Ben, Kirke / Madeline Miller..

Kidega’nın şahane sürprizi sayesinde tanıştım Kirke ile, ve çok mu çok mutlu oldum. (Kucak dolusu teşekkürler @kidega ). Daha kendisinden yeni haberdar olmuştum ki kapımı çaldı ve eş zamanlı olarak da Sevilay Hanım’ın da önerdiği bir kitap olduğunu öğrendim ki merakım duble oldu. Ne zaman ki elime aldım ve mitoloji önümüze serdiği gördüm, hele ki alt başlığında ‘büyücü’ kelimesini okudum, ‘aha kızım dedim bu kitap tamamdır, yürü!’. Ve öyle de oldu :)
Oldum olası mitolojiyi, mitolojik hikâyeleri ve tabii ki karakterleri çok severim. E işin içinde aşk da varsa tadından yenmez oluyor bittabi. Madeline yenge de resmen tüüüm Yunan mitolojisini + Odisseas’i falan yalayıp yutmuş, üstüne hatmetmiş ve bence birkaç da tez yazmış. E tabii öyle olunca da sanki çocuklukluk arkadaşları ve aile üyeleri kadar yakın kişileri ve öykülerini bilircesine şahane bir kurguyla hepsini tek bir kitapta, hem de öylesi tatlı ve rahat bir anlatımla toplamış, yazmış. Şahsen ben saygıyla önünde eğiliyor, ayakta alkışlıyorum (ay hadi inşallah :) ). Ayrıca aşağıda pek çok örneğini alıntıladığım üzere, öyle güzel betimlemeler okudum ki ne zamandır böyle yaratıcısını ve şiirselini görmemiştim. Bayıldım bayıldım. Hislerime yeni tercüman oldu Kirke ;) O kadar hoşuma gitti ki, artık yeri geldikçe hepiciğini alıntılayacağım, onun cümlelerinle hislerimi aktıracağım, şimdiden diyeyim haberiniz ola ;)
Dolayısıyla siz de mitolojik öyküleri, Tanrıları, titanları, canavarları seviyorsanız yüzde bi milyon, keyifle okuyacaksınız derim. Hiç sıkılmadan ve eğlenerek, şak diye bitireceksiniz :)
Gelelim kitap kapağı tasarımlarına :) Değinmezsem içimde kalır. Öncelikle şükür ki İthaki, ABD baskısını örnek alarak (ancak sanırım onlar ayrı bir şekilde kitabın arasına koymuş) ön kapağın içine Kirke’nin adasının ve yakın çevresinin, çok şeker bir haritasını basmış. Çünkü alt resimdeki Avrupa baskısında hiçbir çizim yok. Diğer taraftan ise dilerdim ki bu diğer iki yabancı baskı gibi bizimkinin de altınlı parlak kabartmaları olsaydı :) (Yükselen Aslan yazıyor da :) ). Yani napiim seviyorum kitap kapakları güzel olunca. E tabii bizdeki kağıt vd maliyetleri düşününce buna da şükür diyorum. Sonuçta kapağı tam ve çok güzel basmışlar. Teşekkürler İthaki’cimiz :*
Meraklısına: Sözünü ettiğim, ek yapılmış olarak ABD baskısında yer alan haritanın İngilizce hâlini de bulduğuma göre nette, buraya ben de eklemeden edemedim ;)
  • Göğsümde, kurusun diye sıkılan kumaşı andıran bir burulma hissi vardı. [s. 16]
  • Aietes=kartal
  • Cüppesi eteklerinde mavi mavi gölleniyordu, boynuna da bir denizyılanı eşarp gibi sarılmıştı. [s. 46]
  • ...her nympha’nın kendi özel tılsımı olduğu konusunda ısrar ettiği gül yağı kokusu ... [s. 61]
  • Farmakon... Kronos’un dökülen kanında yetişen sarı çiçekler, varlıkları en gerçek biçimlerine döndürüyor. [s. 66]
  • Farmakonlarla, yani dünyada değişiklik yaratma gücüne sahip olan otlarla uğraşan bu sanatlara farmakiya deniyor. Bu otlar tanrıların kanından yetişmiş ya da dünyada sıradan bir şekilde bitmiş olabilir. Güçlerini ortaya çıkarmak bir maharettir. [s. 71]
  • Büyücülüğün ne olmadığını söyleyeyim: Bir düşünce ve bir göz kırpışıyla gelen ilahi güç değil. Yapılması, üstünde çalışılması, planlanması, araştırılması, kazılıp çıkarılması, kurutulması, doğranıp öğütülmesi, pişirilmesi, onunla konuşulması, ona şarkı söylenmesi gerekiyor. Bütün bunların ardından bile başarısız olabilir, tanrılarsa başarısız olmaz. Otlarım yeterince taze değilse, dikkatim dağılırsa, iradem güçsüzse iksirler elimde bayatlayıp acıyabilir. [s. 87]
  • Zihnim, yatağından kaldırılmış nehir kumu gibiydi. [s. 148]
  • Gemiye bindim, elimi kaldırdım. Daidalos da elini kaldırdı. Sahte umutlarla kendimi aldatmamıştım. Ben tanrıçaydım, o ölümlü, ikimiz de mahpustuk. Ama mühürler balmumuna nasıl bastırılırsa yüzünü işte öyle zihnime bastırdım, böylece yanımda taşıyabilecektim o yüzü. [s. 155]
  • Cadı Kirke hem büyüleri hem iplikleri örer beceriyle, dokur efsunları kumaşlarla birlikte. [s. 155]
