Atmaca / Hikmet Hükümenoğlu..

Kitap kulübümüzün (#MugaBookClub] geçen ayki seçkisi Osman için olan toplantımızda, karaktere dair olarak bir nevi üçe ayrılmıştık: kızanlar, onun için üzülenler ve (benim gibi) nötr kalanlar. Ancak Atmaca’daki Ömer karakterimiz için şimdiden çok netim: ona çok kızgınım-sinirliyim-öfkeliyim :) Demem o ki karakterin kendi içindeki öfkeyi aktaran satırlar, benim için de içimdeki öfkeyi hortlatan unsurlar oldu; eş deyişle (az biraz spoiler) içimdeki Atmaca’yı kanatlandırdı. :) (* Son kertede ki fikrimi ise daha fazla sürprizi kaçırmamak adına bu yazının en altına iliştiriyorum.) Ki işte bu da, kitabın ne kadar doğru bir şekilde, olması gereken noktadan başarıyla bizi (en azından beni) yakaladığının bir kanıtı kanımca.

Kendimle aynı yaş grubundan bir karakterin (80 kuşağı), benzer okul dönemlerinden tam da günümüze, 2020’ye kadar ki öyküsünü, kendi ağzından bize aktaran bir kitap Atmaca. Dolayısıyla o günlere dair nostaljik detayları görmek kendi adıma sevindirici bir karşılaşma serisi oldu. Okul gazeteleri/dergileri çıkarmak, tutkallarla cetvellerle kağıtlara yazılar yazmak (hoş bendeniz hâlen yapıyorum:) ), toplu halde andaç gibi yılın özetini sınıfça çıkarmak, fotokopi parası denkleştirmek ve benzeri birçok keyifli edimi okumak, şu anki nesil için tahayyül edilemez olsa da, içine dahil olduğum bizim nesil için kıymetli anılar olarak yer aldığı için beni pek mutlu etti.

Bu bağlamda, kitabın dönemleri sırasıyla ancak belirli zaman aralıkları dahilinde aktarması, kendi adıma merakın ve okuma keyfinin katlanmasına vesile oldu. Demem o ki; önce lise dönemlerini okuduğumuz kişilerin üniversitede ne yaptığını merak edip sonrasında bunu okuyabilmek, üniversite dönemini nasıl geçirdiğini öğrenmemizin akabinde de, aradan beş yıl, on yıl geçtikten sonraki ahvalini bilebilmek, bir nevi günlük formatında olan kitabın bana da gerçekten Ömer’in günlüğünü okuyormuş hissini yaşatması açısından çok güzel oldu. Çünkü zaten Osman yazımdan hatırlayacağınız üzere, kıdemli bir günlük yazarı olarak günlük formatındaki kitapları okumaktan büyük keyif alıyorum; o yüzden de Atmaca da bu özelliğiyle bana kendisini sevdirdi.

Ez cümle, çağcıl yazarların kendimizin de içinden geçtiği dönemleri aktaran hikayelerini okumaktan keyif alıyorsanız yepyeni bir kitap olarak Atmaca’yı sizlere severek önerebilirim. (hem Ömer’e siz de kızıp kızmadığınızı birebir görmüş olursunuz :) )

Meraklısına: Kitaba dair birkaç notumu şu şekilde sıralamam mümkün:

-hayır, hayır, bir cümle olmasın. En fazla 150 harf diye hesapla. İsteyen bir cümle, isteyen üç cümle sığdırır. Japon şairler nasil becermiş, bizimkiler de biraz uğraşsın." "Hangi Japon şairler bunlar?" diye sordu Onur Hoca. "17. yüzyılda haiku yazanlar hocam," dedi Cenk son derece ciddi bir ifadeyle. [s. 39] Bu ifadeleri öncelikle, sonrasında nasıl Twitter kuşu için 120 karaktere kendimizi sığdırabildiğimizi hatırlatması açısından tebessümle karşıladım. İkinci olarak da, vakti zamanında (Allah rahmet eylesin) değerli Hulki Aktuna‘nın rehberliğinde staj yaparken, o dönem çok uzun metinler yazdığım için onun da bana Haiku şiirlerini okuttuğunu ve onlardan örnek alarak daha kısa metinler yazmamı istediğini hatırlatması açısında kucaklayarak okudum.

