Aeden / Azra Kohen..

Ve tabii ki Pi ile birlikte seriyi tamamlar tamamlamaz hemen Aeden’a başladım. Amacım onu da hüpletip Gör Beni’ye geçebilmek :) Pi’nin sonunda birkaç referansla Aeden’a atıf yapılmasının keyfiyle hemencecik geçtim. Bilenlerin bildiği üzere, filmde de kitapta da sinopsis okumaktan hoşlaşmıyorum. O yüzden bihaber başlıyorum, bir iki nüans dışında, genelde. Bunda da öyle oldu. Tek bildiğim ütopik olduğu ve başka bir gezegende geçtiği idi. Ancak bunu bilmeme rağmen, neden oldu bilmiyorum, içine girmekte biraz zorlandım. Karakterleri ve ilişkilerini eşleştirmekte biraz bocaladım. E biraz da tipleri kafamda fiziksel olarak resimlendirmede :) Tabii çok sürmedi, zaten yerleşir yerleşmez hızla kendimi kaptırdım.
Numi ve Sonje’nin aşkından öte sevgisi, bunu ifade ediş şekilleri o kadar keyif verdi ki anlatamam. Ve yine öyle bir zamanda öyle tasvirlerle güzelleştim ki anlatamam. Resmen sonunda ne olduğunu bir an önce öğrenebilmek kendimi helak etme yarışına girdim :) Şaka şaka, e biraz hırpalasam da o sevgi dışındaki kurgular, ve yine aktarılan o güncel bilgiler çok iyiydi. Aşı olayı :(, büyük ailelerin o arkadaki elleri, savaşların arka planı vd. halihazırda BİZlerin de kulağında olup kendi çapımızda dillendirip hayıflandığımız konular olduğu için bu kurgu dahilinde de, hem de yere basan bilimsel kanıtlarla desteklenerek okumak, kelimenin tam anlamıyla yeniden ‘hüzünlendirdi’ :(
Bilgiler deyince ise sadece şöyle bir husus oldu, en azından kendi adıma. Belki bendeniz pek fizikçi olmadığım, o mefhumu da oldum olası kafamda tam yerleştiremediğim için (ki eğitim sistemi sağ olsun diyeceğim ve kitapta eğitime dair söylenenler aklıma geldi, yine içim burkuldu :( işte tam o yüzden zira) biraz zorlandım, biraz uzun geldi, biraz anlayamadım. Bir de oldum olası o vahşet sahnelerini, kurgu filmlerde dahi izleyemez gerçeğine hiç bakamazken kitapta da biraz atlayarak satırları okuduğumu itiraf etmem gerek. Ancak demek istediğim olmamış veya olmamalıydı değil tabii ki. Zaten işin gerçeği gereği o şekilde olmalıydı. Kaldı ki gerçekteki etkisi kat be kattır :(
Sonuç itibariyle, özellikle bir Türk yazarın kaleminde böyle ince işlenmiş, kendi has kocaman bir kurgusal evren yaratılmış bir dünyayı okumak; onun meyvelerinin adını bilmek, tadının tasvirini kafamızda canlandırmaya çalışmak, yepyeni isimler öğrenmek, evrenin ne kadarrrrr büyük olduğunu bir sevgi öyküsü çerçevesinde bir kez daha hatırlamak, hele ki o dünyayı kendi dünyamızla kesişir bir öykü dahilinde öğrenmek ve nice detay çok mu çok keyifliydi. Bu bağlamda da o sonuna bir an önce varıp öğrenmek istediklerime vakıf olduğumda zihnimin ucunda tadı kalan duyguyu daha daha okuyabilmeyi çok isterdim. O yüzden de devamı olmasını dilemek düşüyor ancak bana, bir okur olarak ;) Neden olmasın ama öyle değil mi?
