Triyoloji Atölyesi / ejderha..

Mart ’04 ayında Kent Kabilesi çatısı altında Funda Hanım’ın gerçekleştirdiği Ejderha Trilojisi’nde 🐉 ortaya konan bilgileri 3 kısa madde altında toplamak isterim: 

🐲 “Ejderha” dilimize Farsça ‘ajdaha’ kelimesinden ve İngilizce hali dragon ise Yunanca ‘drago' kelimesinden gelir. 

Ancak her ikisinde de anlama “evren” olarak yer olur. Hatta tüm dillerdeki karşılıkları her zaman evren ifadesinden türemiş bir tasvirdir. 

Aslında ejderha büyük bir yılan olarak da tasvir ediliyor diyebiliriz. Zira ejderha estetize edilmiş bir yılandır. 

• İlk çıkış noktası 🇯🇵Uzakdoğu mitolojisidir ve orada her zaman olumlu anlamda kullanılmıştır. 

Hep ateşle ilgilendirilmiş olsa da Uzakdoğu’da su yakın ilişkide olup gölgelerin ve suların koruyucusudur; bulutlardan yaşar ve bereket dağıtır; yağmurun efendisidir. [Zira Doğu’da tüm mitler su ile, Batı’da ise toprak ile başlar.]

Bu bağlamda tanrılara evsahipliği yapan ya da Tanrı’ya dönüşen bir figür olarak kabul görür. 

Çeşitli hayvanların özelliklerini bünyesinde barındırır. Hatta tüm hayvanların birleşimi = yaşam = ejderha anlayışı hakimdir.

Bu bağlamda güvenilir, güçlü, koruyucu, şifacı (bu az da olsa Batı’da da görülür) ve bolluk-bereket simgesi olarak yer alır.

Her kültürde var oluşu ve dinazorlarla benzerliği, aslında bir zamanlarki varlığının ipucu olarak değerlendirilebilir. 


🇨🇳Çin mitolojisi ise neredeyse tamamen ejderha üzerine kuruludur.

İlk atalarının ejderha olduğunu düşünmekle birlikte, ilk imparatorlarının sembolü de ejderhadır. 

Bilgelik ve güç + değişim ve dönüşüm + göksel iyilik ve bereket simgesi olarak görülür. 

Birçok hayvanın karışımı olarak görülüyor ki ejderhanın 117 pulu olduğu ifade buluyor. Bunların 36’sı kötü, 81’i iyidir. |ki sayıların toplamlarındaki karşılığı, ilahi dünyaya açılış portalı sayısı olan 9’u verir.]

Hem koruyucu hem yok edici anlamdaki ejderha, beş parmaklıdır. 


Uzakdoğu’dan Batı’ya geçiş, (her zaman Çin’in Batı ile iletişimi genelde 🇹🇷Türkler vasıtasıyla olduğu görüldüğü üzere) Türkler üzerinden olmuştur.

Türk mitolojisinde ejderha, ağaç ile görünen bir semboldür. Öyle ki dünya ağacına sarılı bir ejderha vardır motiflerde. 

S biçiminde betimlenir. Bu bağlamda “çintamani” işaretine dönmüştür Türkler’de. [çin = ejderha , tamani = yeryüzü = yeryüzündeki ejderha]

!! Zira mitolojinin evriminde, soyuttan (Uzakdoğu’daki) somuta (Batı’daki) olan dönüşüm bağlamında bu gerçekleşir. Yani Batı’ya gittikçe soyut anlamlar, somutlaşma ihtiyacı ile sembollere dönüşür. 

Yine bu bağlamda Doğu’da ruh ve beden ayrımı olmadığı ve fakat Batı’da olduğu için, Türkler’e geçtiğinde çift başlı bir ejderha karşımıza çıkar.

Kadersel döngü / Kundalini enerjisini / bizi dünyaya kökleyen sembolü / S işaretini tasvir eder. 

Zira Kundalini enerjisi de her anlamda insan deneyimini kabul edip ona uygun yaşamayı ifade eder. 

🔥Kanın bedenin içinde dolanımı ve nefesin içerde dolanarak ısınıp dışarıya sıcak olarak verilmesi bağlamında, ejderhanın da ateş püskürtmesi şeklinde algılanır. (Yani aslında Doğu’da sıcak nefes, Batı’ya geldiğinde alev olarak karşılık bulur.)

