Fi / Azra Akilah Kohen..

Ve sonunda Fi’nin kitabını bitirdim. Hadi bakalım hayırlı uğurlu olsun, darısı serinin devamına olsun :) ‘Napalım, önce kitabı okuyalım, yoksa diziyi mi izleyelim?’ sorusunu soranlara da bu kez farklı bir cevabım şu olsun; benim yaptığımı yapmayın! Ben ne mi yaptım? Diziye dair yazımda da dediğim gibi, senelerce durdum durdum okumadım, diziye başlayıp onun gazıyla hadi kitabı da aradan çıkarayım dedim ve bir çuval inciri batırdım. Çünkü durum şöyle ki, adaptasyon dehşet başarılı olmuş olsa da sonuçta bir adaptasyon olduğu için ve kitap çok uzun olduğundan, doğal olarak kısaltmak adına oradan buradan çekiştirildiği için inanılmaz farklı bir olaylar dizgesi ortaya çıkmış. Yok çok güzel yapmışlar, ona lafım yok ancak mesela bir olay dizide iç mekanda ve bambaşka bir etkinlik dahilinde vuku bulurken, aynı olay tamamen farklı bir yerde farklı kişilerin de dahil olduğu bir ortamda gerçekleşiyor! Örnek; Duru’nun, Can’ın programındaki aşk itirafını izlediği konsept, kitapta tamamen farklı! 
Durum böyle olunca da sanki kitap ve dizi birer ayrı Fi paralel evreninde geçiyor gibi oldu benim için! Dolayısıyla da bir yandan kitabı okurken, arada bölüm yayınlandığında onları da izleyince benim kafa komple gitti! Şöyle zihnimde kocaman bi Fi evreni kümesi oldu. Neyi kitapta okuduğum, neyi dizide izlediğim birbirinin içine geçti! Tüm olay dizgesinin ipi ucu kaçtı ve benim için koskocaman bi Fi yapımı oldu çıktı :) Neyse 8. ve 9. bölüm öncesi kitabı bitirmiş oldum da gönül rahatlığıyla sonunu izleyebileceğim (inşallah Çi ve Pi, Fi dizi konsepti dahilinde hemen akışa geçmezse tabi!, işte o zaman yanarım). :)
Tüm bunların dışında kitaba geçecek olursam, evet güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çok alışılagelmiş olmayan bir yazımı olan, daha doğrusu kendi edebiyatımızda fazla örneği olmayan bir akış ve konsepte sahip olduğunu düşündüğüm bir kitap çıktı karşıma. Şunu da belirtmek gerekirse, bu bağlamda; okumaya başlar başlamaz, ‘aa dedim Ayn Rand’ın o ablamın vakti zamanında, M.Ö. bahsettiği, anlata anlata bitiremediği, çok beğendiği kitabı (ne kadar anlattığını siz düşünün, okumadığım halde [evet utanarak söylüyorum, onu da halen okumadım, ancak o da şimdi direkt okunacaklar listemde] direkt aklıma gelen, kendini anımsatan) Hayatın Kaynağı gibi değil mi?!’ dedirtti. Ve az biraz ilerlediğimde, Bilge karakterinin de ‘hayatının kitabı’ olarak nitelendirdiği kitap olarak da o kitabın adı geçince tamamdır dedim. Zaten yazarımız da demek ki o kitabı, kurgusunu, anlatımı o kadar beğenmiş ve etkilenmiş ki o da aynı minvalde bir eser ortaya koymak istemiş. İyi ki öyle olmuş, zira gayet başarılı olmuş (naçizane kanaatimce, kendi çapımda). 
Demem o ki, eğer o kitabı biliyorsanız Fi de ona çok benzer bir nitelikte olduğu için severek okuyabilirsiniz. Yok benim gibi o ve onungillerden okumamış olanlardansanız da oldukça orijinal ve yaratıcı bir yerli kitabı zevkle bitirmiş olursunuz diye düşünüyorum. Hem hali hazırda inanılmaz başarılı bir yerli dizi formatında da kanlı canlı hayata gelmişken, ballı kaymak olur vallahi :)
Çünkü yazım dili oldukça rahat, birçok farklı karakter üzerinden birbiriyle bağlantıları çok yerinde ve güzel olan olaylar anlatılırken; siz farkında olmadan size, insanoğluna, hayata, hayatı anlamlandırmaya, hayatın anlamına vb. birçok temel konuya da çok güzel anlamlandırmalarda, açıklamalarda bulunuyor, birçok bilgiyi hissettirmeden sunuyor, az biraz unutulanları hatırlatıyor, farklı bakış açıları sunuyor, unuttuğumuz açıları yeniden gösteriyor. Bir anlamda hem bir roman, hem de bir nevi kişisel gelişim kitabı olarak hayat buluyor; bize böyle iki kitabı tek potada erişim olarak okuma şansı tanıyor. Daha ne olsun di mi ama :) Hepsini de sıkmadan, kasmadan, saçma saçma uzatmadan, keyifle yapıyor.
Meraklısına 1: Kitabın, PuhuTv uygulamasında hali hazırda yayınlanmakta olan aynı adlı dizisine dair postum için buraya tıklanabilir ;)
Meraklısına 2: Bu arada hazır kitabın ismi paralelinde öne çıkan ‘fi’ mefhumuna dair, vakti zamanında ‘estetik pazarlama’ odaklı yüksek lisans tezimde uzun uzun anlatarak, kendisine kocaman bir başlık açtığım kavramın, en önemli kısmına dair satırlarını da, bu vesileyle, ilgilenenler adına buradan da paylaşmak isterim.

