Call Me By Your Name..
Ve evet sonunda izledim! Geçtiğimiz dönemin en çok konuşulan, en en methedilen filmini. E peki yorumun ne derseniz; evet beğendim, güzel, iyi bir film. Ancak (evet bir ancak var :) ama dikkatinizi çekerim ‘ama’ değil ‘ancak’, çünkü öncesindekileri götürsün istemiyorum) bir Brokeback Mountain değildi, pardon ama! Zira ben o filmden çok etkilenmiştim (tabii herkes gibi). Kanımca bir aşk hikâyesini öyle güzel anlatmıştı ve öyle güzel oynanmıştı ki (ah rahmetli :( ) cinsiyetlerden bağımsız olarak harika bir öykü izlemiştim. Dolayısıyla da çıta, en azından benim için, çok yükseğe konmuştu, Ann Lee amca tarafından. O zamandan beri de, doğal olarak, hep benzerlerini o filmle kıyasladım. Bu noktada Call Me By Your Name’i de. Sonuç ise ‘evet güzel, sade, çok doğal ve bir film değil de gerçek yaşamdan bir kesit izliyormuşçasına gerçekçi bir film’ karşıladı beni ancak bi Brokeback değil :)
Gerçekçilik üzerinde biraz karalamam gerek korkarım çünkü, tüm karakterlere hayat verenler öyle yerli yerinde seçimler olmuş, öyle o canlandırdıkları kişilere bürünmüşler; mekânlar öyle güzel ve öyle güzel kullanılmış ki gerçekten muhteşemdi. Hele ki ben filmin İtalya’da geçtiğini bilmiyordum, süper ötesi bir sürpriz oldu. Hem İtalya’nın muhteşemliğini seyr-ü sefâ eylemek, hem İtalyanca’nın muhteşem tınılarına kulak verebilmiş olmak dehşet keyifli oldu.
Bu arada mekân deyince, eve ayrı bir parantez açmam gerek. Zira öyle muhteşemdi ki, benim için rüya gibiydi. O taş havuzu, bahçesi, meyve ağaçları, şömineli salonu, balkonunun otantikliği; o evdeki yemeklerde kullanılan kesme kristal dondurma bardakları, desenli porselenler, avizeler vd. hepsi, tüm detaylar beni mahvetti. Tam hayalimdeki ev, tam hayalimdeki yaz tatili diyebilirim rahatlıkla..
Bunun dışında çocuğun daha 17’sinde 3 dili şakıması, deli kitap okuyan, kültür ve tarih bilgisi derya deniz biri olması tırnak içinde “gerçek olamayacak kadar” muhteşemdi. Zira ben bile direkt aşık olabilirim, olurum, oldum yani :)
SPOILER
Tek sıkıntım, filmin, daha doğrusu konunun bir yere bağlanmaması oldu. Hoş, konunun gelişimi açısından senaryonun/filmin açık bir şekilde öyle bir derdi olmadığı aşikar, ancak ne bileyim ben biraz ‘ee bitti şimdi’ oldum. Sonuçta o dönemin bir kesiti olarak sunuluyor ve bu bağlamda öyle tam bir korkutan-üzen düğüm yeri de yok konunun (hoş ben ne yazık ki, alışmış kudurmuştan beter paralelinde her filmin bize alıştırmasından mütevelli doğal olarak öyle bir moda girdim, ha şimdi kötü bir şey olacak, amanın şimdi kavga çıkacak diye bekledim, beklemedim değil) ama olmamasına da sevindim. Ha şöyle çıkın bu klişelerden ayol, di mi ama :)
SPOILER END
Kısacası artık bir Elio-Oliver ikilimiz var, nur topu gibi :) Muhtemelen uzun süre unutulmaz. Zira böyle isimler nasıl unutulur ki. Gerçekten çok güzel ve orijinal isimler değil mi? Kesin bir yerlere, tarihte, mitolojide, kültürel metinlerde yer alan bir yere atıfta bulunuyordur ancak ben bilemedim :( Öyle ki filmde baba karakterinin ve tabii ki Oliver’ın arkeoloji dalında akademik arka planı olduğu için, hem onların hem de Elio’nun pek çok alıntı yaptığı ifade bende ‘burada kesin bir alt metin var ve ben bunu kaçırıyorum, anlamıyorum’ hissi uyandırdı ki sormayın gitsin, çok sinir oldum kendime.
Özetle muhteşem bir İtalya dekorunda, 1983’yılının yaz aylarında geçen iyi bir film için izleyin derim. Tabii homofobik düşünceleri yanınıza almayın! Yazık olur, yazık edersiniz. Ve ne babaların ne konuşmalar yapabildiğini izleyin derim. Kim bilir öyle olmayan, olamayan konuşmalardan sonra neler heba olmuştur..
