İçimdeki Kaktüs / Zeynep Albaraz Gençer..

Öncelikle, bir blogger olarak, bir blogger’ın kitabını okumanın ve yazmanın paha biçilmez şekilde keyifli olduğunu söylemek isterim. (ah ne diosunuzz bigün benim de.. hadi inşallah)
Canımcım Goncacımın sürprizi olarak hem Zeynep Hanım’ı tanımış oldum hem de pek keyifli kitabı zevkle okumuş oldum. Ne mutlu, ne çok şükür bana.
En başta, kitap sayesinde öyle güzel, daha önce karşılaşmadığım alıntıdan haberim oldu ki. Çok mutlu oldum. Her birinin altını çiz çiz bitiremedim :) Diğer yandan ise değindiği konular tam bizden tam benlikti. Mutluluk kavramından duymadığım keyifli hikâyelere, alfabeden iş hayatında karşılaşılabilecek anlara, kelimelerden paralel evrenlere, kar tanelerinden yakamoza ... neler neler..
Sanki onunla sohbet edermiş, fikir alışverişi yapa yapa konuşur gibi okudum desem. Pek çok yerde de kendisi sayesinde o konudaki görüşümün ne olduğu düşünmüş oldum, hiç aklıma gelmeyen.
Tabii ki kitabın en üzen yanı bitmesi oldu. Ancak artık blog’u (https://albaraz.com) üzerinden ve IG hesabından takip etmek bana kalan ;)
Mutluluğu sende bulan senindir. Ötesi misafirdir.
- Hz. Mevlânâ

