Acı Çikolata / Laura Esquivel..

Be Water kafe bibliyoterapi kulübünün martı kitabı olarak, ne zamandır adını duyduğum ve merak ettiğim Acı Çikolata adlı Meksika edebiyatına ait bir romanı okuduk. Kapağındaki alt başlıktan da anlayacağınız gibi kitapta pek çok yemek tarifi bulunuyor ve yemekler üzerinden koskoca bir ailenin yaşam öyküsü, roman kurgusunda aktarılmakla kalmıyor; arka planda Meksika’nın yaşadığı siyasal süreçler, kültürel ve toplumsal motifleriyle bezenerek öyküye şahane bir şekilde yediriliyor. 

Öncelikle, yedi sene önce falan ilk kez, böyle tarzda olduğunu bilmeden, yemek tarifleri ile bezeli, daha çağdaş bir roman okumuştum (Cooking For Mr. Latte) ve öyle bir kurgunun varlığından haberdar olmuş, çok da beğenmiştim. O yüzden belki de onu beğenmenin etkisi ile bu kitaba çok sıcak duygularla yaklaştım. Ve şükürler olsun ki tüm beklentimi fazlasıyla karşıladı.

Hemen söylemem gerekirse gerçekten inanılmaz keyif alarak okuduğum, çok sürükleyici bulduğum bir kitap oldu benim için. Hatta öyle bir kendimi kaptırdım ki, hem nasıl ilerleyeceğini hem de sonunun nasıl bağlanacağını öylesine merak ederek bir günde bitirdim. 

Başta dediğim gibi kurgusunu çok beğendim, yemekleri kurguya katış şeklini çok sevdim. Ki, her bir yemek için söz konusu olmasa da, bazı belirgin şekilde öne çıkan yemekler var eserde, işte özellikle onların aktarıldığı kısımları çok beğendim. Tabii bu kapsamda kitabın geneli için söz konusu olan tasvirlerin etkileyiciliği de büyük rol oynadı. Duygulardan yaşanan olayların aktarılış şekline kadar yazarın betimlemeleri, kullandığı sıfatlar ve benzetmeler benim için inanılmaz güzeldi. Ve bu hâl de kitabı sevmemin en önemli bir diğer sebebi oldu.

Yine kendi adıma eserin; böyle Meksika’ya dair yaratıcı yapımlarda o kendi kültürlerinden gelme hayatı büyük büyük yaşama, renkli renkli ortamlar, coşkulu duygular ve abartılı hareketler döngüsünü sonuna kadar bize aktardığını düşünüyorum. Bu yüzden de tam bir Meksika kitabı olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla ilk sayfalardan sonuna kadar haldır huldur koşturarak gitme hâli bayağı bir süreklilik arz ediyor. Zaten muhtemelen kitabı kaptırarak okumamın nedeni de oydu.

Kısacası siz de bu tarz şeyleri seviyorsanız çok severek okuyacağınızı rahatlıkla söyleyebilirim. Kendi adıma Meksika edebiyatından okuduğum, sanırım İdeal Defter’den sonraki ikinci eser oldu. Kaldı ki o, son derece çağdaş, hatta 2000’lerin genç bir yazarına ait bir kitaptı. Ve küçük küçük denemelerden oluşan, tam bir öyküyü bize sunmayan ancak yine de çok çok keyif aldığım bir eser olmuştu. Onu da anmadan geçmeyim

Acı Çikolata ise bu anlamda onun tam tersi yönde, eski tarihli ve tam bir roman kurgusuna sahip bir kitap. Dolayısıyla benim için ikinci Meksika kitabı da oldukça başarılı bir okuma serüveni olarak yer aldı.