Meraklısına: Evet tam bu noktada, büyük bir dipnot koymak istiyorum. Çünkü yazıda eve aşık olduğumdan bahsedince, güzel bir resmini de buraya ekleyim diye araştırmaya bir girdim ki ne göreyim! Meğer filmdeki ev, filmden daha bi ünlü olmuş! (Göz işte bu göz, boru değil :p )
Önce olayı baştan alayım. Filmimiz, André Aciman’ın 2007 tarihli, aynı isimli ünlü romanından yapılmış bir uyarlama imiş. Hatta kitap, bir üçlemenin son eseriymiş. Ve yazar kitabı kaleme alırken önce bu evi yazmış! Daha doğrusu, gözünde öyle bir ev canlandırmış ve sonra da ‘bu evde nasıl bir aile, nasıl insanlar yaşar diye sonradan kurgulamış!’. Kendi ifadesiyle, onun için tüm olayın ana noktası ne Elio, ne Olivor, ne de prof babası imiş! Dolayısıyla ne zaman ki ünlü senarist James Ivory kitabı senaryolaştırmaya başlamış, en büyük korkusu (Ivory çok ünlü bir senarist olduğu için, bol ödüllüsünden), ya senaryoyu öyle bir yazar da film, evin önüne, ön planına geçer, ev gölgede kalır da film ışıldar imiş!
Yazar kendi sözleriyle:
Bir de öyle ki set dekoristimizin akrabalarından biri de The Leopard ile Death in Venice adlı filmlerin yönetmeni Luchino Visconti imiş. Ve bu filmlerde de onun otantik dekor konusundaki güçlü saplantısı, tutkusu görülüyormuş, en az Guadagnino hanımın kendisi kadar. Dolayısıyla bu filmleri bulup izlemem de ‘must’ oldu :)
Dolayısıyla Call Me By Your Name’deki evimiz de ki tam ismi “Villa Albergoni in Moscazzano” imiş; Elle Decor’dan Architectural Digest’a kadar, Another Mag, The Spaces ve Habitually Chic adlı dünyaca ünlü dekor ve stil dergileri tarafından özel olarak fotoğraflanıp sayfalarında yayınlanmış, geçtiğimiz Aralık sayılarında!
Neyse efendim, evimiz nam-ı diğer Villa Albergoni, aslında 17. yüz yıldan kalma, bir kaleden devşirme olan bir ev imiş! Ve dediğim gibi Lombardia bölgesindeki Moscazzano şehrinde yer alıyormuş. Aslında ev bomboş imiş ve set ekibi, üç hafta içerisinde onu; hikâyemizin kahramanları olan ailenin çok entellektüel ve uluslararası niteliğini, sanat-tarih-müzik aşlarını, çok çok açık görüşlülüğünü yansıtacak şekilde odalarını ilgili objelerle (farklı kültür, ülke ve zamanlardan) doldurmuş. Ve bana da ayakta alkışlamak ve birkaç kareyi burada da sizinle paylaşmak kalmış. Helal olsun vallahi. Evim olursa böyle bir tane, bu kadını istiyorum, haberiniz olsun ;)
Gerçekçilik üzerinde biraz karalamam gerek korkarım çünkü, tüm karakterlere hayat verenler öyle yerli yerinde seçimler olmuş, öyle o canlandırdıkları kişilere bürünmüşler; mekânlar öyle güzel ve öyle güzel kullanılmış ki gerçekten muhteşemdi. Hele ki ben filmin İtalya’da geçtiğini bilmiyordum, süper ötesi bir sürpriz oldu. Hem İtalya’nın muhteşemliğini seyr-ü sefâ eylemek, hem İtalyanca’nın muhteşem tınılarına kulak verebilmiş olmak dehşet keyifli oldu.
Bu arada mekân deyince, eve ayrı bir parantez açmam gerek. Zira öyle muhteşemdi ki, benim için rüya gibiydi. O taş havuzu, bahçesi, meyve ağaçları, şömineli salonu, balkonunun otantikliği; o evdeki yemeklerde kullanılan kesme kristal dondurma bardakları, desenli porselenler, avizeler vd. hepsi, tüm detaylar beni mahvetti. Tam hayalimdeki ev, tam hayalimdeki yaz tatili diyebilirim rahatlıkla..
