Derin / Meltem Güner..

Meltem Hanım’ı keşfettiğimden ve ilk olarak Niyet Defteri alır almaz ve okur okumaz, diğer kitaplarını hemen edinmek ve okumak istediğimde Derin adlı kitabının baskısının olmadığını ve tabiri caizse NadirKitap’ta karaborsaya düştüğünü görünce çok şaşırmıştım. Ve yine de bulamamıştım. Ara ara takibe alıp düşer düşmez edinme gayretine girdim ve nitekim geçtiğimiz Mart gibi bir sahafta yakaladım. Hem de ilk baskısı ve gıcır hâliyle ;) Ancak o dönem elimdeki kitapları zor bitirince, şaka gibi bir şekilde, ne zamanki elime aldım, o hafta Derin yeni yayınevinden çıkış yaptı! :)
Olsun ben yine de kovalar ve ilk baskısını edinirdim. Zira Niyet Defteri’nin de o eski ilk baskısını (yenisinden edinmiş ve okumuş olmama rağmen) aranıyorum :) Bendeki de kitaba dair birçok manyaklığımdan biri bu olarak vuku buluyor :)
Kitaba gelirsem de şahsen bir çırpıda çok da severek okudum. Birçok konuyu, spiritüel bakışa dair pek çok noktayı, öyle naif ve sade bir şekilde, hem de oldukça bence yoğun ve ‘derin’ bir hikâye içinde kurgulanmış buldum ki inanamadım. Böyle su gibi aka aka okuyuverdim. Derin kızımızın hem öyküsünün katman katman açılışını, her yaprağın açılışına paralel dönüşümünü-devinimini, hem de onun nezdinde spritüel-tasavvufi (her nasıl tanımlanmak niyetindeyse) bakışlara dair eleştirel yaklaşımı ortaya konuş şeklini çok gerçekçi ve oldukça iyi buldum. (naçizane okur fikrimce) Eş deyişle, Derin o bakışı eleştirirken, o bakışa önyargılı bakarken, aslında kitap da özüne eleştirel bir yaklaşım sermiş olmuş ya işte o çok samimi bir üslupla kurgulanmış ve aktarılmış. İşte onu çok sevdim. Çünkü nihayetinde o bakışa kendimi yakın bulup, o gözlükle bakma niyeti taşısam da arada her şeyimizi olduğu gibi onu da sorgulayabiliyoruz. Bu noktada da derin bizim, benim adımıza, okuru olarak da kendi eleştirisini yapar olmuş. Çok da güzel yapmış, çok da güzel olmuş böyle bişi.
Ve tüm bunlar 250 sayfa içinde nasıl anlatılabilmiş, bir derinlikle şaşmadım desem yalan olur. Ancak anlatılmış derken devamını beklemeye başlamadım demek olarak algılanmasın. Zira ‘içine Jale kaçmış’ olarak gördüğüm Derin minvalinde öyküsünün devamını okumak için sabırsızlanmaya başlamadım değil. Dilerim kendim de dönüştükçe, onun da dönüşmüş hâlleriyle sayfalarda buluşmak çok mu çok keyifli olacak. Haydin siz de Derin’e dalın da birlikte istişare edelim ;)
  • — Elbette. Bununla birlikte "almadan vermek Allah'a mahsustur" da derler. Almak, aslında bir teklifi, değişimi, esnemeyi, ilerlemeyi kabul etmektir. Vermek yani hemen ve önce verme isteği aslında veriyormuş etkisi yaratmak çabamızı anlatıyor. Eski fikirlerinizi, kalıplarınızı, anılarınızı, hesaplarınızı bırakamadığınız için, vermek zorunda bırakanlarla alışveriştesiniz. Yani el açmış, yalvaran ama ihtiyacı varmış gibi yapanlarla alışveriş halindeyseniz, aslında alabilmek ve verebilmek için canınızı acıtıyorsunuz demektir. [s. 32]
  • — Kırmızıydı dedim ya gelinlikler eskiden, işte eskiden kalan nedeni pek bilinmeyen davranışlardan birisidir kırmızı kuşak. "Gittiğin yerde kalıcı ol kızım" der baba. Kuşağı sararken "Gönlüm var bu gidişinde" der. [s. 64]
  • Şunu de bunu deme, o eşyayı buraya koy oradan kaldır, bunu ye, bunu yeme, hayal et, tekrar et, olmadı melek çağır, yetmezse nefesinde problem vardır. Yoga yapmadan olmaz, çakralar kapalıysa işin bitik, sevgili istiyorsan bu renk giy ha bir de evrenden isterken dikkat et. Neye dikkat edelim? Hem hayatı akışana bırak, hem de planlama yapmazsan olmaz. Hepsini birden nasıl yapabilir ki insan? Buna imkanı var mı? Hem tezgah' kuran benim, hem de hayırlısı böyleydi deyip kabullenmeliyim! [s. 99]
  • — Bir ismin hem söyleyene hem de duyana etkisi vardır. Sizin çevremize topladığınız yani iletişim içinde olduğunuz kişilerin isimlerinden oluşan bir enerji vardır. Onların isimlerini sürekli tekrar edersiniz. Bir de sizin isminiz söylenerek size bir tekrar yapılır. Aslında bu bir tür yüklemedir. Benim çevremdekilerin adları "bal, bir, narin, su" falan filan... Bana tat veren narin su mu denmek isteniyor? Ne saçma! 