!! İçindeki yaşam enerjisi, kanı o kadar yüksektir ki sembolik anlamda biz de ejderhayızdır. Zaten insan da 4 elementten oluşur. (Çin mitolojisinde 4 ejderha tanımlanması ile Türk mitolojisinde ejderhanın 4 yönü simgelemesi ve dünyayı sırtında taşıyan varlık olarak görülmesi de buna karşılık gelir.)


Türklerden sonra ise Balkanlara gelir ejderha. Ve yeni bir varyant ortaya çıkarak ‘zümrüdüanka’ öyküsü eklenir. 

Zira Doğu’da sadece iyidir ancak Türkler’de iki başlı olarak iyi ve kötülüğün simgesi olması dolayısıyla bazı ülkelerde iyi, bazılarında kötü yer alırken zümrüdüankanın eklenmesi ile birlikte ->> tüm iyi yönleri onun üzerinden simgelenir hâle gelir. >>> Ve artık ejderha tamamen kötü bir hâl alır. 

!!! Böylece yeniden adlandırılması ile birlikte ruh-beden ayrımı artık tamamen gerçekleşmiş olur. Ejderha artık dışsallaştırılmıştır. (mitolojide her şey bir arada iken; Batı’da mitolojik düşünce bırakıldığından ötürü zihin anlamında bu ayrım gerçekleşir.)


• Bunun sonucunda artık tek tanrılı dinlere giriş yapılır. >> Sümerler ile tüm kadim kültürlerde (Pagan inancında) yaratılışın, başlangıcın ve hayatın simgesi olarak görülüp saygı duyulan ejderha; artık insan yiyen, öykülerde kalkanlara işlenen bir sembol hâlini alır.

Bunun altında; Pagan kültürü simgesi olması nedeniyle,

Batı’da bilerek kötüleştirilmesi yatar. (Özellikle Haçlı Seferleri ile ejderha yok edilmeye çalışılır.)

Katolik vd. inançlar, özgün ve bireysel yanı koparmak istediklerinden ejderha sembolü de kötüleştirilir. 

Orta Çağ romanslarında da, Avrupa’nın alt kesimlerinde üretildiği için ejderhayı öldüren kahraman olmak istenirken; sadece Balkanlar’ın ve (Balkan inancı etkisinde olduğundan) yukarı Vikingler’in öykülerinde iyi olarak simgelendiği görülür.

Tek tanrılı dinler ile ejderha (tüm semboller gibi) iyice somutlaşır. Gittikçe askeri ve siyasi özellikler kazandırılır. Dolayısıyla kalkanlardan sonra, bayraklarda ve paralarda gücün sembolü olarak ejderha görülmeye başlanır. 

Ardından astrolojide, alternatif tıpta vd. görülüp iyice maddeleşir. 

Simge olarak çok katmanlı bir insan olma adına kullanılır.


Doğu’nun bütünleştiriciliği karşısında Batı’nın tamamen ayrıştıracağı, Mezapotamya’da bir kırılma yaşanması ile sonuçlanır. 

Zira Mezapotamya’da Kaos Tanrısı Ejder Tiamat vardır. Onun üzerinden sembolleştiği üzere; kendi varoluşlarına dair soru işaretleri başlar insanoğlunda. Ve içindeki kötüyü kontrol altına alamadığı için kaos yaşanır.

Bu paralelde (tüm arketipler semboller için olduğu gibi) ejderha, özünü koruyup biçim olarak metamorfoza uğrar. Böylece artık bir toplum isterse negatif, isterse pozitif olarak onu ele alır. (postmodern edebiyat işte bu arketiplerin iki kutbunda gidip gelir.)


Hepsinde güçlü bir yaşam enerjisini temsil eder. Tabi bu yıkıcı da olabilir yapıda olabilir. 

Ejderha kimdeyse güç onda demektir. 

Kaldı ki hepimiz birer Ejderhayız. 


• Üçüncü noktada psikolojik açıdan ejderha sembolüne bakıldığında; onun olan ilişkimizin kardeşler gibi olduğu dikkat çeker. Yani kendimizle de, etrafımızla da ilişkimiz, ejderhanın iki başlı sembolüne benzer. 

