Tom Amca’nın Kulübesi / Harriet Beecher Stowe..

Muhtemelen herkes gibi benim de ilk kez ilkokul çağlarında duyduğumuz, kölelikle ilgili meşhur ve kült, Amerikan edebiyatı eserini Funda Hanım’ın moderatörlüğü eşliğinde bibliyoterapi atölyesinde okumak kısmet oldu. Bence olabilecek en iyi durum da buydu. 

Gerçekten hiç hatırlamıyorum, çocukluğumda okulda özetini bile okumuş olup olmadığımı; ancak gerçekten de bence de bu uzun versiyonunu okumak en doğru olanı. Çünkü her ne kadar çok fazla (dönemi itibariyle) tasfiyelere girmiş olan bir eser olsa da ortaya koyduğu davayı tüm ayrıntılarıyla idrak edebilmek adına bunun yapılması gerekiyor kanımca. 

Şahsen romanı hem somut olarak kitaptan okudum, hem de yeri geldi Storytel’den sesli versiyonunu dinledim. Zira çok fazla karakter ve onlara dair diyalog söz konusu; bu açıdan, iyi bir seslendirmeyle gerçekten de o sohbetler edilirken odadaymışızcasına havasıyla onları dinlemek de kendi adıma çok keyifli oldu. Diğer taraftan da anlatıyı kafamda açıkçası tam olarak oturtmama da vesile oldu, bu şekilde bir okuma tecrübesi.

Kitaba gelecek olursam, bence muhteşemdi. Bu yaşımda ancak bu kitap ile hem köleliğin toplumsal ve bireysel anlamda ne ifade ettiğini tam olarak idrak ettim, hem de Afrikalılar açısından maruz kaldıkları tavrın ne olduğunu gerçekten anladım. Zira bu ana kadar benim için açıkçası çok da kafamda oturmayan bir olguydu. Şöyle ki; mesela zencilerin yoğun olduğu Amerika’da yaşamayan biri olduğum ve çevresinde zenci olan bir kişi olmadığım için belki de zenci veya kendi tabirleriyle negro ifadesinden rahatsızlık duymalarının sebebini ancak bu kitapla anladım. Ve şoke oldum. İnanılmaz üzüldüm. İçime oturdu. Bu kadar sene, daha doğrusu yüzyıllar boyunca maruz kaldıkları fiziksel şiddetten çok daha vahim olan psikolojik şiddetin boyutlarını idrak ettim bu kitapla. 

Diğer yandan edebiyatın ne kadar dönüştürücü ve toplumsal açıdan böylesine kıymetli bir değer olduğunu bu kitapla büyük büyük harflerle bir kez daha anladım. Çok etkileyiciydi. 

Biz atölyede 5-6 ay verdik bu kitabı okumaya ve bence çok iyi oldu. Siz de bence o şekilde bir okuma gerçekleştirin derim. Ve fakat nasıl olursa olsun okuyun derim. Özellikle de siz de benim gibi tüm bu mevzuları anlamlandırma arzusu içinde bir okursanız ve bugüne kadar benim gibi geç kalangillerdenseniz mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Diyor ve sizi Funda Hanım'ın toplantı notları ile kitap alıntılarımla başbaşa bırakıyorum.

* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

  • Dünyayı değiştiren yazarlardan biridir. 
  • Öyle ki ailesi de dahil olmak üzere tüm çocuklarının dünyayı değiştirmesine beklemiş, onları buna göre eğitmiştir. (Örneğin biri bakan, biri de aktivist vb. olmuştur.)
  • Sömürgecilik, kitabın köküdür.
  • Eser, bu alandaki ilk edebi yapıttır. 
  • Yazar kitabın basılması ve de bu alandaki eserlerin önünü açabilmek adına yumuşak Bir dil kullanmıştır. Yani ancak yumuşak yazılması zorunlu bulunduğu için basılabilmesi adına, ifadelerini bu şekilde ortaya koymuştur.
  • Beyaz insana göre zenciler evrim sürecini tamamlayamamıştır. 
  • Sanayi devrimi ile sömürgecilik anlayışı hukuki ve akli bir temele de oturtulmuştur. Afrika topraklarının altının ve üstünün zenginliği nedeniyle oralara yönelimmiş ve sömürgecilik anlayışı benimsenmiştir.
  • Köle ticaretinin bizleri rahatsız eden biçimi. (zira tarihin başlangıcından beri kölelik mevcuttur) 1440’larda Portekizliler ile ortaya çıkmıştır.
  • yine 1942 tarihinde papalık siyasi ve hukuki açıdan da güç elde etmek için Afrika’ya gidilip sömürgecilik yapılmasını bir Haçlı Seferi kılmıştır.
  • Böylece dinen, aklen, hukuken sömürgecilik ve köle ticareti meşru kılınmıştır.
  • 15. yüzyıla kadar o topraklardaki zenginlik bilmiyordu. 
  • Darwinist motifler de yine o dönemde ortaya çıkmış, bu kapsamda beyaz ve siyah ırk hayrımı ifade bulmuştur.
  • Prefrontal korteks de siyahi ırkta gelişmediği için (ki medeniyet ilerlemeyince onun gelişimi de engellenir) bu biyolojik durum da köleliği etkilemiştir.
  • Bu bağlamda boyunduruk altına alma Darwin ile yapılmıştır.
  • Ayrıca misyonerliğin payı da çok büyüktür. 
  • ‘Evrimleşmede geri kalmış vahşi yaratıklar’ fikrini yaymak adına Almanlar kullanılmıştır. (Her zaman olduğu gibi fikri İngilizler ortaya koymuş, bunun yayılması için de Almanlar kullanılmıştır.)
  • Koloni subayları en prestijli üniversitelerde yetiştirilmiştir ve üstün ırk teorisi iyice yerleştirilmiştir. 
  • Diğer taraftan zaten hâlihazırda Afrika kabileleri arasında da bir kölelik vardır. kendi aralarındaki savaşlar Savaş sonrasında kazananlar kaybedenleri köle olarak yanlarına almıştır. Ve bu Afrika’da yüzyıllar boyunca bu şekilde yaşanmıştır. Dolayısıyla savaş esirliği kavramı Afrikalıların kolektif belleğinde de mevcuttur. Bu yüzden beyaz ırkın gelip bu şekilde onlar üzerinden köleliği gerçekleştirmesi, sorgulanmamıştır kendileri tarafından. Yani bir anlamda baş kaldırmak akıllarına gelmiyor.
  • Beyazlar ilk geldiklerinde deniz kabuğu karşılığında Afrikalıları köle olarak almıştır.
  • 1453’te Rönesans ile birlikte çevrenin ürünü olma dönemi bitiyor. Çevreyle ilişki sona erdirilip hem kişiler hem de toplumlar kendilerine dönüyor. Oysa öncesinde bireyler kendilerini çevrelerinden ayrı bir insan olarak görmüyordu. Dolayısıyla 1453 insanlık tarihinde bu durumun (aşiretin vb) bittiği bir dönemi işaret eder.
  • Kitapta da görüldüğü üzere özgürlük; ancak üstün olanın ve anne olanın aklına geliyor.
  • Kaldı ki birey olma ancak anneden ayrılabilince gerçekleşiyor.
  • Din kavramı da bireyselliği kontrol etmek için yaratılmış. Toplumsal anlamda da çevresi ile arasındaki görünmez-simgesel bağı koparan toplum özgürleşebiliyor.
  • Bireyler ancak güven duyulan yerde gelişebiliyor. 
  • İlk bağlar ise biz doğmadan belirleniyor.
  • Afrikalıların köleliğe sıcak olma nedeni de işte bu ilk bağlarının olmazsa. 
  • Ancak yukarıdan bağlara bakılınca onları kesmeyi de öğreniyoruz. Hayatımızda, bundan sonrasında güven yaratmak devreye giriyor. O güvende hissettiğiniz noktalar da sanatta ortaya çıkıyor.
  • Tom Amca kitap boyunca hiç kalbinin sesini dinlemiyor. Oysa o özgürlük anlayışıyla evrim de başka bir aşamaya geçiyor. 
  • Geçmeyince de, o zamana kadar sadece kağıt üstünde, hukuki kalıyor. Dolayısıyla bu nedenle Tom Amca hiç özgür olamıyor. Sadece Elisa oluyor.

* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

  • “Bacakları romatizmalı bir masa, ateşin önüne çekilmiş, bir örtü örtülmüş, üstüne de parlak desenli fincanlarla tabaklar ve yaklaşan bir yemeği gösteren öteberi konulmuştu. Bu masada Mr. Shelby’nin sağ kolu Tom Amca otururdu, öykümüzün kahramanı olduğu için okurlarımıza fotoğrafını gümüş levha üstüne çekeceğiz. İriyarı, geniş göğüslü, tepeden tırnağa pırıl pırıl kapkara parlayan, güçlü kuvvetli bir adamdı, Afrikalı çizgilerin ciddi ve güvenilir bir anlamla birleştiği yüzünde iyi yüreklilikle hayırseverlik okunuyordu. Halinde tavrında kendine saygı ve vakar vardı. Ancak bunlar insana güven veren alçakgönüllü bir sadelikle karışmıştı.” [s. 34]
  • “Gemi ilerlerken kadın sakin görünüyordu, başının üstünden şefkatli bir ruh gibi güzel, yumuşacık bir yaz esintisi geçti, yelpazelediği alnın esmer mi, açık renk mi olduğunu asla sorgulamayan tatlı bir rüzgâr. Gün ışığının suda, altın dalgacıkların içinde parladığını gördü, dinginlik ve haz dolu, neşeli sesler dört bir yanında konuşuyordu, onun yüreğiyse ortasına koca bir taş düşmüş gibi ezilmiş yatıyordu. [ss. 169-170]
  • “Böylece Augustine St. Clare için tüm aşk destanı ve yaşam ideali sona ermiş oldu. Ne var ki gerçek kaldı, düz, çıplak, yapışkan bir çamur gibi olan gerçek. Mavi ışıltılı dalgaya eşlik ederek kayar gibi giden o kayıklara, ak yelkenli gemilere, küreklerin ezgisine eşlik eden ve şarkı söyleyen sular çekildiğinde ortada kalan düz, pis, kılıksız ve son derece gerçek olandı. Elbette bir romanda insanların yüreği yaralanır, ölürler, bu da son olur; bir öyküde bu çok doğaldır ama gerçek yaşamda, yaşamı parlatan şeyler yittiğinde ölmeyiz. Bizim için öylesine yoğun ve önemli olan bir yeme içme, giyinme, yürüme, konuk olma, alıp satma, konuşma, okuma çarkı vardır ki, bunun topuna yaşamak der çıkarız işin içinden. Augustine’de kalan bu olmuştu. Karısı tepeden tırnağa bir kadın olduğundan yine de bir şeyler yapabilir; ancak bir kadının yapabileceği gibi yaşamının kopuk ipliklerini onarıp yeniden ışıltılı bir kumaş dokuyabilirdi.” [s. 204]
  • “Amerika’nın kuzeydoğu eyaletlerine gidenler serin bir köydeki büyük çiftlik eviyle tertemiz süpürülmüş çimenli avlusunu gölgeleyen sık yapraklı kocaman akçaağaçları, her yere sinmiş, değişmez dinginliğin düzen ve durağanlığını anımsayacaklardır.” [s. 207]
  • “Kara derililerden bir yılan ya da kurbağa kadar tiksinip yanlışlarına öfkelenirsiniz. Kötülük etmez ama hiçbir ilişkinizin olmasını da istemezsiniz. Görmeyeceğiniz, kokularını duymayacağınız Afrika’ya geri göndermeye, artlarından da kaşla göz arasında onları kalkındırmak adına nefislerinden vazgeçmeye dünden razı üç-beş misyoner yollamaya hazırsınız. Öyle değil mi?” [s. 235]
  • “Yanınızdaki en gerçek demokrat, çocuğunuzdur. Tom şimdi Eva için bir kahraman, onun öyküleri gözlerinde harikalar canlandırıyor, şarkılarıyla Metodist ilahileri bir operadan güzel geliyor, cebindeki çerçöpse bir mücevher madeni, o harika Tom’unsa derisi kara. Çocuklar Tanrı’nın hiçbir şeyi olmayan yoksullara attığı cennet gülleridir.” [s. 235]
