The Sessions..

Al işte ön yargıyla yaklaştığım bir film daha. The Sessions.. Sadece ismine bakaraktan, kesin Fransız festival filmleri havasında, bir psikolog-hasta ilişkisi filmi diye düşündüğüm ve yine tokat yemişe döndüğüm bir film. 
(Bu arada filmin Türkçe adının neden Aşk Seansları olduğu tam bir muamma bence. Sanırım çeviren, filmi izleme zahmetine hiç girmemiş ve filme sadece aşk filmi olarak gidilmesi gerektiğini benimsemiş. yazık..)
Mark O'Brien'in gerçek hayatından uyarlanan bir yapım. Çocukken çocuk felci geçiren ve 49 yaşında ölene değin, günde 3-4 saati dışındaki tüm hayatını, bütün vücuduna oksijen pompalayan devasa bir metal tüpün içinde geçiren bir adamın hikayesi. Kendisini suçlamaları, aile ilişkileri, dinle olan ilişkisi ve son kertede tüm bunların etkisiyle şekillenen cinselliğine 38 yaşında katmak istediği hazlar üzerine kurulu bir yapım. Aklıma sürekli, Şimdi'nin Gücü kitabında telkin edilen şu anı yaşa, kendini ve herkesi affet, sadece an vardır, öncesini-sonrasını etiketleme, kabullen, teslim ol.. affirmation'ları geldi. Ve Mark'ın kabullenmişliği ve teslimiyete kavuşması beni çok etkiledi. Aynı filmde ve daha doğrusu hayatında etkilediği kadınları olduğu gibi.. 
Vakti zamanında yine hayatı üzerine çekilen 1997 tarihli bir belgesel (Breathing Lessons: The Life and Work of Mark O'Brien) en iyi belgesel ödülünü almış olan bu biyografik yaşam/eser, bu kez Helen Hunt'a en iyi yardımcı kadın Oscar adaylığı getirmiş. Kesinlikle izlemeniz gereken bir hayat..
Meraklısına: Mark O'Brien'ın filme konu olan deneyimini kaleme aldığı makalesini, Mayıs 1990 tarihli The Sun dergisinde yayınlanan şekliyle buradan okuyabilirsiniz.

Comments

Post a Comment