Şimdi ben Gör Beni’ye doğru yol alırken, sizin de yorumlarınızı okumayı dilerim.. :*

  • “Zaten öfkenin, anlamı yok eden bir hal olduğunu biliyordu ki Sonje, öfkedeyken üretilen düşüncenin negatife kanal olduğunu da biliyordu” [s. 10]
  • “Nasıl göründüğünün ne önemi vardı?! Ev-rimleşen bir ruh için önemi olmamalıydı! Çünkü Çi fışkırıyordu içinden! Bu yeterli olmalıydı!” ... “Varlıkları şekilleriyle yargılayan biri nasıl hakiki insan olabilirdi! İstediği kadar güzel olsundu!” ... “Hakiki insan dediğin yargılamayan, anlayan demek değil miydi!” [s. 13]
  • “İnsan, sevdiği birine duyduğu öfkeyi nefrete çevirmeye çalıştığında, altında ezileceği bir yük alırdı sanki sırtına.” [s. 15]
  • “İştahla yediğimiz şeylerin kimyasal reaksiyonlara sokulup duygulara dönüştürüldüğü yerdi bağırsaklarımız. Ve nasıl düşüncelerimizi oluşturan nörotransmitterlerimizin terbiyesi kişiyi daha az ya da daha fazla insan yapıyorsa iştahımızın da terbiyesi çok önemliydi. Çünkü yediğimiz her şey duygularımızın hammaddesiydi. Varlığın gelişebilmesi için düşüncede merakını ehlilleştirmesi gibi, iştahın da arsızlığını ehlileştirmesi varlığın tekâmülünün temeliydi.” [s. 22]
  • “Analiz edilmeyen duygular başıboş esen fırtınalardı, analiz edip fırtınayı anlamak, estiği kaynağı bulmak fırtınayı dindirebilmenin tek şartıydı.” [s. 26]
  • “Surza Numi’ye döndü: “Mükemmelliği tetikleyen şey eksiklik duygusudur. Bu duygu, senin en büyük engelleyicin ya da kendi potansiyelini doldurmakta en büyük gücün olabilir Numi. Sürekli neden eksik olduğuna takılıp kendini yargılamaya geçersen seni engeller, ama bu eksiklik hissinin seni kendi mükemmelliğine taşıyan bir motivasyon olduğunu anlarsan, çabaya geçersen kendi potansiyeline dolarsın. Kendini eksik hisseden biri mükemmelliğe, kendini tam hisseden birinden daha yakındır" dedi.” [s. 56]
  • “Surza ağzını açarken Numi lafa girdi. “Sürekli neden eksik olduğuma takılan ben değilim, sizsiniz!” dedi, Sonje’ye döndü, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış biri olarak “İçine doğduğum bu bedeni yargılamayı senden öğrendim. Beni sevdiğini biliyorum ama var olma şeklime olan şaşkınlığın sevginden daha büyük. Kendimi bildim bileli sana yaklaşmaya çalışıyorum, dün akşam anladım, kendimi sana kabul ettirebilirsem sanki o zaman değerleneceğimi sanıyorum. Sanmışım. Ama artık yargıların beni etkileyemeyecek. Beni her yargıladığında Çi’ye ihanet ettiğini bil, artık ben biliyorum, çünkü fark ediyorum” dedi. İyice dikleşti, kendi sınırlarını çizmenin zamanı gelmişti.” [s. 56]
  • “Birleşmiş olmak için birleşmek hayvanlara mahsus bir şey ve ben evrimimin hayvansı bölümünü aşmak zorundayım, birleşeceksem bu birleşme zamanımın geldiği düşünüldüğü için değil içimdeki hücrelerin, karşımdaki kişiyle yeni bir beden yaratma isteğine karşı koyamayacak bir çekim hissettiği için olmalı. Böyle bir duygu yok ikimizde de... Belki ben sonsuza kadar kimseyle birleşmeyeceğim, belki bir gün bende bu duyguyu harekete geçirecek biri çıkacak ve onunla birleşeceğim. Ama bu kişinin hiç çıkmaması hatta hiç var olmaması bir eksiklik değil. Deneyim beni nereye götürürse girmeye hazırım, sadece deneyimlemiş olmak için deneyimle-meyi seçmeyeceğim... Deneyimlemiş olmak için deneyimlenmiş şeyler anlamları ezerler. Yapmış olmak için yapmak... insanlığıma ters.” [s. 62]
