Seni İçime Gömdüm / Andrew Jolly..

Mayıs ayı için Be Water kafe bibliyoterapi atölyemizde, ne zamandır adını duyduğum ve moderatörümüz Funda Hanım’ın Kent Kabilesi’nde okuttuğunu öğrendiğimden beri bu atölyesinde de seçip bize okutmasını dilediğim Seni İçime Gömdüm’ü okuduğumuz için çok mutluyum. Çünkü bu kitabı sadece okumak değil, bibliyoterapi kapsamında irdelemeyi çok daha fazla istiyordum. O yüzden de Mayıs kitabı için belirlemiş olması çok mutlu etti. Bunu baştan söylemek istedim :-) 

Kitaba gelecek olursam acayip farklı bir kitap olduğunu düşünüyorum. İlk yorumum ise şöyle olacak: 

Aynı dönemde paralel olarak, Kurtlarla Koşan Kadınlar atölyesinde Elsiz Kız hikayesini okuduğumuz için olduğunu düşündüğüm üzere, iki öyküyü birbirine çok benzer gördüm. Yani demem o ki bu romandaki anlatı görünürde, bir kişinin somut hayatta yaşadıklarını attırıyormuş gibi olsa da; aslında bu kişinin içsel dünyasında yaşadıklarının metaforik bir anlatımı olarak yer aldığı hissiyatını duydum. O bağlamda değerlendirdiğimde de gerçekten çok katmanlı ve üzerinden fazlasıyla durularak irdelenmesi gereken bir öyküye sahip olduğuna kanaat getirdim.

Böyle söyleyince, bahsettiğim iki öykünün de konusuna değinmediğim için yorumumun çok havada kaldığının farkındayım. Ancak ne yazık ki bu yazıda ikisine de kısaca değinmek gibi bir durum onlara haksızlık etmek olur. Kaldı ki zaten artık anladığınız üzere ne kitapların ne dizi ve filmlerin konularına dair pek aktarımda bulunmuyorum blog’da. 

O yüzden ikisinden birini biliyorsanız diğerini de elinize almanızı şiddetle öneririm. Zira dediğim gibi bu roman da, Elsiz Kız öyküsü de katman katman olduğu için çok uzun bir zamana yayılarak okunup irdelenmesi gereken bir kurguda. Ki zaten insanın kendi içinde yaptığı yolculuk da o şekilde ilerleyen ve ilerlenmesi gereken bir serüven. Dolayısıyla kendi yolculuğumuz adına da bize bir filtre sunabilmesi açısından bu romanın oldukça kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca eklemek isterim ki, geçtiğimiz aylarda yine bu bibliyoterapi atölyemizde okuduğumuz Meksika edebiyatına ait Acı Çikolata’dan oldukça farklı bir roman var karşımızda. Evet bir aşk var ve bölgenin siyasi-kültürel yapısını da ortaya koyan detaylar hakim ancak Seni İçime Gördüm’ün oldukça farklı bir paralel evrende işlediğini önemle belirtmem gerekir. 

Özetle vaktiniz olursa oldukça farklı ve enteresan bir roman demekten öteye geçemeyeceğim Seni İçime Gördüm’e vaktiniz olursa bakmanızı çok isterim. Çünkü muhtemelen siz de vakti zamanında ismini çokça duymuşsunuzdur ve daha fazla vakit kaybetmeden irdelemelisiniz derim.