Zira hem gölge, hem beni gördüğümüz yanımızı ifade eden -> ejderha ile olan bağımızdır. 

Biri maddeye, doğaya ve yiyecek dünyasına bağlıdır; diğeri ruh, kültür ve akıl dünyasına bağlıdır. 

Kopuk olan bağımız, içsel ejderhamız güçlendikçe kuvvetlenir. 

Mesela her çift, ilişkisinde ego ile gölge yan birbirini görünür kılar. Dolayısıyla çalkantılı ilişkiyi düzeltmek için gölge çalışması yapılması gerekir.

Zira benlik duygusunu geliştirmek için, karşı tarafta bizi rahatsız eden yönü kendimize entegre etmeliyiz. Ki ona çekildiğimiz gizem, azalmaya başlasın.

>> İşte ejderha ruhsal anlamda bize bunu anlatmaya çalışır. 


Tüm bunlar hem mevcut partnerler, hem de kendimiz ile ilişkimiz için geçerlidir. + aynı şey, idealize etme ve nefret etme gibi durumlar için de söz konusu olabilir. 

Çünkü bizler, henüz medeniyete erişmemiş bilinçdışını medeniyeti uydurmaya çalışıyoruz. (Doğu’da bir olduğu için buna gerek yok, bizde çift başlı ikilik söz konusu olduğundan ihtiyaç var.)

O yüzden içimizdeki anima-animusu dengeye getirmeliyiz; öz farkındalığı bulmadıkça gölge çalışması yapmaya devam etmeliyiz (karşı tarafta bizi rahatsız eden durumların, bizim gölgemiz olduğunun bilinciyle). 

Zira önemli olan, o gölgenin sebebini de kabul etmek. Pozitif ya da negatif duygu deyip geçersiz kılmak değil.

O nedenle ejderha; 9 sayısı ile birbirini tamamlayıp, 4 elementi barındırıyor. Kaldı ki Jung da ‘Ejderhası ile yüzleşmeyen kahraman olamaz’ der.


Kaldı ki bu bizi nefs kavramına götürür. Çünkü nefs de gölge tarafımıza karşılık gelir aslında.

Tüm dinlerde var olan ‘nefs’ ifadesinin kelime anlamı ruh olsa da, ‘can’ çok daha doğrudur. 

Nefsin de hem maddesel, hem manasal bir yanı var. Ejderha durumunda da ruh ve beden dengesi var.

Ancak her din iyi ve kötü diye gölgeyi tanımlıyor. Oysa keskin olanın etkisi de keskin olur. 

Hepimizin içinde hem şeytan hem melek, olmasına rağmen; tek tanrılı dinler, bu alanda sadece birine hizmet edilsin istiyor.

Aynı şekilde ejderhanın öfkesi kendine de olabiliyor ki, kendini de yakabiliyor.

Bu bağlamda ejderha gri bölgeyi temsil ediyor, oysa dinlerde gri bölge yok. 

İşte bu yüzden ki kişi kendini bulmak için hep Doğu’ya doğru yola çıkıyor; zira Doğu’da o birlik var = maneviyat var.

Batı’da kusurlu ahlaki durumumuzu kabul edecek gücü bulursak, şeytanların arkadan gelip yakalamasından kurtuluyoruz. 

Oysa kötülük sırf dışarıda dersek, işte çöküşümüz orada başlar.

Dolayısıyla içimizdeki kötü ile barışınca, onunla ilişkimizi değiştirebiliyoruz. 

Yani aslında sadece özümüze dönüyoruz, gerçekte olduğumuzdan daha iyi olalım demiyoruz. 

Bunu da kendimiz olabilirsek yakalayabiliyoruz sadece. 

Her şeyi iyi yapma çabası kendimize zarar verebiliyor. Sonra da yakın ve uzak çevremiz zarar görüyor. 

Ve fakat kendi ejderhamız ile yüzleşmek (yani gölge tarafımızla) kirli bir yol. 

O yüzden bastırdığımız her şey ile (ateşten gömlek de olsa) yüzleşip  öz benliğimizle buluşmak çok kıymetli. 

Kusurlarımızı tanıyıp hayatta ona göre pozisyon almalıyız. Aksi hâlde karşı tarafın kusur yapmasını bekliyor oluruz.

Comments

Popular Posts