  • “Benim eşim bana değil kendine meraklı biri olmalı. Numi benim yanımda ancak bir uydu olabilir bense ancak bir güneşle birleşebilirim... Bir hatayı deneyimleme-ye ihtiyacım yok. Dövüşeceğim değil, birlikte gelişeceğim biriyle eşleşmeliyim ve kiminle eşleşeceğimi kesinlikle ben seçmeliyim!” Saluun “Evren öyle güzel tasarlanmıştır ki, varmak için çıktığımı: yol, gitmek istediğimiz yer neresi olursa olsun, yola çıkma cesaretini gösterebilen ve kendine samimi olan herkesi özüne yaklaştırır” dedi. “İster Numi’yle birleş, ister birleşme... Çıkacağın yolculuk seni sana götürecek. Kimse senin adına bir karar alamaz, bu varoluşa aykırı, ama evrenin mimarından bahsediyoruz burada Sonje, seni anlayacağından eminim ya da senin onun sana anlatmak istediği şeyi. Hayat bizi zorladığında aslında gelişime çağırıyordun Tekâmülümüz için fırsat veriyordur. Evrende hata yoktur Sonje. Vermemiz gereken tepkileri erdemli bir şekilde verebilecek kadar gelişip gelişmediğimizin ölçümünü yapar her kriz. Hata olarak algıladığımız şey, algımızdaki zayıflıktır, büyük resmi görememekten, kendi küçüklüğümüzden kaynaklanır tüm endişe ve korkularımız. Deneyime hakkını veremeyenlerin karmaşasıdır. Aeden’deki tüm kültürler için geçerli olan her efsanevi düşün Sonje, deneyimi analiz edebilen biri için hata sadece fırsattır, bir hatayı düzeltebilecek güçte olabilmenin fırsatı. Kızmak, kurban gibi hissedip pes etmek ya da karşındakini suçlamak yerme sakince analiz etmek zorundasın. Bir şeyi neden istediğini, neden istemediğini ve ne istediğini, yani seçimlerini analiz edebildiğin kadar varoluşu anlayacaksın.” [ss. 62-63]
  • “İçine çektiği nefesin titrettiği kalbinin ritmi hızlansa da dişlerini sıkıp ruhunu okşayan varlığa bakışlarını çevirmedi çünkü aklı hissettiği her şeyle artık savaştaydı. Çekimine kapıldığı bu varlığın çekiminden kurtulmak için artık kendi kütlesini yaratmak zorundaydı. Onun etrafında dönmeyi bırakıp kendi etrafında dönmesinin zamanı gelmişti, yoksa var olamayacaktı. “Asla.” [s. 64]
  • “Fırsatlarla dolu bir evren burası. Çağırdığımız her şeyin bize gelmesi için incelikle tasarlanmış. Unutma, balinayı çağıran beraberinde getireceği okyanusa da hazır olmalıdır. Hazır ol. Çağırmak istediğin şeyleri sorgula ve sorularını iyi seç. Doğru zamanda sorulan sorular daima cevaplarına kavuşurlar. İnisiyatifini keşfetmen dileğiyle... Yolunuz açık olacak vazgeçmeden doğru yolda olduğunuz sürece.” [ss. 66-67]
  • “Neyi, niye, nasıl merak ettiğine dikkat et. Evren, merakla harekete geçer, düşünceyle genişler, korkuyla küçülür, analizle büyür, yargıyla son bulabilir. Merak ettiğin her şey senin kim olacağına yön verir.” [s. 75]
  • “sudan korkarak geçirdiği bunca yılda deneyimlemediği binlerce şeyi düşündü Numi ve karar verdi: İçinde korkuya yuva olan her şey, onu, keşfetmesi gereken muhteşem bir deneyimden uzak tutabilirdi. Korkularının üzerine gitmek tek çareydi! Ve kendi kendine söz verdi: Bir daha korku hissettiğinde asla saklanmayacak, tam tersi hemen deneyime geçecekti! Çünkü sonu ne olursa olsun, böyle bir keşfin olasılığı her türlü riske değerdi. Korkularla yaşanan anlar ancak saygısızca yağmalanmış bir hayata ait olabilirdi.” [ss. 75-76]
  • “Varlığın kendini küçük düşürdüğünü fark etmesi tekâmülün en büyük adımıydı.” [s. 77]
  • “Cennetteydiler... belki, ama insan, ilgisine paha biçemediği bir varlığın ilgisizliğinde nerede olursa olsun cehennemde değil miydi?” [s. 84]
  • “Ama aslında içte sürekli devam eden bir savaş varsa... varlık kendi ile savaşınca, aklındaki fikirler sürekli çarpışınca o zaman kolay olmuyor. Ne kadar elinden geleni yaparsa yapsın insanın kendi duvarlarını aşması zor, o duvarlar sadece beynimizde olsa bile. Demek istediğim şey, gelişmek o kadar kolay değil, dışarıdan direnç gibi gözüken şey içerideki yetersizlik duygusu olabilir ve bazen... bazı varlıklar için kendi ile daha da fazla mücadele değil, kendini anlama ve kabullenme gerekebilir.” [s. 92]
