Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler / Olga Tokarczuk..

Be Water kafede Sevgili Funda hanımın moderatörlüğündeki Mart 2024 bibliyotetapi şahaneliğimiz bu kitaptı. Hatırlayacak olursanız birkaç ay öncesinde yine aynı atölyede Doğal Roman isimli bir kitap okumuştuk. Romanya’dan bir eserdi. Bu ise aynı minvaldeki Polonya’dan bir eser. İkisi arasında oldukça benzer noktalar olduğunu söylemeliyim. Ki bu da en belirgin anlamda, Kadimzamanlar’ın da bir postmodern eser olması. Dolayısıyla onu beğendiğim gibi bunu da sevdiğimi öncelikle belirtmeliyim. O yüzden siz de o kitabı veya benzer postmodernitelikli (yani birbiriyle eklektik bağlantıları olan kısa metinlerden oluşarak ilgili bir bütünsellik içerisindeki metinlerarasılığı) seviyorsanız, bunu da şiddetle okumanızı öneririm. [Ve fakat Doğal Roman’a aşık olmuştum o ayrı :) ]

Yine Doğal Roman ile kıyaslayacak olursam ilkinde (Doğal Roman), ikili ilişkiler düzeyinde bir hüzün söz konusu iken; bunda ne yazık ki 1. ve 2. Dünya Savaşı üzerinden, çok daha yoğun bir hüzün söz konusu, onu söylemeliyim. Dolayısıyla o bölümleri bayağı içim burkularak okudum. Zira yazarın tamlamaları öyle etkili ki tüm duyguyu bize birebir aktarıyor. Zaten kitabı beğenmemin nedenlerinden biri de bu niteliği oldu. Aynı zamanda kitapta tabii ki büyülü gerçeklik kıvamında yazılmış olması nedeniyle bir Acı Çikolata tınısı aldığımı da eklemeliyim. Özellikle kadın, doğa, döngüler ve yemekler üzerinden oldukça benzer öğeler rastlamak mümkün. Bu bağlamda da oldukça keyif aldığımı tahmin edersiniz.

300 sayfa gibi bir kalınlıkta olsa da oldukça kolay okunan ve hızlıca akan bir yazıma sahip olduğunu da not düşeyim. O yüzden gözünüz korkmasın :-) ve daha fazla da bir şey eklemeyim diye düşünüyorum. Zira çok beğendim ve zaten böyle belirgin olarak ortaya koyduğu olgular üzerinden kısa bir şekilde ifade etmem mümkün değil. Dediğim gibi bir metinlerarasılık durumu söz konusu. Dolayısıyla daha da uzatmadan size kitap ile okuma yaptığım makale vb. metinlerden alıntılarım ve tabii ki öncelikle, sevgili Funda hanımın toplantıda aktardıkları ile başbaşa bırakayım :-).