         Altın Oran

İlk ve Orta Çağ başta olmak üzere tüm tarih boyunca, estetik ve güzel ile bağlantılı bir öğe olan oran, en somut karşılığını altın oran ifadesinde bulmaktadır. Sanat eserleri Yunan felsefesinin en erken devirlerinden bu yana, daima ölçü, ritim ve uyum gibi kavramlarla birlikte düşünülmüştür. Bununla birlikte insanlar doğanın yasalarını bulmaya çalıştıkları gibi, sanat eserlerini de birtakım kurallara ve geometrik formüllere bağlamaya çalışmışlardır. Sanatı güzellik, güzelliği de uyum olarak tanımlayan İlk Çağ filozofları, bu uyumu sayılar arasındaki bir orantı olarak formüle etmişlerdir. Buna göre sanatın güzellik, güzelliğin de ahenk olduğu ve ahengin de orantıların gözetilmesinden doğduğu ayrıntısı dikkate alındığında bu orantıların değişmezliğinin kabul edilmesi düşüncesi rasyonel bir tespit olarak karşımıza çıkmaktadır.
Orantı konusu, Antik Çağ’dan sonra da sanatçı ve düşünürlerin zihnini meşgul ederek, doğada ve sanatta tüm güzellikleri açıklayacak bir matematik formül arayışına yöneltmiştir. Bunun sonucunda Eski Çağ’dan bu yana değişik biçimler altında varlığını sürdürerek Orta Çağ’a ulaşan gizemli oran olgusu, Çağ’ın bitimi ve Rönesans değerlerinin ortaya çıkışıyla altın oran veya diğer bir ifadeyle altın sayı ya da altın kesit (sectio aurea) adını almıştır.
Altın oran matematiksel ifadesini, phi sayında bulmaktadır. Phi sayısı ise; 0,1 ile başlayan ve daha sonra gelen sayının bir önceki iki sayının toplamı olduğu fibonacci adlı sayı dizisinde, iki ardışık sayının arasındaki sabit oran anlamına gelmektedir. Yunan alfabesinin yirmibirinci harfi olan ‘ø’ ile gösterilen ve fi şeklinde okunan phi sayısının, diğer bir ifadeyle altın oranın sayısal değeri yaklaşık olarak 1,618033989...’dir. Bununla birlikte, M.Ö. 490 - M.Ö. 430 yılları arasında yaşayan Antik Yunan Çağ heykeltıraşı Phidias’ın (Pheidias) ilk harflerinden adını alan phi sayısının yerine, Eski Yunan düşünürlerinin bazıları tarafından, kimin tanımladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte tau (t) sayısının da kullanıldığı görülmektedir.
Gizemli formüle dair matematiksel ilk bilginin ise, milattan önce üçüncü yüzyılda Euclid’in* Öğeler (Stoikheia) adlı eseri olduğu bilinmektedir. Aşıt ve ortalama oran olarak kayda geçirildiği Euclid’in adı geçen önermesinde altın oran, şu şekilde ifade bulmaktadır: Bir doğru o şekilde kesilmelidir ki, bütün ve parçalardan meydana gelecek dikdörtgen diğer parçanın karesine eşit olmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, bir doğru o şekilde kesilmelidir ki, kısa kısmın uzun kısma oranı, uzun kısmın bütüne olan oranına eşit olmalıdır. Bütün-parça ilgisine dayanan böylesi bir kesim sonucunda ise beşe sekiz, sekize onüç veya onüçe yirmibir gibi bir orantı söz konusu olmaktadır. Buna göre, Çizim. 10.’de sunulduğu üzere altın oranı en yalın ifadeyle “x’in y’ye oranı, y’nin x ile y toplamına oranına eşit olmalıdır” şeklinde formüle etmek olanaklıdır.
x : y = y : (x+y)
Çizim. Altın Oran Formülasyonu
Ancak matematiksel anlamına ilk kez Euclid’in söz konusu önermesinde rastlanılmasına rağmen eldeki birtakım tarihsel veriler, söylendiği üzere altın oran bilgisinin geçmişinin Eski Mısır, M.Ö. 3000 yılına dek dayandığını göstermekte ve Yunan dünyasına Pythagorasçılık anlayışı sayesinde girdiğini ortaya koymaktadır (1). Bu bağlamda bir demircinin örse vurduğu çekiçlerinin farklı sesler çıkardığını gözlemlemesi ve bu yolla elde edilen gam sesleri arasındaki ilişkilerin çekiçlerin ağırlığıyla orantılı olduğunu fark etmesi sonucunda Pythagoras’ın ‘sayı, ses evrenini kendi fiziksel mantığı içinde tutar ve onu kendi sanatsal düzeni içinde düzenler’ düşüncesini geliştirerek altın oran kavramına ulaştığı iddia edilmektedir (2).