  • Gökyüzü berrak ve parlak kemerini üstümüze büktü. [s. 157]
  • Her kelimeyi, geleceğini inşa ettiği taşlardan biriymiş gibi söylüyordu. [s. 176]
  • ... yıldızların sakinleştirici bir biçimde sıralanmasını seviyordum. Kaynayan boya kazanını karıştırırken sözcükleri havada süzülmeye bıraktım. [s. 189]
  • Ben tedbirli değildim. Pervasızdım, düşüncesizdim. Bu adam başka bir bıçaktı, bunu hissedebiliyordum. Başka bir türdü ama yine de bir bıçaktı. Umurumda değildi. Ver şu bıçağı bana, diye düşündüm. Bazı şeyler, uğurlarına kan dökülmesine değer. [s. 210]
  • Ona bıçak demiştim, şimdiyse kemiğe kadar dilim dilim edildiğini görüyordum. Göğsümde bunu yansıtan bir ağrı hissettim. Onu yatağıma götürmem bir tür meydan okumaydı ama şimdi içimde titreşen his çok daha eski bir şeydi. Oradaydı, ruhu önümdeydi. Onarabileceğim yırtık pırtık bir şey vardı karşımda. ..... Gözlerindeki rahatlama tenimde dolaştı. [s. 213]
  • Gece yağmur yağmış olmalı, diye düşündüm. İçeri süzülen hava yıkanmış gibi ve çok berraktı. Her ses (kuş cıvıltıları, titreşen yapraklar, dalgaların hışırtısı) çan gibi havada asılı kalıyordu. Giyindim, bu ihtişamın peşinden dışarı çıktım. .... Rüzgâr lir notaları gibi dalgalanarak yanımdan geçti, ... Daldan bir çiy damlası düştü. Çınlayan çan gibi çarptı toprağa. [s. 233]
  • Sorunun bir meşe fidesi gibi olduğunu düşündüm. Toprağın üstünde basit, yeşil bir filiz ama altında dallı budaklı kökleler çukur açıyor, derinlere yayıyor. Bir nefes aldım. [s. 268]
  • ... içinde sel gibi yükselmiş heyecanı dizginlemeye çalışıyordu. [s. 361]
  • “Sparta'ya gitmek istemiyorum,” dedi. "Burada kalmak da istemiyorum. Sanırım nerede olmak istediğimi biliyorsun.” ..... Havada talaşlar uçuştu, mis gibi koktu. Oyma yaptığı sırada cildinden yükselen kokunun aynısıydı. Aniden içimde bir pervasızlık hissettim. Düşünüp taşınmalarımdan, ikna etmelerimden, dikkatli planlarımdan bıkıp usanmıştım. Bazıları için bunlar doğaldır ama benim için öyle değildi. "Bana katılmak istiyorsan sana engel olmayacağım," dedim. “Şafakta yola çıkıyoruz.” [s. 372]
  • Havanın avuçlarımda hareket ettiğini, tuzun baharın yeşil kokusuyla karıştığını hissediyordum. ... Cildime değen karanlık tertemizdi. İçinde yıkandığım bir gölmüş gibi, serin havada yürüdüm. [s. 380]
  • Beyaz çiçeklerle dolu bir armut ağacının yanından geçtim. Ayışığıyla aydınlanan nehirde bir balık sıçradı. Her adımla hafifliyordum. Boğazımda bir duygu şişiyordu. Ne olduğunu anlamam biraz vakit aldı. O kadar uzun süredir yaşlı ve müsamahasızdım ki. Pişmanlıklar ve seneler beni yekpâre bir taş gibi biçimlendirmişti. Ama sadece döküldüğüm bir kalıptı bu. O biçimde kalmak zorunda değildim. [s. 380]
  • Aiaie'de ona dokunmanın nasıl bir şey olacağını o kadar sıklıkla merak etmiştim ki [s. 380]
  • İçimde telaşla haykıran bir yer vardı: Konuşursan rengi kule dönecek ve senden nefret edecek. Ama bu sesi bir tarafa ittim. Rengi küle dönerse dönsündü. Hayatıma gündüzleri kumaş dokuyup geceleri sökerek ve sonuçta hiçbir şey yapmayarak devam etmeyecektim. Bütün hikâyeyi anlattım ona, her kıskançlığı, her aptallığı ve benim yüzümden yiten bütün hayatları. [s. 381]
  • “Dinlemek istiyorum,” dedi. Ondan pek çok sebepten ötürü uzak durmuştum: Annesi ve oğlum, babası ve Athena. Ben tanrı, o ölümlü. Ama bütün bu sebeplerin kökeninde bir tür korku yattığını birden anladım. Ve hayatımda hiçbir zaman korkak biri olmamıştım. Aramızdaki bir nefeslik boşluktan uzanıp onu buldum. [s. 381}
  • Avucumu karnına dayadım, nefesleriyle inip kalkmasını hissettim. Omuzları şerit şerit kaslıydı, ensesi güneş yanıklarıyla sertleşmişti. [s. 382]
  • Bazen konuşurken üstüme bir öfke çöküyor, sözcükler ağzımda ekşiyordu. [s. 382]
  • Kanının düzenli akışını hissedebiliyordum. “Seni sıkıştırmadım,” dedi. “Yine sıkıştırmayacağım. Bana cevap verememene yol açacak sebepler olduğunu biliyorum. Ama...” Durdu. “Şunu bilmeni istiyorum. Mısır’a gidersen, her nereye gidersen seninle gelmek istiyorum.” Hayatı nabız nabız parmaklarımın altından geçiyordu.“Teşekkür ederim,” dedim. [s. 386]

Comments