Sicilya Konuşmaları / Elio Vittorini..
BeWater Kafe bibliyoterapi kulübümüzün Kasım ayı kitabı olarak okuduğumuz Sicilya Konuşmaları, gerçekten aslında keyifli bir masalı okuyormuşsunuz havasında olmasına rağmen, aslında hemen 2. Dünya Savaşı öncesi İtalya’da geçen birkaç günü bizi anlatan bir roman kurgusunda ilerliyor. Bu bağlamda o hüznü tüm alt metinlerde hissediyorsunuz. Dolayısıyla aslında kitabın hemen ilk başlarında birkaç detay üzerinden, eğer dikkatli bir okuma yaparsanız, bence öykünün aslında gerçekte vuku bulan konuşmalar ve günlük anekdotlardan ibaret olmadığını anlayabiliyorsunuz. Yani o konuşmalar aktarılıyormuş gibi gösteriliyor ve fakat aslında, yazarın kendisi ve çevresindekiler üzerinden savaşa ve dünyada yaşanan olumsuzluklara dair oldukça hüzünlü ve karamsar düşünceleri ile duyduğu acıyı bize aktarmak üzerine her şeyi kaleme aldığını anlıyorsunuz.
Tam bu noktada da birkaç ay önce kulübümüz kapsamında okuduğumuz Hemingway’in ‘Güneş De Doğar’ kitabını bana anımsattığını söyleyebilirim. Tabii bu kitabın okuma pratiği açısından çok daha rahat ilerlediği ve daha naif, bir tık daha insanın içini sıcak kılan bir yazım diline sahip olduğu kanaatindeyim. Ancak Sicilya Konuşmaları da temel olarak; dünyanın savaşlar yüzünden insanların çektiği acıları aktarsa da bunu, oldukça insancıl ve dediğim gibi naif bir gündelik yaşam üzerinden yaptığı için şahsen daha çok hoşuma gitti.
Sonuçta itibari ile dönem kitapları kapsamında 2. Dünya Savaşı eserlerini okumaktan hoşlanıyorsanız; oldukça edebi bir dilde yazılmış olduğunu düşündüğüm Sicilya Konuşmaları’nı iyi bir kitap olarak değerlendirebileceğinizi söyleyebilirim.
Meraklısına 1: Tabii ki kitabın tasarımını çok beğendim. Bülent Erkman’ın imzasını taşıyan bir kitabı daha elime almış olmaktan dolayı büyük keyif aldım. Keşke bütün kitapların tasarımını o yapsa :) da ‘estetik açıdan böylesine zarif somut kitapları elimize almanın ve okumanın zevkini, keyfini yaşasak’ diye bir kez daha içimden geçirmedim değil :)
Meraklısına 2: BeWater kafede, sevgili moderatörümüz Funda Hanım eşliğinde gerçekleştirdiğimiz toplantımız esnasında aldığım notları ise aşağıdaki gibi maddeleştirmem mümkün:
- Kitap bir neo-realizm akımı çıktısı olarak yer alıyor. Ki bu akım, Sanayi Devrimi ile filizlenmiş ve temelinde hep bir duygu var. Diğer taraftan insanın doğasına bir aykırılık söz konusu. Umutsuzluk ve çaresizlik realizmin temeli iken, ondan 100 yıl sonra ortaya çıkan neo-realizm; yeni bir biçim, bakış açısı getiriyor ve gerçeklik algısını değiştiriyor. Sanayi devrimi ile hiçbir şeyin güzel olmadığını ve düzelmediğini ifade ediyor. Dolayısıyla yeni gerçeklik’in temelinde faşizm yer alıyor. Kaldı ki amacı da bunu, toplumun geneline yaymak. Diğer bir değişle neo-realistler ‘zengin görünüyoruz ancak uyanın! artık öyle değiliz!’ diyorlar. Entellektüelin uyanmadığı bir devrimin gerçekleşemeyeceği noktasında entellektüel kesimin, bu uyandırma çağrısını geniş kesime ulaştıracak olan kesim olduğunu ifade ediyorlar. Uyandırmayı yapacak entellektüelleri uyandırmaları anlamında neo-realistler bir nevi toplum mühendisliği yapıyor.