          — Şimdi, Selva Hanım'a biz seslenirken verdiğimiz mesaj -bize nimet getirmesi, bize destek olması, beklentilerimizi karşılaması- olabilir ya da adının bal manasından bakarsak -hayatımıza tat istediğimiz- için onun bize sunacaklarına ihtiyaç duyabiliriz. Onun açısından bakarsak da ona hatırlatılan "insanların hayatlarına tat kat, güzellikler sun" ya da farklı tatları, faydaları, renkleri bir araya getirip yepyeni ve faydalı bir tat yarat." [s. 115]
  • — Seni ancak beklentisizlik hali rahatlatabilir. O zaman olan her ne ise kabul etmek, sunulanı alabilmek, sonuca gidebilmek rahatlatır. Beklenti itirazı doğurur. itiraz, öfkenin kardeşi, huzursuzluğun dostudur. Kalp huzursuzluk ile buluştuğu an kapılarını sıkıca /kapatır. Tekrar açabilmek için şaşırması, nedensizce kabul edildiğini hissetmesi, sımsıkı sarılan bir kucakla buluşması gerekir. [s. 127]
  • — Hayır, başına buyrukluk denilemez. Deneyim hayatın kıymetidir. Düşündüğünü eyleme geçirmeyen özgür kalamaz. Bu her düşündüğün doğrudur, her eylemin haklıdır, demek anlamına gelmez. Bir kere içinden geldiği gibi yapan, zaten kendi görür doğrusunu eğrisini. Yaranmaya çalışan, başkasını mutlu etmeye çalışan ise pişmanlık yaşar. Pişmanlık, en derin kuyudur. İnsani çığlık çığlığa bırakır. Bak, en çok bağırıp çağıran insanlar hayatlarında pişmanlıkları olanlardır. Öfkelerini dindiremezler. [s. 143]
  • "Hayatta hep karar vererek yol alırız. Bunun adına irade denir, irade adeta bizim kendimizi ifade edişimizdir. Hayatı tren istasyonu gibi düşün. Karar bir tren gibi senin bulunduğun istasyona uğrar, o trene ya binersin ya da binmezsin. Hatırla ki kızım, her ikisi de senin kararındır. Gitsen de kalsan da sahip çık. Sahip çıkman için tek bir anahtara ihtiyacın var. Kalbinin dediğini dinlemek. Tren kaçmaz. Tren gider, başkası gelene kadar sen, seninle baş başasındır. Gelen trene nasıl davranacağın, gideni uğurlayıp uğurlamamanla ilgilidir. Gideni uğurlayamayan, yeni gelene binemez. İşte o istasyonun adı PİŞMANLIKTIR. Bir yüzyıl, bin tren geçse adını atamazsın o istasyondan. Gideni gönderdin miydi, geleni kucaklarsın" dedi. Ben o gün, pişmanlık duymak ne demek anladım. Annemin, bana verdiği en güzel çeyizdir. Bu olaydan bir ay sonra nişanlandım. Çok şükür, bugüne kadar yaşadıklarımın ar-kasında durdum. Duramayacağım olduğunda da kıyıya çekildim dua ettim, yardım istedim, inatlaşmadım, gururumu değil kalbimi dinledim. Yaşadığım her ana şükrettim. [s. 144]
  • — Sadece bu değil elbette, o mesajı içselleştirmek önceki bakış açısını bırakmakla mümkün olabilir. Bırakmak, en önemli davranış, kabı boşaltmak. Kap doluyken yeniyi alamadığı gibi, içinde bir damla eskiye dair bir iz kalsa, yeniyi eskiye taşır. Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Bir şeyi yaşarken güvende hissetmek ile hissetmemek bizim yolumuzu belirler. Bunun nedeni kontrol etme isteğimizdir. Sonuç bizim istediğimiz gibi olmazsa, endişesi tedirginlik yaratır. Oysa kontrol etmeye çalışmak, her şeyi kontrolden çıkarır. istediğimiz gibi olması hırsımız, alttan almamıza, taviz vermemize neden olur. İnsan faydalıyı faydasızdan ayıramaz hale geldiğinde dahi ipin ucunu gevşetemez. inat, ortaya çıktığında hatırlanması gereken, bir direnç olduğudur. Direnç, bize anlatılanı, gittiğimiz yolu, neler olduğunu anlamamızın önünde duran en önemli engeldir. [s. 171]