Meraklısına 1: Tabii toplantımızda sevgili moderatörümüz Funda Hanım'ın aktardıklarından bazı noktalarımı da şu şekilde iletmek isterim:

  • Ana karakterin doğa üstü doğumu, mitolojideki gibi ana kahramanın doğa üstülüğüne atıftır.
  • Kitap büyülü gerçekçilik tarzındadır. 
  • “Eğer bir hayalet kahvaltı masanıza oturur ve siz de korkar, dehşete düşerseniz bu [türce] korku ya da fantastik olur. Ancak eğer, ‘Ah, bir hayalet; lütfen şu reçeli bana uzatır mısın?’ derseniz büyülü gerçekçilik olur” (Acheson ve Ross 2005:48).
  • Korku; kesintiye uğratan bir duygu olarak duraklatır, yukarı çıkarıp durumu analiz ettirir. 
  • Modern edebiyatta zaman düz çizgidedir, iletişim ister. Mitolojide döngüseldir, döne döne ilerler ve döne döne düzeltmeni ister. Postmodern edebiyat konuları bilmiyorsan araştırmanı ister ve ‘erdemli kazansın’ derdi yoktur. Büyülü gerçeklik de sorgulamanı istemez, kaptır git ister, anda kalmanı ister; an içinde döngüsel kalmanı ister, yabancılaşmanı istemez.
  • Bu kitapta büyülü gerçeklik çok dengededir.
  • Çora: Lacan der ki bir noktadan sonra kadın dilden uzaklaşıyor. Erkek dış dünya ile iletişime başlıyor ama kadın evde kalıyor. O da evde bir dil geliştiriyor; sessiz, sözsüz bir iletişim. Bazı istek ve arzularını bilinçaltına itmesine sebep oluyor, evde kalış. Ve bu da hayal gücünü arttırıyor, kollektif bilinç ile de onları aktarıyor. Tabii bastırılmış cinselliği de saklar bu.
  • Kitabın temaları ise aşk, gelenek-görenek, ödeşme-başkaldırı.

Meraklısına 2: Kitaba dair akademik bir makaleden* edindiğim bilgileri de buraya eklemeden geçemedim. Zira eserin anlamlandırılması açısından çok faydalı oldukları kanaatindeyim.