- Kitapta aynı zamanda ‘büyülü gerçeklik’ söz konusu ki, büyülü gerçeklik; olağanüstü öğelerin gerçekmiş gibi sunumunu ifade ediyor. Bu anlamda kitap bir yerden sonra gerçeklikten büyülü gerçekliğe dönüyor. Bu da Hemingway dilinden sonraki kısmına denk geliyor. Bunu yapmasının sebebi ise köy-kent yaşamının farkını ortaya koymak. (Zira küçük yerlerde kolektif bilinç araştırılırken mutlaka büyülü gerçeklik kavramına bakılması gerekiyor.) Böyle bir yol, sıradan ve olağanüstü öğeleri dengede tutmak amacıyla uygulanıyor.
- Ayrıca kitapta en belirgin temalardan birini anne üzerinden ortaya konan Elektra kompleksi oluşturuyor.
- Tabii baş karakterimiz de bir Odipus kompleksinin söz konusu olduğu aşikar.
- Siracusa'da kalmadığım için sevinçliydim, trenle gerisin geri Kuzey İtalya’ya dönmediğim için sevinçliydim, yolculuğumun sonuna daha gelmemiş olduğum için sevinçliydim. En önemlisi, yolculuğun sonuna gelmemiş olmaktı -belki de en başındaydım yolculuğumun! Diyeceğim, yükselen merdivenlere, evlere, kubbelere, kayalık yarlara çakılmış evlere, aşağıdaki vadide görünen damlara, bir çatıdan yükselen dumana, karla kaplı topraklara, kuru otlara, güneşin altında dökme demir çeşmenin etrafına toplanmış çocuklara, çatlamış buz üstünde gezinen çıplak çocuk ayaklarına bakarken içimden bunlar geçiyordu. [s. 43]
- Orada bulunuşum bana beklenmedik bir olaymış gibi geldi, tıpkı insanın ansızın kendisini geçmişte beklemediği bir noktada hatırlayışında olduğu gibi - nerdeyse gerçekdışı bir durum. Dördüncü boyutta bir yolculuğa çıkıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. [s. 43]
- Önemli olan o şarkıları söylemesiydi, bir kuş gibi, havada uçan bir ana kuştu, yumurtalarının arasında, pırıl pırıl, ışık saçan bir ana kuştu. [s. 73]
- Meşe ağaçları, damlardaki yuvarlak kiremitleri, kayalıklardaki mağaraları, kara toprağı ve keçileri, arkamızda kaybolup sonra yukarda bulutlarda ya da karda yeniden birleşen kaval sesleri ile her şeyi bir araya sıkıştırılmış bir Sicilya'ydı burası. [s. 90]
- Kendi umutsuzluğumun sığınağından yola çıkmıştım ve yolculuğa devam ediyordum, yolculuk aynı zamanda bu konuşmalardı; şimdiki zamanla geçmiş zaman, anılarla düşlerdi; benim için hayatın kendisi sayılmasa bile, bir hareketti, bir akıştı; onun için korkuluğa dayanıp -Macbeth ya da kral olarak değil de- mavi gözleriyle yorgun, bitkin babamı düşündüm. [s. 108]
- Dünyanın gerçekliğidir kadın; ölümsüzdür. [s. 121]
- Ben: "Bellek, hayal gücü." [s. 132]
- Herhangi bir gey yüzünden ağlamıyordum. Aslında, ağlamıyordum bile; yalnız hatırlıyordum, hatırlayışım da başkalarına gözyaşı gibi görünüyordu. [s. 177]
Comments
Post a Comment