  • Yazarımız Polonyalı. Dolayısıyla Polonya’nın arada kalmışlığı, tüm metin çözümlemesine de yansımış. Yazımdaki kopuk kopukluk da bu bağlamda karşılık buluyor ve bilinçli olarak yer alıyor.
  • Zira Dünya Savaşları kapsamında Rusya ve Almanya arasında, toplum olarak arada kalmışlık durumları bilinçdışılıklarına yansımış. 
  • Yazar Jung temelli olduğu için kitap da Jung felsefesince kurgulanmış. 
  • Karakterler her ne kadar birbirinden bağlantısız gibi görünse de hepsi birbiriyle bağlantılı. Ki bu da yine Polonya’nın kolektif bilinçdışının bir temsili. 
  • Zaten yazar Nobel ödülünü, bu sebepten ötürü yani söz konusu bağlantılılandırmayı böylesi kurgulayış tarzından ötürü almış. 
  • Yaratıcı yazarlıkta yer alan tipleştirme yöntemini de, yazar çok iyi bir şekilde kullanmış. 
  • Özellikle Sayfa 51’de yer alan ‘Misia’nın Öğütücüsünün Zamanı’ başlıklı bölüm kapsamında açıkça görüldüğü üzere, “kolektif bellekte hiçbir şey yok olmuyor ve bu kitap da bunun bir metaforu”. 
  • Kolektif bellek, hepsinin depolandığı bir kitap. Dolayısıyla tipleştirme de buna zemin hazırlıyor. Zira tipleştirme, edebiyattan edebiyat ortaya koyuyor ve birinci tekil şahısla ifade buluyor ancak hepsi yani tüm tipler sonda birleşiyor.
  • Yazar Olga, Polonya’nın bir mikro kozmosu ise; bu durumda bir anlamda, Olga’nın bilinçdışısının temsili de bu kitaptaki karakterler.
  • Anlatımda teatral hâle getirme tekniği de kullanıldığı için tüm sahneler zihinde canlanıyor ve çok belirgin bir şekilde teatral sahneler olarak ifade buluyor.
  • Sayfa 170’te yaralan kötü adam karakteri, gölge yanımıza karşılık geliyor. 
  • Kaldı ki orman da her zaman için bilinçdışını sembolize eder. Ve medeniyet, bilinçdışımızdan uzak durmamızı sağlar. O yüzden de orman, sınırın ötesinde bir yer olarak konumlanıyor. 
  • ‘Anne babayı ormanda sakla’ denmesi de onları korumak gerekir ki iyileşme sağlansın nedeninden kaynaklanıyor.
  • Mantar misali, kolektif bilinç dışımızdaki tüm imgeleri + gölge yanımızı içeriyor. (Sayfa 201)
  • Kadim zamanlar çizgisel zamandan kurtuluşu da simgeliyor.
  • Sayfa 203’te yer alan ‘yabancıları içeri saldı’ ifadesi ile de anlatılmak istenen şey yine Doğu Bloğu’nun savaş dönemi istilası. Kaldı ki o bölge ülkelerinin o zamandan soyutlanmış bir donmuşluk hâlinin bulunduğu da açık.
  • Doğu bloğu ülkelerinde sistem, kendini dayatıyor ve birey çöküyor. O zaman da kendi bağlamındaki nitelikleri ancak rüyalarda, masallarda öne çıkıyor. 
  • Bizleri arketipler yönlendirdiği için son kertede aynıya doğru evriliyoruz. (Sayfa 156) 
  • Oyun kavramının Antik Yunan’daki yeri çok önemlidir. Zira hayat, oyun ile kıyaslanıyor. oyun = kader 
  • Yani oyun, senin seçtiğin kader demektir ki, Yunanca’da çok fazla kader tanımı mevcuttur. 
  • Öyle ki oyun, bizim seçimlerimizdir (mitoslardan, taa kadim zamanlardan beri buna karşılık gelir.) 
  • Köpek = içgüdüleri temsil eder. (Kitapta)
  • Sayfa 172 ve 173’te ifade bulan bölüm bağlamında görüldüğü üzere, hayvanlar hep döngüsel zamanda yaşar. 
  • Zira bizler için de, ânda olmak da içgüdüsel bir şeydir. 
  • Sayfa 212 ve 213 bağlamında yer alan öykü, Demeter-Persefone mitidir.
  • Çocuğu değiştirme durumu => Başak’ın = ana tanrıça kültü olduğunun bir temsilidir. 
  • Bir kızla değiştirmesi, feminist açıdan da okunabilir. Zira gerçekteki kadim zamanlarda kadının önemine işaret eder.
  • Ayrıca yine Başak karakteri üzerinden kadim kültürlerde kadının üreme görevini yerine getirmesine de bir gönderme vardır. Yani Başak bu görevi yerine getiren karakterdir. 
  • Keçi = günah keçisi. Yani dışsallaştırılmış günahın sembolüdür ve de bu günahlar bilinçdışında depolandığı için -> keçinin ormana götürülmesi durumu ifade bulmaktadır. 
  • Sayfa 124’te yer alan Ay imgesi, yine bilinçdışını sembolize ettiği gibi + kadın/erkeğe de bir göndermedir. 
  • Jung’a göre ortak bilinçdışı önemlidir. Ve ortak bilinçdışına ancak masallar, düşler ile ulaşıyoruz. Kaldı ki kendimizi anlamak için de onları bilmeliyiz.
  • Posta teşkilatı = bilinçdışı
  • Sayfa 75’te yer alan rahip üzerinden yılanın şeytanlaştırılması şeklindeki anlatı da yine feminist bakış açısının bir ifadesidir. 
  • Sayfa 161’de yer alan ‘içinde küçük bir kıvılcım var, asla sönmeyen’ ifadesindeki kıvılcım = ruh. 
  • Yani herkesin içinde var olan  kıvılcım = herkeste var olan ruh. 
  • Sayfa 134 ve 135 bağlamındaki bölüm kapsamında, anne sütü ile anlatılmak istenen: kadının tanrı ile eşdeğer oluşu ve dolayısıyla iyileştirici bir gücünün bulunduğudur. Kadın da tanrı gibi hem yıkıcı hem yapıcı olabiliyordur. Bu da ifade bulur anlatıda. Ve bu da yine aynı şekilde kadın = Tanrı eşdeğerliliğine bizi götürür. 
  • Köpek simgesi eğer siyasi içerikli kullanılacaksa her zaman halkı sembolize eder. Bu durum özellikle Çarlık Rusyası kapsamında böyledir ve nitekim Rus edebiyatında da aynı şekilde sıklıkla karşılık bulur. Dolayısıyla kitapta da bu minvalde sembolize edilmektedir. (anlatıda, Meryem Ana kilisesinde yemeklerin köpeklere verilmemesi durumu.)
  • Sayfa 120’de yer alan Kudüs sembolizmi cennetin ifadesidir. Zira tüm dinlerde kapılar benzer bir cennet sembolizmine bizi götürür. Oğlan çocuğu da Hazreti İsa’ya, Misia karakteri de Meryem’e bir göndermedir. 
  • Kadim zamanların ilerleyişi asla doğrusal değildir, kişisel ve duygusal bağlamda bir ilerleyiş söz konusudur. 
  • Yine oyun ve kader kavramına geri dönülecek olursa: tanrılar kendi kaderlerini yazarken insanlar kendi kaderlerini yazamaz hâlde bulunduğu için -> yarı tanrılar ve kahramanlar ortaya çıkmıştır. Zira bunlar kendi kaderlerini yaratır. Ne zaman ki bir kişi kendi oyununu oynar, her bir oyun oynanışında, oyunda kartlar yeniden dağıtılır.
  • Tanrı her şeye yukarıdan bambaşka bir bakış açısıyla bakar. İnsan ise bu dünyaya insan deneyimini tecrübe etmek için gelmiştir. Dolayısıyla tanrı gibi bakamaz. Zaten bakması da beklenemez. Çünkü geliş sebebi bu değildir. 
  • Sayfa 154’te yer alan şu ifadenin, tüm kitabın özüne karşılık geldiği söylenebilir: ‘Bu bir düş olmalıydı, zira ancak rüyalarda her şey bir nakarat gibi yeniden tekrarlardı’.