Ahmet Hamdi ve Halit Ziya dışında herhangi bir yazarın adını anmanın küfür sayıldığı fakültemizde, hala nefes alıp vermekte olan bir yazarın romanını derste okutmak, bazılarının tabiriyle, artistlikti. Fakat işte ne olduysa oldu ve o dönem dersimi alan öğrenciler Leyla Erbil'den Mektup Aşkları’nı, Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'ni, Ayfer Tunç'tan Yeşil Peri Gecesi'ni, lan McEwan'dan Sonsuz Aşk'ı ve Milan Kundera'dan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği' ni okudular. Ben de bu küçük zaferimle müthiş gurur duydum. [s. 236-237] Bu satırlar ise tam da kitap kulübümüzün bana verdiği hissiyatı aktardı desem. Ne mutlu ne kutlu bize. Çok şanslıyız. (Ve artık farz oldu Yeşil Peri Gecesi'ni okumak ;) )

Başka biri de, "Sözcükler büyüdür" demişti, o kimdi bulamadım şimdi. Dünyayı değiştirmek için seslerden ve işaretlerden ağlar örersin, zamanı geldiğinde insanların üzerine salarsın. Eski çağlarda "gramer" sihir demekmiş zaten. [s. 284] Ömer’e buradan sesleneyim :) o sözcüklerin sahibi Don Miguel Ruiz idi. Kendimin de çok sevdiği ve her daim hatırladığı satırlardan olduğu için bana Atmaca’nın sayfalarında görmek çok güzel oldu.

Ve tabii ki Önder’in vaha tadındaki botanik bahçesini çok merak ettim. Ömer’in sandığının-düşündüğünün-sormaya tenezzül etmediğinin (bak yine ona feci sinirlendim) aksine; onun nasıl kendini gerçekleştirmiş, topluma fayda sağlayarak sosyal sorumluluğunu da yerine getiren, kendini gerçekleştirmiş bir karakter olarak ne kadar beğendiğimi anlatamam.


*Tabii ki Ömer’in o öfkesinin altında çok büyük ve önemli bir travma olduğu, daha ilk satırlardan itibaren kendini hissettirmişti ancak özellikle onu seven kadınlar Mine ve Derya’ya olan tavrı için ne desem bilemiyorum :/ 

Önümde 25 yılı gösteren bir takvim olsa, daha sonra başıma gelecek tüm güzel şeylerin, aynı zamanda tüm tatsızlıkların, kararsızlıkların ve akılsızlıkları başlangıcı olarak o günü, hatta o tam anı işaretlerim. [s. 36]

Birkaç saniye boşlukta asılı kaldıktan sonra ayaklarım yere değdi ve gözlerimi açtım.Saatlerin kafası tamamen karışsın ve hiç kımıldamasın istedim. Fakat zaman, kaldığı yerden akmaya devam etti. [s. 75]

Sessizliklere katlanamıyordu ve çok hızlı konuşuyordu. Susarsak birbirimizden tamamen kopup uzay boşluğunda zıt yönlere savrulacakmışız gibi. [s. 223]

Fakültedeki takvime göre üçüncü cemre de düşmüştü ve yakında ağaçlara su yürüyecekti. Kaldırımlara hapsolmuş ağaçlar için de geçerli miydi bu? [s. 241]

İki kişinin birlikte yaşamaya devam edebilmesi için sürekli ince ayarlar yapması, çatlakları sıvaması, bitkilere su vermesi, yavaşlayan saatleri kurması gerekiyordu. Anlayabiliyordum. Mine bunları yaparken nasıl hiç yorulmuyordu, sadece o kısmını anlayamıyordum. [s. 261]

Perdeler yarım yamalak asılıydı, koltuğun nerede duracağı henüz belli değildi. Fakat şimdi her şey yerli yerindeydi ve ucundan paylaştığımı sansam da aslında hiç bilmediğim bir hayatın yaşandığı bu evde ne kadar yabancı olduğumu fark ettim. [s 264]

Comments