Dans Dans Dans / Haruki Murakami..

Ve sonunda ben de bir Murakami kitabını okumuş oldum. #MugaBookclub vesilesiyle Doğan Kitap’tan çıkan son Murakami imzalı kitap olmasına rağmen, aslında 1988’de basılmış olan Dans Dans Dans kişisel tarihimde ilk Murakami kitabı olarak yerini almış oldu. Ve bence çok da iyi bir başlangıç oldu, zira beş yüzü aşkın sayfa sayısına sahip olmakla birlikte okuması oldukça rahat ve keyifli geçti. Nasıl bittiğini, nasıl ilerlediğini anlamadan sonuna gelmiştim.

Bir kere yazarın dili çok enteresan da şöyle ki detayları sanki tarihe not düşer gibi en ince ayrıntısına kadar yazması, bana geçen her okuduğumuz Adalet Ağaoğlu kitabını hatırlattı. Onun gibi markalara, alışveriş yapılan mağazalara, dönemin tarihi birtakım olaylarına, yollara, caddelere ve benzeri günlük yaşama dair ayrıntılara özenle yer vermesi, okuduğumuz öyküye, bir kurgu olmasından ziyade sanki bir günlük okuyormuşuz hissini vermesini sağladığı kanısındayım. Ve bence bu da kitaba dair okuma zevkinin akıcı olması sağlayan nitelik olarak öne çıkıyor.

Ayrıca dediğim gibi kitaptaki detayların fazlalığı kapsamında; yapılan yemeklerin, dinlenen müziklerin varlığı da önemli bir yer teşkil ediyor. Tam da burada önemli bir güzellikten bahsetmek istiyorum. Muga Mag web sitesi üzerinden üyelerden birinin paylaştığı Spotify’daki Murakami’nin tüüüüm plaklarına dair inanılmaz büyük bir müzik listesi olduğu çok keyifli bir öneri olarak kitap okuma zevkini pekiştiriyor. Öyle ki tam da kitapta artık dinlenen plakların ayrıntılı olarak verilmeye başlandığı sayfalarda kafamdan geçen “acaba Spotify dan Murakami’nin dinlediği şarkılara ya da kitapta geçen müziklere dair bir playlist var mıdır” diye düşünürken akabinde bu bilgiyi öğrenmek çok mu çok güzel oldu. Böylece kitabı okurken Murakami’nin dinlediği caz, klasik ya da benzeri müzikleri eş zamanlı olarak eşlik edebilmemizin inanılmaz bir şahanelik olduğu kanısındayım.

Ayrıca, aşağıda da alıntıladığım üzere*, bir sahnede artık abartıp hangi malzemelerden yaptığını daha da uzun anlattığı meze tarifinde, bir meze sever olarak Japon kültüründeki benzer bir yemek kategorisinde ne kadar farklı şekilde kurgulandığını/pişirildiğini okumak kendi adıma çok keyifliydi.

* “Hesap işlerini bitirince ıspanak haşlayıp kurutulmuş sardalyayla karıştırdım, üzerine hafif sirke ekleyerek siyah Asahi biranın yanına meze yaptım.” [s. 386]

“Umeboşi ezmesiyle tatlandırdığım pırasa mezesi yaptım, üzerine katsuobuşi serptim. Yosun ve karidesi marine hazırladım. Vasabi turşusuyla rendelenmiş Japon turpunu ince ince doğradığım balık kekiyle karıştırdım. Ve tavaya sarımsakla biraz salam ekleyip patatesle birlikte zeytinyağıyla kavurdum. Tofu da vardı ve güzel aroma olsun diye üzerine bolca zencefil koydum.” [s. 388]

Özetle sıradan bir insanım, sıradan bir yaşam ülküsü nde okutulan sıradan ötesi olayların anlatıldığı hikayemiz bana Murakami’yi sevdirdi. Dolayısıyla da sizde benim gibi bugüne kadar hiç Murakami okumadıysanız çeviri sırasıyla en sondan giderek bu kitaptan başlayabilir ve kendi fikrinizi oluşturmak adına keyifli bir adım atabilirsiniz diye düşünüyorum. Yok zaten halihazırda bir Murakami okuru/severi iseniz de, belki de orijinalinden bunu çoktan okumuşsunuzdur. Öyleyse siz de yorumunuzu paylaşırsanız çok mutlu olurum. Zira benim görüşlerim tamamiyle tek kitap üzerinden şekillenen fikirler olmanın ötesine şu an için geçmiyor.