  • Çağdaş Meksika edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Laura Esquivel’in Büyülü Gerçekçilik akımından da izler taşıyan Acı Çikolata adlı eseri 1989 yılında yayımlanır.
  • Yıllar süren tutkulu bir aşk hikâyesini, Meksika Devrimi’nin toplum ve birey üzerindeki yansımasını ve aile ilişkilerini yemek kültürüyle harmanlayıp sunan yazar, cinsiyet rollerinin dağılımı bağlamında toplumundaki kadın algısını da inceler. Toplumda cinslerin biyolojik farklılıklarından dolayı ev işleri kadının kontrolü altındadır. 
  • Meksika Devrimi (1910-1917) XX. yüzyılın en büyük ve önemli devrimlerinden biridir. 1910 yılında otuz dört yıldır Meksika’yı yöneten Porfirio Diaz’ı devirmek için başlamıştır. 
  • Yazar eserde evin merkezinde bulunan mutfağı kadın elinin değmesiyle hem yeme içme gibi fizyolojik ihtiyaçların karşılandığı hem de şifa dağıtan bir mekân olarak yorumlar. Gerçekleşmesi imkânsızmış gibi görünen ve algılanan olayları ve çeşitli kavramları gündelik hayatın bir parçasıymış gibi anlatır. Gerçekliğin sınırlarını zorlarken, Meksika kültürüne özgü yemek tarifleriyle de mutfak kültürünün midenin yanı sıra kalbe ve akla da dokunduğunu vurgular.
  • Esquivel ise Saklı Lezzetler adlı eserinde yemeğin insan doğasına etkisinden şu şekilde bahseder: “Yediğimizin biyolojik bileşimleri bizim hücrelerimizin DNA’sının içine işler ve onda çok içsel tatlar bırakır. Bilinçaltının en ücra köşelerine, anıların canlandığı yerlere kadar süzülür ve sonsuza dek hafızada yer alır” (2010: 113-114). 
  • Lillio ve Safrati-Arnaud bir makalede Meksika mutfak kültürünün, yemek tariflerinin, pratik bilgilerin kısacası folklorik öğelerin tutkulu bir aşk hikâyesiyle harmanlanıp bu kültürel birikimin okuyucuya sunulmasını ve yazarın farklı bir estetik algı geliştirilmesini eserin başarısındaki önemli etkenlerden biri olarak yorumlarlar. (1994: 480-490).
  •  “Romanımı mutfakta yiyeceklere aktarılan aşkın layık olduğu değeri kazanması niyetiyle yazdım. Çünkü tıpkı romanımdaki Tita gibi herhangi birinin de yiyeceklere duygu geçirebileceğine, dahası her şeye, yani günbegün gerçekleştirdiği aktivitelerin her birine duygusunu geçirebileceğine inanıyorum. Duygular geçirildiğinde etkisi çok güçlüdür, geçiştirilemez. Başkaları bunu hisseder, ona dokunur ve tadını çıkarır” (2010: 50).
  • Christie bir makalesinde Esquivel’in eserinde yemeği aşk kavramıyla ilişkilendirir. Mutfak, eserde yemek ve aşkın yayılmasını sağlayan kilit nokta konumundadır. Karakterlerin hemen hemen hepsi duygusal bağlamda yemekle etkileşim halindedirler. Eserde bulunan yemek tarifleri, yiyecek ve içecekler kültürel çerçevede değerlendirildiğinde geçmişle, gelenek ve göreneklerle bağlantılıdır. Her türlü yemek veya içecek bir duyguyu çağrıştırır, bellekteki bir anıyı tazeler ve bireyi içgüdüsel olarak harekete geçirir (2002: 22).
  • Spanos, mutfağı kapalı veya sınırlayıcı alan olarak yorumlayan kadın yazarların aksine Esquivel’in eserde mutfağı kutsal bir mekân olarak sunduğunu ve buradan karakterlerin yemek tarifleri aracılığıyla kaderlerini kontrol edebildiklerini belirtir (1995: 30). Bu nedenle mutfak eserde bireyler arası sözel iletişimin gerçekleştiği en önemli mekân olarak değerlendirilebilir. Mutfakta gerçekleşen yeme-içme pratikleri de hem fizyolojik hem de psikolojik bağlamda karakterleri ve olay örgüsünü etkiler.
  • Yazar ilgili bölümde Tita’nın Pedro’ya kavuşamamasının üzüntüsünü sembolik anlamda Tita’nın düğün pastasına dökülen gözyaşları vasıtasıyla okuyucuya yansıtır. Eserde gözyaşı ve düğün pastası bir metafordur. Tita’nın yoğun duygularla pasta yapması sonucu kalp kırıklığı ve mutsuzluğu metaforik bağlamda yorumlanmıştır.
  • Esquivel yine Saklı Lezzetler adlı eserinde Elena Anne ve Tita arasındaki ilişkiyi, Tita’nın Elena Anne’yi sorgulamasını ve ondan özgürleşme isteğini şu sözlerle ifade eder: “Acı Çikolata kitabının bir yerinde Tita ilk kez annesinden bağımsızlaşır ve elleriyle ne yapacağını bilemez. Böylece nesne olmayı bırakıp özneye dönüşür, artık elleri onun gerçek doğasının verdiği talimatları yerine getirmeye başlar” (Esquivel 2010: 150-151). Tita mutfakta ve yemek yaparak annesinden özgürleşir, kendini tanımaya başlar ve içindeki gücü keşfetme cesaretini gösterir.
  • Burada en önemli noktalardan biri de Tita’nın tüm kararlarını evin merkezinde mutfakta veriyor olmasıdır. Aklından geçenler yemek yaparken ve mutfakta şekillenir. Yemek yapmak onun için kendini iyileştirme sürecidir. Bu süreçte kendini dinler ve gerekli cesareti toplamaya çalışır.
  • Tita Gertrudis’in evden gidişinin ardından kendini yalnız hisseder. Kendini, insanların çok sevmelerine rağmen açgözlü gözükmemek adına tabakta son kalan ceviz sosuyla yapılan biber dolmasına benzetir (Esquivel 2016: 60-62). Görgü kurallarına uymak ve çizgiyi aşmamak adına bu güzel lezzetten mahrum kalmayı kendi durumuyla özdeştirir. Tita kendini baskılamıştır, fakat bu sınırlanma hali duyguların gittikçe yoğunlaşmasını sağlar.
  • Çalışmanın konusu dâhilinde değerlendirildiğinde eserde tüm yaşananların sonunda gelecek nesillerle bağ kurulması adına sadece yemek tariflerinin yazılı olduğu defterin kalması da psikolojik bağlamda yemeğin duygusal bir iletişim ve etkileşim aracı olarak yorumlanmasını sağlar.
  • İfade bulduğu üzere eserin konusu Meksika Devrimi’nin meydana geldiği süreçte geçer. Dolayısıyla bahsi geçen zaman dilimi erkek egemen deneyimlerin öne çıktığı bir dönemdir. Esquivel o dönemde sadece yemekle ilintili olan mutfak algısını kültürel yönden önemli bir yaşam alanına çevirir. Böylelikle geri planda evde veya mutfakta kısılıp kalan kadının bulunduğu mekândan kendi imkânları dâhilinde özgürleşme sürecini anlatır (Saltz 1995: 32). 
  • Büyülü Gerçekçilik akımından da izler taşıyan eserde yazar yıllar süren tutkulu bir aşk hikâyesinin perde arkasını, oluşum ve gelişim sürecini kendi süzgecinden geçirerek o döneme ait toplumsal panoramayı kültürü ve gastronomiyle birleştirip karakterler aracılığıyla bireyde yarattığı duygusal tepkimeleri okuyucuya yansıtır.