  • Kişioğlu bir keçiye, bir sıpaya, bir çakala akıl er­direbilirdi; kaplan-kediye, toprak kaymasına bile akıl erdirebilirdi. İnsan yüreğindeki sevgiye, nefrete de akıl erdirebilirdi, ama kızdan yaşamı çekip götüren bu işe akıl erdiremiyordu işte. [s. 11]
  • Geçidin dibindeki ırmağın kıyısına uzandı. Yıldızların ışığında ırmak, yeryüzünün granit gövdesinde açılmış gümüş bir yarayı andırıyordu. [s. 13]
  • "Onun önemi yok. Kızla senin aranda, törenlerin gerçekleştiremeyeceği, yalnızca dile getirebileceği o şey var nasıl olsa." [s. 14]
  • Rahip "karanlık" anlamına gelen OSCURİDAD sözcüğünün üstüne öylesine basmıştı ki, dünyanın kuruluşundan kıyamet gününe kadar yayılmıştı sözcük. Sonra susmuştu; odadaki sessizlik de uçsuz bucaksız bir karanlığı, acı-soğuk, bitimsiz bir geceyi andırıyordu. [s. 17]
  • Kız, korkudan iri iri açılmış gözleriyle o sabah yüzüne ilk baktığında, yara içine işlemişti; o günden sonra onu gözetmek, korumak ve sevmek, kendi istencinin dışında bir şey olmuştu. Onu sevmek; dikenlerle dolu bir uçurumdan aşağı yuvarlandıktan sonra toparlanıp yine tepeye tırmanmak kadar bir yiğitlikti. [s. 35]
  • …. onu bu yeşil dokunun önünde görünce ikisi hep birlikte, hep bu vadide günlerin kırıcılığından uzakta, hep yeniden başlarken, karısına olan aşkı dilinin ucunda bir acı gibi dururdu, konuşma duyusunu köreltirdi, çünkü benliğinin tam ortasında açılmış̧ bir yarayı andıran bu aşk, bildiği sözcüklere, okuyamadığı bütün o kitaplardaki sözcüklere sığmıyordu. Hiç değilse bu vardı, diye düşündü, ben layık olsam da olmasam da vardı. [s. 36]
  • Sonun, başlangıca benzemesi gerektiğini kavramıştı artık: Bu insanlarla birlikte yaşarken, onların sağlar ve ölüler arasındaki ayrımları ve benzerlikleri pekiştiren törenlerine katılırken, birdenbire bütün bunların dışında başlayan bu sevginin sonunda (eğer son diye bir şey varsa... ayrıca son kavramına karşı koyacak gücü mü kalmıştı?) bu bildik, güvenli hayatın dışında olmalıydı. Sevdiği kızla evlenmek, yeşil gölgeli. iki yıl boyunca onu sevmek, başka hiç kimseye gereksinme duymamak kolaydı belki, gelgelelim bunlara tek başına son vermek hiç de kolay değildi. [s. 72]
  • Yoksa ihtiyar rahibin gözünde her aşk vahşi miydi? ….. Az rastlandığı için mi vahşiydi bu aşk yoksa? [s. 73]
  • Oysa karısı gecenin örtüsü altında her gece inancını ve umudunu yenilemişti. Toprağı uysallaştırabileceğine ya da toprak üstündeki yaşayışının bir gün anlam kazanacağına ilişkin bir inanç değildi bu; yalnızca varlığının bütün bütün silinmeyeceğine, yeryüzünün vahşi dişlerinin kendisini un ufak edinceye kadar öğütemeyeceğine inanmıştı. Geceler boyunca onun etinin ıslak, gizli köşelerine girmiş, yalnız kendisinin bildiği, yalnız kendisinin geçtiği o gizemli kapıdan geçerek onun güzelliğine erişmişti. Bu güzelliğe erişmek, duvarları  güneşin ışık sağanağıyla yıkanmış bir geçitten içeri adım atmak gibiydi; küçük bir göl vardı orada, yemyeşil çimenler ve keçiler çifter çifter yürüyor, kısa ve beklemedik sıçrayışlarla ilerliyor, gururla adım atıyorlardı. Onun bu duru güzelliğinde bir de başka bir şey vardı, adını koyabilecek kadar kafasında biçimlendiremediği başka bir şey, ama hiç kuşkusuz bütün kesinliğiyle ve ger­çekliğiyle var olan bir şey: Acının ve sevincin keskin vuruşu gibi. O kadar ki, sonraları toprağın aşağılamasıyla yeniden yüz yüze geldiğinde, hayatının kısalığı karşısında umutsuzluğa kapıldığında, hiç değilse bunu düşünerek avunuyordu, hiç değilse o kapıdan geçmişti, onu sevmişti. [s. 80]
  • ….. bir mezara gömüp aşka da acıya da son vermeyi dilemişti; ama boşunaydı çabası, o zaman yenildiğini anlamış, kaçmıştı, şimdi de bütün tökezleyişlerinin, düşüşlerinin izlerini taşıyan, umudunun ve çaresizliğinin yığıntısı olan bu çölde birlikte yol alıyorlardı; ….. [s. 103]


Comments