  • “Yargılamak insanlığın en büyük duvarıdır. Anlamak ve kabullenmekse yargılamanın tek ilacı.” [s. 92]
  • “Yani bu evrende aslında bir tek sen varsın ve geri kalan her şey senin kombinasyonların, değişik deneyimlere doğmuş ve bu deneyimlerdeki duygular tarafından şekillendirilmiş kombinasyonların... Başkasını yargıladığında aslında kendini yargılıyorsun.” [s. 93]
  • “Çünkü şu bir gerçektir ki tekâmülümüz hangi seviyede olursa olsun merak ettiğimiz şeyler aslında düşüncelerimizin köklerini oluştururlar. Kıskançlık yaşayan biri kıskandığı şeye odaklanacağından sorulan da hep bu olguya odaklı olacaktır. Yani merakın odağındır ve o odak duygularının da kaynağıdır. Merakını ehlileştiremediği için başka birine odaklanmış ve sürekli o kişiyi merak eder hale gelmiş ve bu nedenle de büyük kıskançlıklar yaşayan birinden anlayış beklemek mantıklı olmaz. Çünkü anlayış ancak analizle gelişir ve merakı başkasına saplanmış biri, o başkasıyla ilgili bilgi toplamakla o kadar meşguldür ki analiz yapamaz hale gelir ve anlayışı gelişemez. Kendi gelişemez.” [s. 94]
  • “Kıpkırmızı olmuştu Numi’nin suratı. Sanki kendisinden bahsediliyordu ama kıskançlık değildi tüm merakını Sonje’ye çeken şey, daha kötüsüydü, ilgiydi. Kaynağını bilemediği bu ilginin neden var olduğunu bilmiyordu bile, sadece her an onu görmek, onunla ilgili her şeyi bilmek istiyordu. Belki de bu yüzden bu hissettiği ilginin kendisini böylesine aptal durumlara düşürmesinin nedenini çözememişti, merakı öylesine Sonje’ye saplanmıştı ki analiz yapamayacak haldeydi. Hissettiği utanç büyüdükçe büyüdü!” [s. 94]
  • “Dokas’ın dingin sesi, “Senin hissettiğin her duygu senden evrene yansır hatta evreni değiştirir. Aslında tüm evrende yaşayan bir tek sen olduğunu ve yaşayan her varlığın, senin değişik gerçekliklerdeki hallerin olduğunu düşünürsek, demek ki her bir varlığın her duygusu, yani duyguların tamamı senin evrenini şekillendiriyor. Şöyle düşün, evrende en çok hissedilen duygu, kıskançlık ya da öfke gibi köklerini negatiften alırsa evren de köklerini aldığı o çoğunluktaki duygunun haline bürünüyor. Ya da birbirini sürekli bir şekilde yanlış yargılayan varlıkların olduğu bir evrende anlamdan bahsetmek de mümkün olmuyor. Çünkü anlam ancak emek verilerek iyi niyetle anlamlanıyor" dedi. Numi Dokas’a döndü. Kendini hâlâ çıplak hissediyordu ama sanki çıplaklığının gücü olduğunu keşfetmiş biri gibi dikti şimdi, insan ancak kendiyle yüzleşmeyi seçtiğinde dikleşebilirdi.” [ss. 94-95]
  • “Arsızlığımı nasıl terbiye edebilirim?” diye sakince sordu Numi.”
  • “Dokas açıkladı: “Hayata sakince güvenerek... Varoluşun ana fikri, deneyimlemektir, her şeyi bilmek değil. Bilgi ancak deneyimlediklerini analiz etme yetisi geliştirdiğinde ve diğer deneyimleyenleri yargılamayı kestiğinde işe yarar kıvama gelir. Yani varoluşun katmanlarını anlamak için araçtır bilgi, ulaşılması gereken bir amaç değildir. Çünkü önemli olan bilmek değil anlamaktır. Gerçekten anladığında asla yargılamazsın. Yargılamak varoluşa aykırıdır. Her varlığın mutlak bir TEK’ten geldiği bir mekanizmada yargılamak en büyük saygısızlıktır. Kısacası varlık aslında her şeyi bilerek bedenlenir ama amaç daha fazlasını anlayabilmek olduğundan doğumla birlikte bilinci geçmişte biriktirdiği bilgilere kapatılır. Çünkü önemli olan geçmişte anladıklarının özüne ne kadar işlediğini ölçebilmektir. Bilginin davranışa dönüşüp dönüşemediğini ölçer hayat. Varlığın yaşayacağı her kriz, yaşamı ne kadar