Kuru Kız / Ayfer Tunç..

MugaMag kitap kulübümüzün Mayıs seçkisi Ayfer Tunç’un son çıkan kitabı Kuru Kız oldu. Vakti zamanında yine ilk çıktığında Osman adlı eserini okumuş ve çoğunlukla çok beğenmiştik. Keyifli de bir sohbetimiz olmuştu hiç unutmuyorum. Daha önce de Osman’a dair yazımda da belirttiğim gibi sadece Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabını okuduğum yazarın, böylelikle üçüncü kitabını da bitirmiş oldum. Ancak bunun da diğer ikisinden oldukça farklı bir eser olduğu kanaatindeyim. Bir kere bana çok değişik geldi ve aslına bakarsanız beğendim. Oldukça sade ve kolay, herkes yazabilirmiş hissiyatı verse de, öyle olanların tam tersine hiç de o kadar kolay yazılmadığını bildiğimiz için, bunu başarmış olması noktasında yazara bir hayranlık duydum. 

Ancak konuya geldiğimizde ise tam da bu seçim döneminde böylesi kasvetli ve hüzünlü bir kurguyu okumak (özellikle de Su Kürü kitabından sonra) çok fena oldu. Evet yazım dili çok rahat i, su gibi akıyor ve çabucak okuyorsunuz hâliyle ancak konu tam bitti derken bambaşka bir üzücü konuya daha evrilerek devam ediyor ve kendinizi toparlamak için bir gayret sarf ediyorsunuz etkilenmemek adına. En azından kendi adıma öyle oldu. 

Fakat tabi tüm bunlardan bağımsız olarak değişik bir konsept yaratmış olması çok hoştu. Karakterin hem kendisini hem ailesi ile çevresini, Türk toplumuna dair tüm o toplumsal ve kültürel öğeler bazında böylesine güzel bir şekilde işleyerek tasvir etmesi inanılmazdı. Hem duyguları hem fiziksel betimlemeleri bence çok iyi aktarmış yazar. Bu bağlamda tüm ilişkiler üzerinden psikolojik vakaları, ki bu psikolojik vakalar bence her ne kadar dünyanın herhangi bir yerinde de görebilecek evrensel nitelikte olsa da özellikle bizim toplumumuzun fazlasıyla öne çıkan durumları kanımca, özenle seçerek aktarması müthişti bence yine; çok güzel bir ayna görevi görüyor bu anlamda. 

Diğer taraftan kitapta Kirpinin Zarafeti’ndeki kadın kahramanımızın izlerini de hissetmedim değil. Tabi bu sefer çok kitap okuyan değil de, çok televizyon ve video seyreden bir kadın karakter üzerinden bunun nitelendirilmiş olması söz konusu. Ancak dünyası ve kendini çevresine yansıtışı, feci şekilde bana o karakteri hatırlattı. Bu bağlamda o karakterde de gözlemlediğimiz espritüel öğeleri Ayfer Tunç’un da kurguya serpiştirmiş olması çok keyifliydi. Özellikle ana kadın karakterin komşularla iletişimi  ‘hocanım’ isimli kadın ile ilgili aktardıkları üzerinden tanımlamaları bayağı bir tebessüm ettirdi bir okuyucu olarak beni. Tabi bunlar da tüm o hüznün içinde çok güzel tınılar oldu kendi adıma.

Kitabın genelinde pek çok yerde kelime oyunlarına dair ifadeler yine çok keyifli bir diğer ayrıntıydı. Ve bu kapsamda yanında ilk reklam stajını yaptığım rahmetli Hulki Aktunç’a rastlamak çok güzeldi. Yazar gibi benden de bu vesileyle koca bir selam olsun Hulki hocama. Gerçekten kelimeler konusunda inanılmaz usta olan bir yazarın küçücük bir zamanında da olsa bana kelimeler üzerine öğrettikleri hâlen dün gibi aklımda.

Özetle, kuru kızımızın yaşadıklarının yaratıcı bir şekilde kurgulanmış olarak bir uca/dünyanın ucuna! bağlandığını  görmek çok keyifliydi. Özellikle de tam bu kitapla okuma döneminde elime aldığım Clarissa’nın Kurtla Koşan Kadınlar  öyküsü Elsiz Kızı karşımda bir roman karakteri olarak gördüğümü söylemeliyim. Zaten o öyküyü okuduktan sonra her türlü kadın kahraman yolculuğuna onun penceresinden bakar oldum. Belki de Kuru Kızı, son kertede tüm hüznüne rağmen sevmemin, dolayısıyla da kitabı beğenmemin sebebi tam bir kadın kahraman öyküsü olması ve tabii ki yazarının bunu başarıyla hayata geçirmiş olmasıdır.

Çilek çıktı çilek reçeli, vişne geçmeden vişne reçeli, tam zamanı kayısı reçeli. Mevsimleri reçel üzerinden takip ediyordu adeta. Yaz geldi şeftali reçeli, sonbaharda ayva reçeli, kışın portakal reçeli. Reçel kaynattığı günler ev mis gibi kokuyordu, çok seviyordu bu kokuyu. Reçel kokusu güzeldi, baygındı, odalara çöküyordu, gün boyu gitmiyor, ona belli belirsiz bir mutluluk veriyordu. Mutluluk denemezdi belki, sakin bir neşe, tatlı bir huzur demek daha doğru. [s. 26]

Pastayı o seviyordu. Pastanın hayatı güzelleştiren bir şey olduğu kanısındaydı. Pastanın kendisini değil, hayatta böyle bir şeyin var olmasını seviyordu. Pastanın vaat ettiği dünya erişilmezdi, Mutluluk gerektiriyordu pasta yemek, iyi şeyler, hoş duygular, en azından sebep ya da insan. [s. 108]

Ve topaç özgür. İstediği kadar dönüyordu. İstediği yerde duruyordu. İstediği yere gidiyordu. İstediği zaman. Bu görüntü içini coşkuyla doldurdu, ilk kez böyle bir şey hissediyordu. Özgürlük olduğunu o surada bilmediği bu tuhaf, coşkulu duygu henüz damarlarına nüfuz etmemişti ama edeceğini anlamıştı, varlığı ele geçireceğini tahmin ediyordu. [s. 163]

Comments