-- çeşitli makalelerden vb. ilgili alıntı metinler:

Kadimzamanlar, Tokarczuk'un 1996 yılında yayımlanan bir fragmenter# romandır. 

Bu, Tokarczuk'un 3. romanı olup eleştirel olarak oldukça başarılı olmuş bir eseridir. 

Kitap, Polonya'nın kalbindeki kurgusal Prawiek (Primeval) köyünde, tuhaf, arketipik karakterlerle dolu olan bir zamanı anlatır. 

Roman, 1914'te başlayarak Prawiek'in sakinlerinin seksen yılını kapsar. 

Ese, 60 kısa minyatür bölüme bölünmüş olup, her biri farklı zaman dilimlerinde bir veya daha fazla kurgusal karaktere odaklanır. 

Tokarczuk'a göre, bu parçalı anlatım şekli, romanın gerçekliğe bakışının bir temsiliyetidir. 

Yazar, yazma tarzının bu parçalı algıyı uyandırdığını ve ayrı minyatürlerin daha büyük bir şeyin bir parçası olduğunu ilettiğini belirtmiştir. 

# Fragmenter bir roman; parçalardan, minyatürlerden, bölümlerden, belgelerden veya bölümlerden oluşan, izole olarak okunabilen ve/veya kitabın büyük bütününün bir parçası olarak okunabilen bir romandır.  Bu romanlar genellikle geleneksel bir kurgu veya karakter setinden yoksundur ve genellikle bir kültürel krizin ürünüdür. 

Öykünün konumlandığı yerler, Tokarczuk'un çocukluk tatillerini geçirdiği Kielce bölgesindeki Zagrody köyünden esinlenmiştir. Ancak, kitaptaki kurgusal köyün Zagrody'nin topografisine borçlu olduğunu vurgulasa da, kendi yaratımı olan bir kurgusal yerleşimdir. Tokarczuk, kitaptaki karakterlerin Zagrody'nin gerçek sakinleriyle bağlantılı olabileceği fikrini reddetmiş ve 1990'ların sonlarında bunu yapmaya çalışan gazetecileri eleştirmiştir. 2012'de Staszów İlçesi sakinleri ise romanda sunulan mekanları fotoğraflarla belgelemek için bir proje düzenlemiştir.