anladığını ölçmek için özenle tasarlanır ve yaşanılan zorluk ne olursa olsun seçimleri daima yaşamın yanında olanlar varoluşun katmanlarında ilerlemeye hak kazanırlar. Yaşamın yanında olmak anlamakla başlar, anlamaksa yargılamamakla. Sonuca varmak için acele edenler hep kestirmeden gidip mutlak sonuç ararlar ama böylesine zengin anlamlarla var edilmiş evren mekanizmasında son ve sonuç aslında yoktur, değişim, dönüşüm vardır. Her son bir başlangıç, her sonuçsa varılan Tek’ten yeni bir anlama yolculuktur. Ama ne demek istediğimi anlamak için önce varoluş yolculuğunu fark etmelisin.” [ss. 98-99]
  • “Deneyimin başladığı yer birinci boyuttur. Maddenin, varoluşunun etkisini görmek, yani yansımak için bir diğerine ihtiyacı vardır. Ve birinci boyutta bu iki nokta bir çizgiyi oluşturduklarında kendi varoluşlarını birbirleri üzerinden deneyimlemeye başlarlar.” [s. 100]
  • “Çünkü seçeneklerin çoğaldıkça seçim yapabilen iraden de güçlenir. Bedenindeki kasları güçlendirmek gibi, zor seçimlerin arasından yaşamın yanında seçimler yapanların da iradeleri güçlü olur. Bu doğum bir bebeğin doğumu gibidir.” [s. 100]
  • “Arsızlığı terbiye edebilir miyiz demiştin. Evrende her şey ihtiyaçtan doğar Numi, fark edişlerin merakını motive eder, merakın analiz yapabilmeni tetikler, analizlerin özgür iradeni besler. Sana söylenenin dışında da yollar olduğunu keşfetmeye başlarsın. Ama varlık gelişime değil ihtiyaçlarının bolluk içinde karşılanmasına odaklanırsa o zaman hayatın ona sunduklarını değerlendirmek yerine biriktirmeye başlar. İhtiyaçlarına saplanmış bir varlık o kadar çok toplamaya, biriktirmeye, daha fazlasına sahip olmaya odaklanmıştır ki dönüşmek için var olduğunu unutur.... Yani arsızlık bir alışkanlığa dönüştüğünde sahip olduklarını kullanmayan sadece biriktiren bir koleksiyoncuya dönüşürsün. Arsızlığın terbiyesi tükettiğini üretebilmekle başlar, bir organizmayı parazitten ayıran şey de bu üretimdir. Çi’yi negatifte deneyimlemekten daha kötü bir şey, tüketerek var olmayı seçmektir. Sadece tüketmeyi deneyimleyen bir organizma asla kendi potansiyeline ulaşamaz ve uzun vadede evrenin boyutlarında asla kendine yer bulamaz.” [ss. 103-104]
  • “Bir şeyi, özellikle de bir kişiyi her yargıladığımızda onu tüketiriz. Yargılar, bilgiyi depolamamızı sağlar ama kişilerle ilgili yargımız, o kişinin içindeki Çi’ye rağmen olasılıklarını sınırlandırmamıza neden olur, tabii diğerlerinin yargıları da bizim olasılıklarımızı sınırlandırabilir. Senin aptal olduğunu düşünen bir çoğunluğun içinde yaşarken akıllı olman, senin aklına güve-nen bir çoğunlukta akıllı olmandan çok daha zordur. Yakın çevresinden gördüğü inancın desteğiyle hareket eden birini, kendisine güvenilmeyen bir diğerinden ayıran budur. Varlıklar çoğunluğun yargıladığı şeye dönüşebilirler zamanla. Biri çevresindekilerin inancıyla deneyimlere açılıp gelişirken -ki buna başarı deriz- diğeriyse çevresindekilerin yargısıyla deneyimlere kapanır, başarısız olur. İnanılmak iradeye güç veren bir kalkan oluştururken, yargılanmak bir hastalık gibi irademizi zayıflatır.” [ss. 104-105]
  • “Yargılamayan biri merakını zaten ehlileştirmiş, iradesini de güçlendirmiştir. O yüzden de asla bilgiye kapılmaz çünkü yargılamamak irade ister.” [s. 106]
  • “İşe yarayıp yaramayacağını ya da yapabilip yapamayacağını yargılamadan üretime geç. Yargılama, elinden geleni yap. Başta sarsılabilirsin ama vazgeçmezsen kesin başaracaksın, insan gelişmek için dizayn edilmiş bir organizmadır” dediğinde Numi kendini eksik hissettiği her konuda nasıl da kendini yargıladığını, sınırlamalar koyarak potansiyelini nasıl da köşeye sıkıştırdığını düşündü.” [s. 106]