* Burcu Tekin; “Mutfakta Edebiyat: Laura Esquivel’in Acı Çikolata Adlı Eserinde Yemek Kültürü ve Duyguların Etkileşimi”; Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi; Sayı: 37; 2017: 131-140.

  • Sanki tüm varlığı güllerden yaptığı sosun içinde erimiş, bıldırcınların, şarabın, yemekteki her türlü kokunun içine girmişti. [s. 58]
  • Gerçekten de bu yemek çok lezzetlidir. Güller yemeğe seçkin mi seçkin bir tat katar. Güllerin koparılmış olan taçyaprakları anasonla birlikte taştan yapılmış bir dibekte iyice dövülür. Öte yandan toprak tepsinin üstüne konularak pişirilen kestaneler, kabukları soyulduktan sonra suda haşlanır. Sonra bu kestaneler püre haline getirilir. İncecik kıyılmış sarmısaklar tereyağında çevrilir. Şeffaf ve pembemsi bir görünüm alınca kestane püresi, bal, kabuğu soyulmuş frenkinciri, gül yaprakları ve isteğe göre tuz eklenir. Sosun biraz daha koyulaşması için iki yemek kaşığı mısır nişastası konulur. Bir süzgeçten geçirildikten sonra sadece iki damla gül suyu katılır. Gülyağı iki damladan fazla olma “olmamalıdır. Yoksa ağır gül kokusu yemeğin tadını bozar. Kıvamını bulduğu anda ateşten alınır. Sosun tadını almaları için bıldırcınlar bu sosun içinde sadece on dakika bekletilir, sonra çıkarılır. Gül yapraklarının dövüldüğü taş dibekten gül kokusu günlerce çıkmazdı. [s. 71]
  • Ateşe değen cisimlerin neden kimyasal değişikliğe uğradıklarını, hamurun nasıl ekmek olduğunu Tita kendi etinde yaşayarak anladı. [s. 71]
  • Tita bu örtüyü örerken rengine falan bakmadan eline geçen her yünü kullanmıştı. İşte bu yüzden şu anda örtü geçtiği yerde havaya kaldırdığı toz bulutu içinde renklerin, desenlerin ve biçimlerin sihirli bir alaşımı gibi görünüyordu. [s. 100]
  • Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez. [s. 111]
  • Elbette, kibritlerin teker teker yanmasına da özen göstermek gerekir. Eğer çok güçlü bir heyecan gelip bütün kibritleri aynı anda yakarsa ortaya çıkacak o büyük ışık, çok öteleri kolayca görmemizi sağlar. O anda gözlerimizin önünde bir tünel belirir. Bu tünel bizi doğmadan önce bulunduğumuz kutsal âleme götürmek ister. [s. 111]
  • Otomi dilinde bir şiir geldi: Çiy damlasında ışıldar güneş, / kurur çiy damlası. / gözlerimde, benimkilerde, ışıldarsın sen / ve ben, / hayata gelirim ben...” [s. 145]
  • Davetiyelerin hepsi tek tek elle hazırlanmıştı ve hiçbirinin bir benzeri daha yoktu. Bu işleri yapmak için günlerce uğraştılar. Her davetiye ayrı bir sanat eseriydi. Ne yazık ki uzun elbiselerle, aşk mektuplarıyla ve valslerle birlikte bu el sanatının da modası geçiyordu artık. [s. 211]


Comments