Meraklısına: (kendimden notlarla)
  • Bu satırlarında, geçtiğimiz karantina dönemindeki kendimi bulmam çok mu çok tesadüfiydi!: “Altı ay boyunca her gün bu dediklerimi tekrarladım. 1979 yılının Ocak ayından Haziran ayı sonuna dek. O sırada tek bir kitap bile okumadım. Gazeteyi dahi açmadım. Müzik de dinlemedim. Televizyon izlemediğim gibi radyoyu da açmadım. Hiç kimseyle görüşmedim, konuşmadım. Alkollü bir şey içmedim, içme isteği dahi duymadım. Dünyada neler olup bitiyor, kim ünlenmiş, kim ölmüş hiç bilmiyordum. Bilgi edinmeye direniyor değildim. Sadece özellikle bilmeliyim diye düşünmüyordum. Dünyanın döndüğünü hissediyordum. Dairemde kımıldamadan dursam da o hareketi tenimde hissedebiliyordum. Ama buna karşı hiçbir ilgi duymuyordum. Her şey sessiz bir rüzgâr gibiydi, yanımdan esip geçiyordu.” [s. 28]
  • Bu satırlarda da son bir buçuk seneki halet-i ruhiyemi okumuş oldum, Murakimi’nin kaleminden!: “Bazı acılar zamanla geçse de bazı acılar asıl sonrasında ortaya çıktı. Ama benim altı ay boyunca daireme kapanıp kalmayı sürdürmemin nedeni yaralarım değildi. Sadece zamana ihtiyacım vardı. Olan bitenle ilgili her şeyi somut olarak —gerçek olarak— düşünüp anlamam için altı ay gerekmişti. Kesinlikle sosyal izolasyon ya da dış dünyayı ısrarla reddediş değildi bu. Sadece, basit bir zaman konusuydu. Yeniden tam olarak iyileşmek, kendimi düzeltmek için en basit anlamıyla net bir zaman gerekiyordu bana. Kendini düzeltmek dediğim şeyin anlamı ve ondan sonraki gidişat üzerine düşünmemeye karar vermiştim. O başka bir konuydu. Ayrıca düşünsem ne olacaktı ki? Öncelikli olan, yeniden dengemi sağlamaktı.” [s. 29]
  • Kedisinin adının ’Sardalya’ olmasına ise bayıldım :) [s. 31]
  • 40 yaşındaki kadınlara dair bu ifadesi ise pek iyi geldi, çiçeği burnunda bir 40 olarak ;) (ancak kadınları obje olarak gördüğü edimlerde dellenmedim değil.. tavrım Yuki’ninki gibi oldu.. hiç hoş değildi hem de hiç…: “…… kırk yaşındaki kadınların çekiciliği” [s. 35]
  • Walkman’ini halen saklayan ve o günlerdeki kullanımının keyfini halen duyumsayan bir 80’li olarak, her walkman geçen yerde bir tebessüm etmedim değil :) (çevirmeli telefon da cabası :) ah seksenler..): “Bir kez de walkman’in pilini değiştirdi.” [s. 154]
  • Bir espresso sever olarak bu melodide bi coştum desem :): ‘Just a Little shack made out of wood. Espresso coffee tastes mighty good.’ - Jimmy Gilmer / Sugar Shack [s. 158]
  • Theta Healing ilgim noktasında, Murakami’nin resmen theta’daki ‘his yüklemesi’ uygulamasını anlatması, hem de 88’de yazılmış olduğunu düşününce, çooook enteresandı. Resmen adam arabaya his yüklemeyi pratiğine almış!: “……Basitçe söylersem, ben ve bu araba birbirimize yardım ediyoruz. Diğer bir deyişle, ben arabanın alanına giriyorum. Bu arabayı sevdiğimi düşünüyorum. Böyle olunca da burada arabayı sevdiğimi hissettiren bir hava oluşuyor. Ve araba da bu durumu hissediyor. Ben de kendimi iyi hissediyorum. Arba da kendini iyi hissediyor.” [s. 165]
  • ‘Bir anda kaybolma’ edimini: “Sabah çiyi gibi.” [s. 187] diye tanımlaması, isminin anlamında sabah çiyi olan biri olarak pek güzeldi :)
  • Kitabın ana olgularından biri olan bir filme dair ifadelerinde, karakterin yaşamını da tanımlamış hissi vermesi çekici bir yaratıcılıktı kanımca ;): “Film aşırı sıradanlığa varan bir monotonlukla devam etti. Replikler kadar müzik de sıradandı. Zaman kapsülüne koyup üzerine "sıradan" etiketi yapıştırarak toprağa gömülse yeriydi, öylesine bir sıradanlıktı bu. Nihayet ” [s. 455]
** İlgili podcast'ın bağlantısı için tık tık..
Meraklısına 2: Türkçesi değil ancak İngilizce'sini okumak isterseniz, şu link'te yer alan Pdf versiyonunu ücretsiz indirip okuyabilirsiniz..

Comments