  • “varlığın çevrene armağan Numi, hafifle” [s. 106]
  • “Gideceğin yer neresi olursa olsun, kendine dürüst olduğun sürece seni sana yaklaştıracaktır, tereddüt etme. Evrende hata yoktur.” [s. 107]
  • “Çünkü güç değildi insanı yücelten şey, güçsüzlüğüne rağmen özünü koruyabilmekteki kapasitesiydi.” [s. 120]
  • “yürüdüler el ele. Numi’nin kalbi yerinden fırlamak üzereyken Sonje’nin duyguları fırtına sonrasında nihayet doğan ılık bir gün gibiydi. İlk defa el ele tutuşmuşlardı ve ilk defa birlikte huzurdaydılar.” [s. 127]
  • “Sonje’nin uzun kemikli parmakları arasındaki elinden bedenine yayılan duygunun huzuruna sığındı Numi, onu buraya sürüklemiş olmanın verdiği suçluluk duygusunun içinde bu elin hissettirdiği her şey, fırtınanın tam ortasında ama fırtınanın asla ulaşamadığı tropik bir ada gibiydi.” [s. 127]
  • “Sonje: “Genetik olarak güçlü bir ırk yaratmak istiyorsan birbirlerinden değişik bölgelerde yetişmiş olanları çiftleştirirsin. Melezle-me. Melezler daima en güçlü olanlardır. Birbirlerinin eksikliklerini tamamlayacak şekilde, zaaflarını nötralize edecek şekilde gen havuzları birleşir” dedi.” [s. 135]
  • “İçindeki öfkeye teslim oldu ve anda kayboldu Numi, her kendine varışın anda kaybolmalarla başladığını düşünmeden. İnsanın ancak kaybolmalarının bittiği yerde kendiyle buluşabildiğim bilmeden.” [s. 154]
  • “Kendini analiz etmek yerine sürekli yargılayan biri, kendini bilemezdi!” [s. 157]
  • “Akıl deneyime eremediğinde, zihin yaşanmışlıkların içindeki anlamları bulamadığında yazmalı insan. Belki şimdi farkında değilsin ama Bilgi Defteri’n senin ışığın olacak. Kaleminden çıkan ışık fikrini aydınlatsın.” [s. 166]
  • “bir duyguyu inkâr etmenin en kısa yolu o duyguyu tetikleyen kişiye duyulan öfkeydi” [s. 170]
  • “Gigi “Tesadüf diye bir şey yoktur, bunu biliyorsun değil mi?... Olmaması gereken bir şey zaten olmaz” dedi.” [s. 179]
  • “Gigi sanki aklını okumuş gibi “Anlamsızlık, aslında henüz anlayamadığın bir anlamdır. Çünkü evrende hata yoktur. Asla! Ve olan her şeyin bir anlamı vardır. Mutlaka!” dedi” [s. 179]
  • “Sonje oyalanmadan ilerdeki araca yürüdü, kucağında şoktaki kıza “Bu sadece bir deneyim. İyi olacaksın. Bu deneyimi aşacak ve iyi olacaksın. Deneyime teslim olma, ona sahip ol. İçindeki potansiyele sığın. İyi olacaksın. Bu sadece bir deneyim. Senin yüklediğin kadar anlamı olacak hayatında, istersen basit bir deneyim. Anlam yükleme. İçinde büyütme. Potansiyelinin peşine düş. İyi olacaksın...” [s. 186]
  • “İlgi, bedenlenmiş Çi’nin, nerede olursa olsun en büyük zaafıydı. İnsansılar seviyorlardı onu.” [s. 195]
  • “Theador daha sakin görünüyordu, saçlarıyla oynamasının etkisi olduğuna emindi Numi, evrimleşmemiş canlılarda özellikle çok işe yarayan bir şeydi bu okşanmak.” [s. 212]
  • “Dengesini bulmaya çalışan, negatif ve pozitif arasında tekâmül ederek ancak var olabilen yaratıkların yaşadığı bir gezegendi burası.” [s. 222]
  • “Aralarından biri, fikrimce telepatiye çok yakın ama henüz farkında değil. Farkında değilsen zaten dönüşemezsin.” [s. 225]
  • “Ulaşamadığın biri için ulaşılmaz olmak kalbin tek çaresiydi.” [s. 227]
  • “İstediğin biri tarafından istenmemenin, hissettiğin biri tarafından hissedilmemenin sancısı, bedenindeki öfkenin kaynağıydı.” [s. 227]
  • “Ve anlamıştı Numi, bir erkeğin erkekliği, annesinin anneliğini göstermekteydi.” [s. 230]
  • “Gözlerini kapatmak istiyordu, etrafındaki dünyadan sıyrılıp ruhuna kazman Sonje’nin hissinde kaybolmak... Hayat aşkı hisseden ama hissettiremeyenler için en zordu.