* https://en.wikipedia.org/wiki/Primeval_and_Other_Times


Eser, yazarın ilk büyük popüler ve eleştirel başarısıdır. 

Roman, büyülü gerçekçilikle karışık fantastik öğeler içerir.

Yani yazar eserde; realizm, fantezi ve doğaüstü öğeleri birleştirme yöntemi üzerinden ilerlemiştir.

Kadimzamanlar köyünün evreni; hem tipik bir Polonya köylü topluluğu olarak hem de belirli bir temel gizemi barındıran mitolojik bir yer olarak görünmektedir. 

Romanın gerçek ve hayalî unsurları, okuma deneyimimizi zenginleştirecek veya somut dünya algımızı değiştirecek bir hiper-gerçekliğe sorunsuz bir şekilde birleşmez. 

* Jarosław Anders; “Primeval and Other Times by Olga Tokarczuk: The ‘Tender Narrator’ and the Perils of Myth”; The Polish Review; Volume: 66; Issue: 2; July 2021: 105–117.


Roman, sihirli gerçekçiliğin tüm özelliklerini içerir. Kutsal metinlerden (Bible, Kabbala ve Slav ve Alman-İskandinav folkloru) aldığı sihirli unsurlar, onun hayal gücünün kaynağı haline gelir. 

Anlatısında, doğaüstü olanı tek başına ele almaz: yarattığı bütün dünya sihirli ve arketipik mekanizmaların ve mitin yasalarına göre var olur. 

1. Sihirli gerçekçilik, XX. yüzyıl Latin Amerika nesir’ine dayanan özel bir türde edebi bir anlatı olup, daha sonra sömürge sonrası (post-Sovyet) ülkelerin edebiyatlarında görünür hale gelmiştir. Ki bu durum, ulusal folklor ve mitolojik düşünceye geri dönüşünü açıklar.

2. Sihirli gerçekçilik, sadece dünyanın sanatsal bir kavrayışı değil, aynı zamanda onun ideolojik bir içeriğini oluşturur ve poetikaların (şiirbilim) tüm seviyelerini yapı oluşturan bir unsur olarak oluşturur.

* Alekseev Vladimir; “The Poetics of the Novel by Olga Tokarczuk ‘Primeval and Other Times’; Master Thesis in Contemporary Philology in Literature; 2022.


Polonyalı yazar Olga Tokarczuk kendisi ‘sihirli gerçekçilik’ etiketini reddetse de, romanları rasyonel olarak düzenlenmiş zaman ve mekanın bozulması, baskın tarihsel ve kültürel anlatıların reddi, alternatif epistemolojik sorgulama formlarının keşfi ve dilin, metaforun ve hayal gücünün gerçekleştirilmesi gibi temel sihirli gerçekçilik özelliklerini sergiler. 

Bu kapsamda Kadimzamanlar’da, Tokarczuk döngüsel (mitolojik) ve doğrusal zamanların kesişiminde var olan bir dünya sunar.

Romanda, Tokarczuk'un Kelam (Word -Logos-) şiiri metinlerde sihirli gerçekçilik hissi kurmak için anahtar hâline gelir. 

Bu ve diğer sihirli gerçekçilik anlatı tekniklerini kullanarak, Tokarczuk ustalıkla Polonya tarihi ve kültürünün baskın söylemlerini sorgular, örneğin ‘Kurtarılan Topraklar’ veya dini inancın gücü gibi. 

Bu nedenlerden ötürü Tokarczuk'un eserlerinde sihirli gerçekçilik tarzının varlığı, genelde sihirli gerçekçiliğin ve özellikle Polonya edebiyat çalışmalarının incelenmesi için önemli sonuçlar doğurur.

* Ewa V. Wampuszyc; “Magical Realism in Olga Tokarczuk’s Primeval and Other Times and House of Day, House of Night”; Sage Journals; Volume: 28; Issue: 2; January 31, 2014.


> Sihirli gerçekçilik, roman türünün geleneksel anlayışının sınırlarını aşmasına olanak tanır.

- Yazar, gerçek ve mitolojik dünyaların çatışmasını gösterir. Bu dünyalar arasındaki sınır sıklıkla belirsiz ve neredeyse görünmezdir, bu da Olga Tokarczuk'un okuyucuyla oynadığı anlamına gelir. 

Yazarın dünyalarında kaybolmak kolaydır, çünkü dünyalar birbirine bindirilir ve iç içe geçer. 

Tokarczuk'u en çok ilgilendiren şey, bu neredeyse farkedilmeyen dünya arasındaki sınırdır. 