  • “böyle konuların dinî bakış açıları beni ahlaki yönden pek ıslah etmiyor. Bu kölelik konusunda bir şey söyleyeceksem, dürüstçe ve açıkça, bu işin içindeyiz, kölelerimiz var ve olacak, bu bizim işimize geliyor derim, işin kısası uzunu bu... Tüm o kutsallık öyküleri gelip buraya dayanır, bu da sanıyorum her yerdeki herkesçe anlaşılabilir.” [s. 242]
  • “Din! Kilisede duyduğunuz şeyin din olduğunu mu sanıyorsunuz? Bencil maddeci toplumun her çarpık evresine uyma adına eğilip bükülen, dönen, çıkıp inen bu şeye din mi diyorsunuz? Benim Tanrısız, maddeci, körelmiş benliğimden çok daha az vicdanlı, daha az eli açık, daha az haktanır ve daha az saygılı olan şey din mi? Hayır! Ben bir din aradığımda, benim üstümde bir şey aramalıyım, altımda değil.” [ss. 242-243]
  • “Ama daha bizi ele geçiremediniz. Ne sizin yasalarınızı ne de ülkenizi bizim sayıyoruz, burada Tanrı’nın göğü altında aynı sizin gibi özgürce duruyoruz, bizi yaratan yüce Tanrı’nın yardımıyla da ölünceye kadar özgürlüğümüz için savaşacağız.” [s 260]
  • “Satılmışsa, tümüyle sahibinin iradesi altındadır. Kölenin sahibi söz dinlemez kölesini ölümüne kırbaçlayabilir, aynı kapitalistlerin açlıktan öldürdüğü gibi... Aile güvenliği açısından hangisinin daha kötü olduğunu söylemek zor, insanın çocuğunun satılması mı yoksa evde kalıp açlıktan ölmesi mi, bilemiyorum.” [s. 301]
  • “Aslına bakarsanız bir adamı dişlerine bakıp eklemlerini çatırdatıp, yürüterek adımlarına bakarak at gibi seçip bir de ona para ödeyip almak, üstelik de insan bedenleriyle ruhlarının komisyoncuları, besicileri, tüccarları ve vurguncularının olması uygar dünyanın gözünde her şeyi daha netleştirir. Oysa bu bir grup insanın hiçbir arzusu ve ihtiyacı göz önüne alınmadan başka bir grubun gelişimi için kullanımından farklı değildir.” [s. 301]
  • “Pencerelere gül renkli ve beyaz muslin perdeler asılıydı, yerde çevresinde gül goncalarıyla yapraklardan bir su olan, ortası iyice açmış güllerle dolu, Paris’e ısmarlanıp özel dokutulmuş bir halı yayılıydı. Çok güzel zarif kıvrımlarla desenler oluşturan karyola, iskemleler ve Josephine koltuklar bambudandı. Yatağın başucunda altından destekle tutturulmuş alçı bir rafta mersin ağacı yapraklarından bir taç tutan, kapalı kanatlarıyla çok güzel oyulmuş bir melek vardı. Bu melekten aşağı o iklimin kaçınılmaz uyku gereci olan sivrisinekten koruyan, gümüşi çizgili, gül renkli hafif bir cibinlik iniyordu. Zarif bambu Josephine koltuklarda gül rengi Şam ipeklisinden yastıklar, üstlerinde de oymalı heykellerin tuttuğu, yataktakini andıran tül cibinlikler vardı. Üstü gül goncalarıyla beyaz zambaklar biçiminde yapılmış, çiçeklerle süslü, Paros Adası’ndan gelmiş en iyi cins porselenden bir vazo duran hafif, çok şık bir bambu masa odanın ortasına konmuştu. Masada Eva’nın kitapları, küçük bibloları ve babasının, yazı yeteneğini geliştirme isteğini gördüğünde ona aldığı alçıdan bir yazı dayanağı vardı. Odada bir şömine, üstündeki mermer rafta küçük çocukları yanına kabul eden İsa’yı gösteren çok güzel yapılmış bir heykelcik, iki yanda da Tom Amca’nın her sabah çiçek koymaktan gurur ve haz duyduğu mermer vazolar vardı. Değişik biçimlerde yapılmış birkaç güzel çocuk resmi duvarı süslüyordu. Kısacası göz nereye dönerse dönsün her yanda çocukluk düşleri, güzellik ve dinginlik vardı. O küçük gözler, yüreği rahatlatacak güzel düşünceler veren bir şeye takılmaksızın asla sabah ışığına açılmıyordu.” [ss. 370-371]

Comments