  • .... aniden koridorda durdu, kendine gelmeden oraya giderse ilk bakışta bile Sonje’ye yapışacak gibi hissediyordu, sanki kütlesini tamamen kaybetmiş bir göktaşıydı ve güneşe çekiliyordu...” [s. 316]
  • “Ama mucizeler hayatın kendini hatırlatması değil miydi? Manu emindi, Sonje’yi hayat göndermişti.” [s. 349]
  • “İnsansı organizmaları insandan ayıran en büyük eksiklik; duygu üretmeden çiftleşebilecek kadar ilkel olmalarıydı. Hakiki insan ancak duygularının analizinde karşısındakiyle çoğalma duygusu ile hareket edebilirken, sahteleri şişme bebeklere bile erekteydi.” [s. 362]
  • “Bu insansıların ... Bu sistem, o dokunuşun arayışında, uyanabilmek için “o dokunuşu” arayan milyonlarca insansının çaresizliği olabilir miydi?” [s. 377]
  • “Âşıktı Manu, saçının teline dokunduğunda bile eriyecek, azalacak, yok olup gidecek kadar âşıktı Sonje’ye.” [s. 404]
  • “Aşk teslimiyet değil miydi? Manu’yu geçip gitmek istedi Sonje ama onun bedeninden resmen kendi bedenine uzanan duygunun kıskacındaydı sanki. Merak vardı o duyguda, evrenlere duyulan meraktan daha güçlü bir meraktı bu. Manu’nun gözlerindeki teslimiyetin sınırlarını ölçmek isteyen, sadece zihninde değil kasıklarında da gezinen eşsiz bir merak...” [s. 420]
  • “Yaralanmış bir ruhun yarası ancak paylaşılınca hafiflerdi.” [s. 439]
  • “Âşıktı... Her hücresiyle âşıktı ona. Onun tarafından alınmak, sevilmek, öpülmek, dokunulmak, onunla olmak... kayıtsızca teslim olmak isteyecek kadar âşıktı.”[s. 442]
  • “Numi gitmedi. Nasıl gitsindi?! Enerjisini güneşten alan bir gezegen, güneşinden uzaklaşabilir miydi?” [s. 495]
  • “Aşk, emek vermeyi seçenler için tekâmüle en büyük araç değil miydi?” [s. 495]
  • “Numi, dibinde dikilen Sonje’nin kocaman bedeninin yanında, onun ısısını hissedercesine durup başını ona kaldırdı. Sonje mırıldandı: “Numi...” Bedenini kendi bedenine çeken Sonje’ye teslimdi Numi, Sonje’nin güçlü kollan arasında sadece inleyebildi.” [s. 498]
  • “dimdik duran o bedenin asaletineydi... Çok uzun süredir, hissettiği bu duygunun esaretindeydi. Sonje’ye baktığında sanki kalbinin flofayları uçuşuyordu bedeninin her köşesinde, onu daha fazla görmek, istemsiz bir şekilde, hiç düşünmeden hayatının motivasyonu olmuştu.” [s. 503]
  • “Sonje yanına geldiğinde Numi onun suratına bakmamak için kafasını iyice eğdi, o su sarısı gözlere bakıp sırıtmamak ya da aptallaşmamak, sakin olmak sanki imkânsızdı. Niye yanakları otomatikman gülümsemek istiyordu! Kendini hemen engelledi. Ciddi bekledi.” [s. 518]
  • “Biraz ilerledikten sonra dönüp Sonje’ye baktı Numi, gelişmiş, sağlıklı kaslarında, parlayan güzel bronz teninde gezindi gözleri... kalbi hızlandı ve suratındaki gülümseme dondu. Hemen önüne döndü. Ne olduğunu, neden böyle olduğunu anlamıyordu.” [s. 520]
  • “Sonje’yi gözlemek doğru değildi ama kalbini böylesine hızlandıran tek varlığı insan nasıl izlemesindi!?” [s. 521]
  • “Sonje’nin tepkisizliğinin hissettirdiği hayal kırıklığını içinde önemsizleştirerek indi merdivenlerden, sıktığı yumruklarını nihayet açabildiğinde kapının önünde onu gören Baruh Baba bağlandı: “Huzurla dol.” [s. 522]
