsel çatışmanın içinde sıkışıp kalıyor; ki kitapta da öyle oluyor. 
  • Diğer bir ifadeyle çatışma sonunda ya yanıyorsun ya aydınlanıyorsun. 
  • Günün sonunda yazarın uzlaşmacı Japon kadını ile evlenmesi ise anneye dönüşünü bir nevi simgeliyor.


Nasıl da severim ulaşılmaz olanı! Ama bu tür hesaplamalar işe yaramıyordu. Bölünemeyen sayılar gibiydi o, karekökü yoktu.

Tanrı mucizelerle ilgilenmez. Zaten yaşam uzun süren bir mucizedir. Mucize arayışına ancak delicesine âşık olduğunda girersin.

Müzik, yüzü olmayan ruhun kahrolası kenar dikişidir.

Yaşamım her şeyden daha gerçek ve benim için önemli olduğundan hayal ürünü kişiler ve olaylar aramaya gerek görmedim.

Comments

Popular Posts