Canlı ve cansız tüm varlıkların ilksel ve temel orantısının matematiksel bir yasa olarak altın oran olduğuna dair inanış, Oswald Külpe’ye** göre Weber-Fechner yasası ile bağlantısından kaynaklanmaktadır. 1795 - 1878 yılları arasında yaşayan ünlü Alman fizyolog Ernst Heinrich Weber ile 1801 - 1887 yılları arasında yaşayan öğrencisi Gustav Theodor Fechner’in adını taşıyan yasaya göre, insanda duyumlar ile bu duyumları yaratan uyarıların şiddeti arasında bir bağıntı bulunmaktadır. Öyle ki, Fechner daha sonraları estetik eşiğini saptamak için yaptığı deneylerde az farkla da olsa bu orantıyı pekiştirmiştir. Yaptığı incelemede çeşitli boyutlardaki birçok dikdörtgeni örneklem grubuna göstererek hangi dikdörtgenin daha hoş olduğunu sormuştur. Bunun sonucunda elde edilen veriler; ölçüler altın kesite yaklaştıkça tercihlerin de arttığını ve altın kesitten uzaklaştıkça azaldığını göstermiştir.
Bununla birlikte, bir mimar ve mühendis olan Vitrivius*** altın orana ilişkin önemli bir saptamada bulunmuştur. Vitrivius’un öğretisine göre, insanı ifade eden sayı dörttür ve buna göre kolları açık bir insanın boyu ile iki kolu arasındaki uzaklık eşit olmakla birlikte ideal karenin tabanını ve yüksekliğini vermektedir. Söz konusu öğreti, Orta Çağ estetiği üzerinde etkisi bulunan oran estetiği kuramı ile koşuttur. Kurama göre evrenin ilkesi olarak kabul edilen sayı aynı zamanda estetik denklikler olan sayısal denklikler dizisi üzerine kurulu simgesel bir anlam bütünü oluşturmaktadır.
Diğer yandan insan bedeninde beş sayısına da rastlanmaktadır. Bu bağlamda akla ilk olarak Leonardo da Vinci’nin Rönesans dönemine ait Vitruvian Man adlı ünlü çizimi gelmektedir. Bir kare ve onun üzerindeki çemberin içerisinde iki kolu yanlara doğru açık bir çıplak erkek vücudunu gösteren 1490 tarihli eser, ‘Boyutlar Nizamı’ (Canon of Proportions) olarak da bilinmektedir. Çizimde görüldüğü üzere, göbeği merkez alınmak üzere bir dairenin içine çizilebilen insan bedeninin uç noktaları düz çizgilerle birleştirildiğinde beşgen bir şekil ortaya çıkmaktadır.
Da Vinci’nin ünlü çiziminin yanı sıra yüzyıllar boyunca sanat sırlarının anahtarı olarak da kabul gören altın oranın; Keops Piramidi, Erechtheion, Phidias tarafından tasarlanan ve Atina’da bulunan Tanrıça Athena Heykeli, Olympia’daki Zeus Heykeli ve Parthenon Tapınağı gibi önemli eserlerde kullanıldığı bilinmektedir.
* Euclid (M.Ö. 365 - M.Ö. 275): Antik Çağ Yunan matematikçisidir. Geometri dünyasında kapladığı seçkin yerini büyük matematikçi olmasından çok, geometrinin başlangıcından kendi zamanına kadar bilinen ‘Öğeler’ adını verdiği kitaplarında toplamış olmasına borçludur.

** Oswald Külpe (1862 - 1915): Deneysel psikolojinin babası Wilhelm Max Wundt’un öğrencilerinden ve asistanlarındandır. Ancak hocasının aksine, ‘görüntüsü olmayan düşünceler’ ile ilgili fikirleriyle tanınmaktadır.

*** Marcus Vitruvius Pollio (M.Ö. 1 yy.): Romalı yazar, mimar ve mühendistir. Mimari disipline ait ilk çalışma olan ve günümüzde Mimarinin On Kitabı (The Ten Books of Architecture) olarak bilinen De Architectura kitabının yazarıdır.
(1) -----, -----; “Altın Oran Nedir?”; http://www.metu.edu.tr/~e115152/project/nedir.htm; 05 Ocak 2002.
(2) Umberto Eco; Orta Çağ Estetiğinde Sanat Ve Güzellik; 2. Baskı; Çeviren: Kemal Atakay; Can Yayınları; Eco Basımevi; İstanbul; 1999, s. 54.

Comments