  • “Sonje’nin varlığında kendi önemsizliğiyle yüzleşircesine onun kendisine yaklaşmasını izledi Numi.” ..... “bakışını iyice yere çevirdi Numi, insan bir görüntünün etkisiyle ele geçirilebilir miydi? Bir görüntü kişiyi böyle teslim alabilir miydi? Okyanusun derinlerindeki o balıklar gibi hissetti, kendisini hareketsiz bırakan o ışığın kaynağıysa Sonje’nin bedeniydi. Sonje’den yayılan okyanus kokusunu burnundan yavaş ama kısa bir nefesle çekti içine” [s. 522]
  • “Göle yaklaştıkça aslında kendini ne kadar kandırdığını fark edip asla göremediği ilginin ne yaparsa yapsın kendisine asla verilemeyeceğinin düşüncesinde sancılandı Numi.” [s. 523]
  • “Var olmak aralıksız bir doğum değil miydi?” [s. 526]
  • “Tuhaflıklarımız üstünlüğümüz olabilir, kendimize emek vermeden bilemeyiz.” “Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına emin olduğunda, hiçbir şeyin bilindiği gibi olmadığını keşfetmeye başlarsın. Hayat hepimizden daha akıllı Numi. Bize, sadece ihtiyaç duyduğumuz deneyimleri sunar. Deneyimin içinde kaybolabilir ya da ona sahip olabiliriz. Seçim senin. Zamanı gelince.” [s. 533]
  • “Hayatı başkasından dinlemek yerine herkes kendisi keşfe emeliydi.” [s. 534]
  • “İnsan kendi eksikliklerinden, komplekslerinden kaçabilir miydi? Numi bilmiyordu ama tek çare durup mücadele etmekti. Eksiklikleriyle, kompleksleriyle mücadele edenlerin, kaçmak yerine kendini geliştirenlerin gerçekliğiydi yaşam.” [s. 536]
  • “Bazı sorular vardır, cevap ancak kendiniz deneyimlerseniz oluşabilir, başkasından dinlemekle algılanamaz çünkü topladığınız bilgiyi sentezleyerek meydana getirdiğiniz her cevap anlayışınızı da genişletir, varlığı varoluş zincirinde bir üst evreye taşır. Kendi potansiyelimizdeki yolculuğumuz aslında cevaplar edinmekten ibarettir.” [s. 538]
  • “Baruh, “Gelecek zaten bu andır Jax, her gün doğan ve batan bir güneşimizin olması seni yanıltmasın. Potansiyelin zaman algısı yoktur, ya evrimleşir ya da tekrarlanırsın. Soruların, aynı merakın farklı cümleleriyse tekrardasın. Soru sormak yerine önce aldığın cevapları sentezliyor olmalısın. Kendi cevaplarını bulmaya emek vermeden soruyorsan kesin tekrardasın” dedi tebessümle, dönüp yoluna devam etti.” [s. 539]
  • “Pozitif düşünceleriniz ürettiği Çi’nin kendini pozitif deneyimlemesini, negatif düşünceleriniz de aynı Çi’nin varlığını negatif deneyimlemesini etkiler. Ne kadar etkiler çok emin değilim ama çok uzun zaman önce Usta’lar kendilerini göstermekten vazgeçtiler. Çünkü yargılanmak bir Usta’ya en çok zarar veren şeydir ve maalesef evrendeki birçok yaratılış hâlâ yargılayarak bilgiyi depolama düzeyinde evrimsizdir. İlkeldir. Evrimimiz, bilgiyi, yargılayarak değil de bir bütünün parçaları olduğumuz bilinciyle depolamamıza elverecek düzeye geldiğinde Usta’lar bize görünür olacak.” [s. 540]
  • “Baruh Baba durdu, “Yaratılışı keşfetmek için buradasınız, bu yüzden farkındalığınız var. Anlayabilmek için yargıya ihtiyaç duyduğunu görüyorum Jax ama yargılayabilmek için sıfatlar peşinde koşmak yerine, görüntünün ne önemi olduğunu sor kendine... Merak ediyorsun, anlıyorum ama içindeki yargılamayı çözene kadar bu soruların tekrarı içinde vakit geçirirsin. Ancak potansiyeline hizmet eden sorular sorarsan, ki bunlar asla şekille değil, her zaman nedenlerle ilgilidir, işte o zaman tüm cevaplar sana açılır” dedi” [s. 540] 

Comments

Popular Posts