Perfect Days..

İlk tanıtımını geçen sene Cannes film festivalinde yapan ve bu seneki Oscar’larda da ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Japonya adayı (ki ilk kez Japon yönetmen tarafından yönetilmeyip Japonya adına aday film olan) Mükemmel Günler ile karşınızdayım. 

Kendi adıma gerçekten mükemmel bir filmdi. Sadeliğini ve sadeliğinin altında gümbür gündür anlattıklarını çok mu çok sevdim. Tabii en önemlisi de onu naif anlatış şeklini. Huzurlu, sâkin ve detay detay işlenmiş anlatımı çok hoşuma gitti. Demlene demlene, tadını ala ala ve yavaş yavaş seyrettiğimi itiraf etmeliyim. 

Ve uzun süredir bir filmin ilk kez müzik albümünü de dinleme arzusu uyandırdı. Kaldı ki kaset dönemini yaşamış ve çok sevmiş ve hâlen kasetlerinden ayrılmak istemeyen biri olarak baş karakterin bir kaset tutkunu olduğunu görmek çok keyifliydi.

Diğer taraftan rutinleri çok seven (tabii ki rutinlerin özünü de oluşturan o kişinin kendini güvende hissetmesini seven biri olarak) baş karakterin bu minvaldeki kurgusu da çok hoşuma gitti. Sonuna doğru kendine bu yaşam tarzını yaratmasının sebeplerini az biraz ve en mühimi, gözümüze sokmadan aktardı nitekim. 

Ve bence o rutinlerinin, sınırları belirli yaşam tarzının kendisini bir anlamda iyileştirdiğinin sinyallerini de verdi kanımca. Çünkü ilerleyişte, rutinden çıkmasına yol açan olaylar olsa da kendine has manevralarda bulunarak kendini regüle ettiğini görmek ilham vericiydi.

Yine o kendince oluşturduğu dünyada gerek bitkileriyle gerek fotoğrafçılık ile yaratıcılığını da besliyor olması bence mükemmeldi. Dolu dolu müziği hayatına koymasının yanı sıra edebiyatla da dolu oluşu yine çok güzeldi. Ki bu detayların düşünülüp senaryoya katılması bence çok kıymetli.

İyileşme sürecinde sadece yaratıcılığı ve sınırları hayatına katmış olması değil, XOX oyunu üzerinden çocuksu neşeyi ve oyunculuğu da muhafaza edişinin işlenmesi çok naif bir güzellikti.

Tüm bunlar olurken hayatın huzur veren ışıltılarını (glimmers) yakalıyor oluşu, bu farkındalığı sahip oluşu bir harikaydı.

Ve son olarak yine bu kapsamda özellikle gölgeler bazında yakaladığı ağaçlara dair detayları görmek, yönetmen Wenders’in Alman oluşu ile anlam kazandı. Çünkü  Kent Kabilesi Ağaç Triyolojisi’nde öğrendiğim üzere Alman toplumunda ağaçların bambaşka bir anlamı var imiş. 

Meraklısına: Bu arada filmin de çıkış noktasını oluşturan Tokyo’daki tuvalet projesi bağlamında böylesine estetik umumi tuvalet alanları görmek müthişti. Dilerim bir gün bunları Türkiye’de de görmek kısmet olsun. Çok etkilendim.

Comments