  • Bazı insanlara kızamıyorsunuz mesela, çok garip. Kırgınsın, üzgünsün ama göz göze geldiğinde tüm bu hisler uçup gidiyor. İstemsizce gülümsüyorsun ve dağılıyor aranızdaki duman. [s. 13]
  • Ben sana gelemem ki benim yaram var diye, yaram sensin!
  • - Suskunlar
  • Dökmeye niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten... - Cemal Süreya
  • ..... 0.7 ucu kaleme alttan yerleştiren, ..., kuguş digili kogonuguşagan, ... kadın; adama sırılsıklam, körkütük ve hatta deli divane âşık olmuş. [s. 15]
  • Son yıllarda kitapçılarda yaşadığım moral bozukluğundan bahsedebilir miyim? Okunması gereken binlerce kitap olduğunu görünce yaşadığım eksiklik duygusundan, 'bu kadar bilgiyi nasıl öğreneceğim' korkusundan, 'millet her şeyi yalayıp yutmuş, geride kaldım' kompleksinden... Örneğin Oğuz Atay'ın bir söyleşisinde öykündüğü yazarların adı geçiyor, çoğunu hiç bilmediğimi fark edip telaşla isimlerini ve eserlerini aratıyorum. 'En azından hangi tarihlerde yaşamışlar onu bileyim' diyorum kendi kendime. Sonra çoğunu unutuyorum. Sevdiğimi iddia ettiğim bazı yazarların sadece bir kitabını fi tarihinde okuduğumu görüp utanıyorum. Kendimi kitapların içine gömüp, gerçek dünyanın pisliklerinden uzaklaşsam diyorum, o da olmuyor. [s. 20]
  • Yazar değil de ‘yazan’ biri olarak.. [s. 22]
  • Bilim insanlarının bu konuda ortak görüşe vardığı bir nokta var: Oksitosin hormonu yüksek seviyede olan kişiler sadık olmaya daha meyilli. [s. 24]
  • Öyle bir seveceksin ki, yüreğinden kimse ayıramayacak. Ve öyle birini seveceksin ki, seni gözleriyle bile aldatmayacak. - Can Yücel
  • T: tomurcuk açtım [s. 27]
  • Açsın diye çırpındığın çiçeğin solması.... Âşık olduğunu söyleyememek..... [s. 28]
  • Beni hemen anlamalısın - Oğuz Atay
  • Dürüst bir insan daima çocuk kalır. - Sokrates
  • Günlük hayatta sorgusuz kabul ettiğim ve sindirdiğim ama esasen aklımın almadığı o kadar çok şey var ki. Nasıl oluyor da birkaç tuşa basarak binlerce kilometre uzak-ta birini aramamı sağlıyor telefon denen icat? Sinyal, verici, alıcı, Graham, frekans, santral... Bunların hiçbiri beni tatmin etmiyor, kafam almıyor. Hele o tonlarca ağırlıktaki uçak nasıl süzülüyor havada insan elinden çıkma motoruyla, kanadıyla? Bu sohbet ne zaman açılsa "kanadın altında oluşan kaldırma kuvveti" ve "aerodinamik prensipleri" havada uçuşuyor ama yok, algılarım yetmiyor tam olarak açıklamaya. Başlı başına mucizenin ta kendisi bu dünyaya gelmek esasında. Bir insanın içinde başka bir insan oluşuyor, büyüyor ve dışarı çıkıyor. Adeta kulisten sahneye gelir gibi. Bizim ufacık aklımızın alabileceği bir olay mı bu sanki? [s. 39]
  • Vücudundaki bir engelden mahcup olan bir kişi bile bir yerlerde bu yazıya denk gelip "Neden utanacakmışım, bu hayata bir kere geliyorum" dese veya yanındaki kadının kusuruna (!) aldırmadan ona doya doya sarılsa bana yeter. Yavan bir Polyannacılık gibi mi geliyor kulağa? Bazen basit düşünmek gerekir. Herkesin, -dış görünüşünden bağımsız olarak- eşit derece-de sevme ve sevilme hakkı bakidir. Beyin; 3 saniyelik rüyayı 3 saatmişcesine gösterdiği gibi, bir halta yaramayan basit ruhları da kusursuz gibi gösterir. Körkütük aşık olmak böyle bir şeydir. [s. 57]
  • Kadın adama dedi ki; / Yaramı sar, / Ruhumu doyur, / İçimi anla. / Ve adam kadına demek isterdi ki; / Zaafımı sez, / Gönlümü hisset, / Havamı solu. [s. 58]... dokunmak için yandığın adam... [s. 61]
  • Mevlânâ der ki; “İstediğin şey oluyorsa bir, olmuyorsa bin hayır ara.”  Sizde yoksa eğer, elbet bir sebebi vardır.  Olanla yetinin. [s. 62]
  • İçi boşaltılmış bir cümle belki ama; “Kendinizi çok sevin.” Size kıymet vermeyenlerden sevgi beklemeyecek kadar çok sevin. Yaşamınızdan, zevklerinizden ve önceliklerinizden ödün vermeyin. Albert Camus’un dediği gibi:  “Kimseyi size soğuk davranınca gözleriniz dolacak kadar önemsemeyin.”   
  • Onun beyaz kusurlarında kendininkileri kaybediyor. sun. O, karla bir oluyor. ... O erimesin diye donmaya bile razısın. Ama eriyor. Gözünün yaşına bile bakmadan eriyor. Sen buz olup donuyorsun... O, dönmüyor. [s. 66]
  • Dosdoğru gözlerime bak. Göz bebeklerimden içeriye yol yaptım sana, beynime rahatça sızman için. Biliyor musun? Sen bana baktığında içimden hüngür hüngür ağlamak ve bütün kirimi, pasımı atmak geliyor. Dünyanın pisliğinden arındır beni. Saçlarını yüzüme yaklaştır ve beni sarhoş eden kokunu tüm hücrelerime doldur. Kör kuyulardayım, görmüyorsun. Elimden tut, çıkar beni dışarı. Ben bırakmak ister gibi yaparım, inanma. Sakın bırakma. Mahvolurum. Eksik parçalarım vardı, bulamamıştım ömrümce. ... Rahatsız etme yaralarımı, hepsinin yerini biliyorsun, sakince öp en çok kanayanları. Yalvarırım acıtma canımı. ... Sana sarılırım, içine karışırım. ... Bilincimin altıyla da üstüyle de tamamen senin olurum. [ss. 72-73]
  • Mortido, yani 'kendi kendini yok etme' kavramının insanlarda kendini farklı şekillerde gösterebileceğini keşfetmiş; si-gara bağımlılığı, alkolizm, uyuşturucu kullanımı, rastgele seks ve hayati risk alma gibi eylemlerin aslında `mortido' güdüsünden peydahlandığını ortaya atmıştır. [s. 75]
  • Ütopik imkansızlıklar çemberinde Pi’yi kaç alıyorduk, hatırlıyor musunuz? [s. 81]
  • Dostoyevski’nin kitap pasajlarını Facebook’ta paylaştığı, Marie Curie’nin radyoaktivite deneylerini Instagram’dan duyurduğu ve Mozart’ın Youtube üzerinden konçerto dinlettiği fantastik bir dönem hayal ediyorum. Neden olmasın? Belki paralel evren diye bir yer vardır ve buna benzer olaylar yaşanıyordur. [s. 85]
  • Meğer esnafın bana 'sen' diye hitap etmesi ne güzelmiş. Eskiden içimde teklifsizlik, laubalilik, sayılmama hislerini uyandıran bu küçücük detay, aslında benim yetişkin olmadığımın en bariz göstergesiymiş. Oysa şimdi mümkün olan en çocuk gözlerle bakmaya çalışıyorum yetişkin dünyaya. Yine de olmuyor. [s. 87]
  • Konuşmanın, dokunmanın, öpmenin yetmeyeceğini düşünürsünüz. Adeta onunla iç içe geçmek, ‘o’ olmak, canınıza sokmak istersiniz. [s. 107]

Comments