Yazar, sınır bölgelerine, durumlara ve zamanlara dikkat çeker. 

- Tokarczuk için en ilginç sınır durumlarından biri rüyadır. 

O, gerçeklik kıyısından mitolojik dünyanın kıyısına geçmeyi mümkün kılan bir köprü olarak işlev gören rüyayı betimler. 

Yazar, sihirli gerçekçilik yöntemini kullanarak rüyaları tasvir eder ve bu yöntemin karakteristik ifade araçlarından yararlanır.

> Tokarczuk, sihirli gerçekçilik yöntemiyle olağandışı zamanları, mekanları, olayları ve karakterleri tasvir eder. Yazar, felsefi-mitolojik bir kavramı açıklar; buna göre dünya, iki zıt gücün birleşimi sayesinde var olur.

* Ekaterina Sharapova; “Magical Realism in Olga Tokarczuk’s Novels: Primeval and Other Times, The Journey of the Book-People, House of Day, House of Night”; Acta Humana; 6:195; June 2016.

---

  • Diğerleri, akıtan bir kap gibi gücün kendilerinden dışarı sızmasına izin verdiklerinden, güç toprağa akmıştı. Ve sonra mucizelere olan inançlarını yitirmişlerdi. ..... Jeszkotleli Meryem Ana onun bedeni ve ruhu için hayırlı ve yardımcı olacak güce çok gereksinimi olduğunu görmüştü. Ve bunu ona vermiş, onu güçle doldurmuş ve güce batırmıştı. Ancak Toprak Sahibi Popielski, bir kristal top kadar su geçirmez olduğundan, hayırlı güç, üzerinden soğuk kilisenin zeminine akmış ve kiliseyi yumuşak, zar zor hissedilir bir şekilde titreştirmişti. [s. 45]
  • Nesneler, zamanın ve hareketin olmadığı, başka bir gerçekle demlenmiş varlıklardır. Sadece yüzeyleri görülebilir. Bir yerlerde gizli olan geri kalanı, her maddesel nesnenin önem ve anlamını belirtir. Örneğin bir kahve öğütücü.
  • Öğütücü sadece, öğütme kavramıyla demlenmiş bir parça malzemedir. Öğütücüler öğütürler ve bunun için vardırlar. Ancak kimse genelde öğütücünün ne anlama geldiğini bilmez. Belki de öğütücü, bir toplamın bölümü, dönüşümün temel yasasıdır, o olmadan dünyanın yuvarlak olamayacağı veya tamamen farklı olacağı bir yasa. Belki de kahve öğütücüler, etrafında her şeyin döndüğü ve gevşediği gerçeğin eksenidir, belki de insanlardan çok dünya için önemlidirler. Ve belki de Misia'nın tek öğütücüsü, Kadimzamanlar olarak adlandırılanın direğidir. [s. 53]
  • Ve böylece Sözcük, Tanrı'nın ağzından çıkıp Dünyaların tohumu haline dönüşen binlerce parçaya bölünmüştür. Bu zamandan sonra Sözcükler büyümüş ve Tanrı, aynada olduğu gibi onlarda yansıtılmıştır. Ve O, yansımalarını Dünyalarda incelediğinde, kendini daha çok görmüş, kendini daha iyi tanımış, bu bilgi onu ve elbette Dünyaları zenginleştirmiştir. [s. 103]
  • Düşlemek, özünde yaratıcıdır; madde ve ruhu uzlaştıran bir köprüdür. Özellikle yoğun ve sık yapıldığında. Sonra imge bir madde damlasına dönüşür ve yaşamın akımlarına katılır. Bazen yolu boyunca, içinde bir şey çarpıtılır ve değişir. Böylece yeterince güçlüyse, tüm insan arzuları gerçek olur -ancak her zaman tamamen beklendiği gibi olmaz. [s. 118]
  • Kartlar sayesinde, Izydor pulları keşfetmişti. Nasıl olup da çok küçük, kırılgan ve dayanıksız oldukları gerçeğini ve minyatür dünyaları içerdiklerini bir türlü aklı almıyordu. [ss. 256-257]
  • Postanın, yeryüzündeki her yerde insanları olan, esrarengiz, büyük bir organizasyon olduğunu düşünmüştü. Postane bir enerji santraliydi, pulların annesi, dünyadaki denizci mavisi postacıların kraliçesi, milyonlarca mektubun gardiyanı, Sözcüklerin Hükümdarı. [ss. 259-260]

Comments

Popular Posts