Doppler / Erlend Loe..

Uzun süredir adını duyduğum ve okumak niyetinde olduğum Dobbler’i, Be Water Kafe’nin kitap kulübü vesilesiyle Temmuz ayı içinde okumak çok iyi denk geldi. Kitaba dair söyleyebileceğim ilk husus (ki zaten okuduysanız veya ona dair yorumlara denk geldiyseniz muhtemelen biliyorsunuzdur) çok mu çok orijinal bir eser olduğu. Yazım dilinden tutun da (ya da daha doğru bir ifadeyle anlatış hâlinde kullandığı kelimeleri, az biraz konuşma diline benzer ‘arka ses / düşünce aktarımları’ demem belki daha uygun olur), alttan alta eleştirel olarak değindiği tüm konulara değin oldukça farklı, nüktedan, keyif veren ve çok da vurucu bir kitap kendi adıma.

Daha öncesinde ne Norveç’ten, ne de diğer kuzey Avrupa ülkelerinden bir yazarın kitabını okumamıştım ancak genellikle festival filmleri bağlamında birkaç tane o bölgenin yapımını izlemiştim. Eğer siz de bu kategoridenseniz :) yani filmler bazında da olsanız, o bölgenin yaşamsal durumuna dair bir fikir sahibi olduysanız ne demek istediğimi daha çok anladığınız kanısındayım :) Ezcümle bir değişik oluyorlar. İşte o yüzden bu kitapta anlatılanlar da hâliyle biraz değişik :-) ancak bu değişiklik de onu orijinal ve ilgi çekici kılan faktör oluyor. Bu bağlamda, zaten kısa da olmasının etkisiyle, çok eğlenceli bir okuma yaşattı kitap bana. Yani kitabı çok sevdim.

Eğer siz de farklı kültürlere dair, biraz da böyle öykü tadında kaleme alınmış ancak alt metin açısından deniz derya olan kitapları okumayı seviyorsanız mutlaka bir göz gezdirmelisiniz. Ne de olsa 100 sayfalık bir roman sadece. Ancak içi dolu fıçıcık tabii ki :)

Eğlenceli demişken mutlaka değinmeden geçemeyeceğim yer ise çizgi filmlere, çocuk programlarına dair o tam yerini bulan eleştirel cümleleri :) Zira inanılmaz güzeller. Kahkahalarla okudum desem yeridir.

Bunun dışında tabi dediğim o eleştirel minval ekseninde başta Norveç, Norveç halkı, hem o ülkenin sistemi hem dünya düzeni, kapitalist sistem ve benzeri konulara alttan alta yönelttiği oklar da gerçekten inanılmaz. Böylesi bir hikâyenin içerisinde adamın nasıl olup bu kadar konuya nokta atışı dokunmalarda bulunmasına şaşıp kalıyorsunuz resmen.

Demem o ki vaktiniz olursa mutlaka bir bakın.

Meraklısına: Tabii kitap isminden içeriğindeki atıflara ve kullanılan diğer özellikle ifadelere değin okurken bir alt metni, sembolik anlamı olduğunu anladığınız/hissettiğiniz noktaları, moderatörümüz eşliğinde irdeleyebilmek oldukça tatminkar bir deneyimdi. Toplantıya katılanlar olarak hepimizin ortak enerjisi ve bireysel özgün katkısıyla zenginleşen bir ortamda bunu yapabilmek de inanılmaz kıymetliydi. Esra Hanım'ın yeniden zarif ve özenli misafirperverliğinde öylesi bir atmosferde bulunmak ise ayrıca çok iyi geldi.

  • inşaat ustası Bob…. Teletabiler. Korku ve endişe. Affedersiniz ama bu berbat ve sözde sevimli yaratıklar, İngiliz psikologlar tarafından, çocukların akıl almaz dürtülerini ve merakını tatmin etmek için hatırlanmışmış. İki yaşındaysanız belki olur ama geri kalanların işine yaramaz. ….. İnsanın hepsini gübre makinesinde öğütesi geliyor. Bir de Tren Thomas. Evet. Belki o kadar da fena değil. İlk ellinci altmışıncı seferinde en azından. [s. 20]
  • Bu olay neticesinde ya da bütün bunların yarattığı ruh hali neticesinde ya da en azından bir şeylerle alakalı olduğunu umduğum bir şeyin neticesinde, öylesine olduğunu hissettiğim -ki hala öyle hissediyorum- ani bir kararla sırt çantamı toplayıp ormana doğru yola koyuldum. [s. 25]
  • Bu, haince bestelenmiş çocuk şarkılarını daha yıllarca sabahtan akşama kadar dinleyeceğim anlamına geliyor, ruhsal sağlığımın buna müsait olup olmadığından pek emin değilim. [s. 27]
  • “Yanılıyorsun, orman sakin ve dostanedir. Denizin sağı solu belli olmaz. Bir de dağın. Ama ormanın sağı solu bellidir ve başka her yerden daha az kafa karıştırtır. Denize, doğaya ve insana hiçbir şekilde güvenilmezken, yaşamını ormanın ellerine hiç tereddütsüz bırakabilirsin çünkü orman dinler ve anlar. Orman yıkmaz, yeniden kurar ve her şeyin büyümesine izin verir. Orman her şeyi anlar, her şeyi kucaklar" diyorum. [s. 50]
  • ….. canımız sıkılana kadar hiçbir şey yapmamaya devam ediyoruz. Sürekli bir şeyler yapmak ya da yapacak bir şeyler icat etmek zorunda olduğumuz fikri içimize işlemiş. İnsanın bir meşguliyetinin olması bir bakıma iyi bir şey, uğraştığımız şey çok aptalca olsa bile. Ne pahasına olursa olsun sıkılmak istemiyoruz ancak ben, sıkılmaktan hoşlandığımı fark ettim. Sıkıntının hakkı yeniliyor. Gregus'a, planımın mutlu olana dek sıkılmak olduğunu söylüyorum. Sıkıntının ötesinde tatmine benzer bir şeyin bulunduğuna şüphem yok ….. [s. 61]

Comments