  • — Sevgili Derin, anlamaktan öte demek istiyor Yunus, sadece o hissedişini aktarıyor bizlere. O içten gelen ses, bazen dile gelemeyen hal, nedenini bilmeden yapmak istediklerimiz bizden ötede olanla bağlantımızın izlerini taşıyor. Sende o bağlantının izdüşümlerini gördüm. içinden geldiği gibi olma hali samimiyetin ötesinde teslimiyeti barındırır, ne olduğunu bilmediğine ve aslında hissedip dillendiremediğine olan sevginin eseridir. [s. 176]
  • — Maşallah Hocam, ağzına sağlık, endişeyi bırakamadığımı gösterdin. Ne eylersin ki insan kendinden çok sevdiklerinin üzülmesine dayanamıyor. 
          — Bizi kendim uzağa koyan en önemli sınavdır, başkalarının yaşadıklarına yorum yapmak, yargılamak.
         — İyi de bu yargılamak değil ki, Selva Hanım sadece senin üzülmüş olabilmenden endişe etmiş.
         — İşte ben de bunu diyorum ya, onu merkezinden alan, kendinden uzağa koyan bana yakın olması, tam da bu sebeple yargılandığı ile yargılanacak. Buradaki yargısı, yaşadıklarımın beni üzmüş olabileceği, oysa yaşadıklarımla öğrendiklerimin bana katacaklarından emin olsa, ne oluyorsa en iyidir halinde kalabilse kendiyle de kalır. [s. 180]
  • Kitap yazmak, hatta bunları anlatmak da kolay, iş uygulamakta. Eskiden ne biliyormuş insanlar, onu affet bunu özgürleştir. Bak, bizde gider günah çıkarırsın. Aslında hatanı anlatırsın ve anlatırken kulağına duyurursun. En önemlisi yaptığını kabul edersin. Sizde helallik istenir hatta bazen yola çıkarken bile, bir iş bittiğinde ya da kavga edip barıştığında bile hakkını helal et dersiniz. Yani aslında bu kadar basit, anladın mı? Güzel arkadaşım, kafanı böyle şeylere bu kadar yormak iyi değil, yaşa ama adam gibi yaşa, kendine ve Tanrı'ya samimi ol, Zaten o her şeyi biliyor. Çocuk gibi duvarın arkasına saklanırsan olmaz. Saklanmak zordur, sobelenmek yenilgi gibi gelir, sürekli ebeyi beklemek gerer insanı. Hayatla saklambaç oynayan sobelenir! Al işte Sonya da erdi. Sen de mi Sonya diyeceğim ama en güzel özeti sen yaptın. "Samimi ol!" demek kolay da nasıl samimi olunur, yani aklına geleni söylemek mi, yoksa içinden geldiği gibi davranmak mı? içimden onunla görüşmek gelmiyorsa, mesela şimdi gelmiyor. Görüşmeyeyim o zaman. 
         — Tamam, katılıyorum sana, işte bu nedenle gidip görüşmeyeceğim.
         — Bunca konuşmadan bunu mu anladın?
         — Sen dedin, samimi ol dedin. İşte bende samimi oluyorum, içimden gitmek gelmiyor. Geliyormuş gibi yapmayı bırakıyorum. Bu değil mi, anlattığın?
         — Hayır değil. Bu kaçmak, saklanmak. Tam tersi yüzleşmek, sakladıklarını özgürce ifade etmek samimi olmaktır.
         — Kaçış yok yani, gideceğim.
         — Bak işte duydun ne söylediğini, "kaçış yok" dedin. [s. 200]

Comments

Popular Posts