Bunun dışında çocuğun daha 17’sinde 3 dili şakıması, deli kitap okuyan, kültür ve tarih bilgisi derya deniz biri olması tırnak içinde “gerçek olamayacak kadar” muhteşemdi. Zira ben bile direkt aşık olabilirim, olurum, oldum yani :)
SPOILER
Tek sıkıntım, filmin, daha doğrusu konunun bir yere bağlanmaması oldu. Hoş, konunun gelişimi açısından senaryonun/filmin açık bir şekilde öyle bir derdi olmadığı aşikar, ancak ne bileyim ben biraz ‘ee bitti şimdi’ oldum. Sonuçta o dönemin bir kesiti olarak sunuluyor ve bu bağlamda öyle tam bir korkutan-üzen düğüm yeri de yok konunun (hoş ben ne yazık ki, alışmış kudurmuştan beter paralelinde her filmin bize alıştırmasından mütevelli doğal olarak öyle bir moda girdim, ha şimdi kötü bir şey olacak, amanın şimdi kavga çıkacak diye bekledim, beklemedim değil) ama olmamasına da sevindim. Ha şöyle çıkın bu klişelerden ayol, di mi ama :)
SPOILER END
Kısacası artık bir Elio-Oliver ikilimiz var, nur topu gibi :) Muhtemelen uzun süre unutulmaz. Zira böyle isimler nasıl unutulur ki. Gerçekten çok güzel ve orijinal isimler değil mi? Kesin bir yerlere, tarihte, mitolojide, kültürel metinlerde yer alan bir yere atıfta bulunuyordur ancak ben bilemedim :( Öyle ki filmde baba karakterinin ve tabii ki Oliver’ın arkeoloji dalında akademik arka planı olduğu için, hem onların hem de Elio’nun pek çok alıntı yaptığı ifade bende ‘burada kesin bir alt metin var ve ben bunu kaçırıyorum, anlamıyorum’ hissi uyandırdı ki sormayın gitsin, çok sinir oldum kendime.
Özetle muhteşem bir İtalya dekorunda, 1983’yılının yaz aylarında geçen iyi bir film için izleyin derim. Tabii homofobik düşünceleri yanınıza almayın! Yazık olur, yazık edersiniz. Ve ne babaların ne konuşmalar yapabildiğini izleyin derim. Kim bilir öyle olmayan, olamayan konuşmalardan sonra neler heba olmuştur..
Meraklısına: Evet tam bu noktada, büyük bir dipnot koymak istiyorum. Çünkü yazıda eve aşık olduğumdan bahsedince, güzel bir resmini de buraya ekleyim diye araştırmaya bir girdim ki ne göreyim! Meğer filmdeki ev, filmden daha bi ünlü olmuş! (Göz işte bu göz, boru değil :p )
Önce olayı baştan alayım. Filmimiz, André Aciman’ın 2007 tarihli, aynı isimli ünlü romanından yapılmış bir uyarlama imiş. Hatta kitap, bir üçlemenin son eseriymiş. Ve yazar kitabı kaleme alırken önce bu evi yazmış! Daha doğrusu, gözünde öyle bir ev canlandırmış ve sonra da ‘bu evde nasıl bir aile, nasıl insanlar yaşar diye sonradan kurgulamış!’. Kendi ifadesiyle, onun için tüm olayın ana noktası ne Elio, ne Olivor, ne de prof babası imiş! Dolayısıyla ne zaman ki ünlü senarist James Ivory kitabı senaryolaştırmaya başlamış, en büyük korkusu (Ivory çok ünlü bir senarist olduğu için, bol ödüllüsünden), ya senaryoyu öyle bir yazar da film, evin önüne, ön planına geçer, ev gölgede kalır da film ışıldar imiş!
Yazar kendi sözleriyle:
“A Greco-Roman professor and translator, respectively. It was a light-dappled, arched-balconied building surrounded by wild gardens in an 1884 Monet painting whose image arrested him and whose provenance he uncovered as Bordighera, a small town on the Italian Riviera.Ancak şükürler olsun ki öyle olmamış çünkü set dekoru Violante Visconti di Modrone’ne teslim edilmiş. O kimmiş derseniz; ben de bilmiyordum. Meğer benim daha önce blog’da da yazdığım iki filmin de (biri A Bigger Splash, diğeri de Io Sono L’Amore) set dekoristi imiş! Nitekim vakti zamanında, yazılarımda da görürsünüz ki, her ne kadar o filmlere çok aşık olmasam da, her iki filmin de (özellikle de I Am Love’ın [oradaki evin adı da Villa Necchi imiş ve Milano’daymış) evlerine delicesine aşık olduğumu belirtmişim! Ve onlar da çok ünlü İtalyan villalarıymış ve vakti zamanında, filmler gösterime girdiğinde çokça konuşulmuş.
“The villa in the Monet. The vision of the house. I loved the house, and I wanted to people it. I had no idea who was going to be in it,” explains Aciman.”
Bir de öyle ki set dekoristimizin akrabalarından biri de The Leopard ile Death in Venice adlı filmlerin yönetmeni Luchino Visconti imiş. Ve bu filmlerde de onun otantik dekor konusundaki güçlü saplantısı, tutkusu görülüyormuş, en az Guadagnino hanımın kendisi kadar. Dolayısıyla bu filmleri bulup izlemem de ‘must’ oldu :)
Dolayısıyla Call Me By Your Name’deki evimiz de ki tam ismi “Villa Albergoni in Moscazzano” imiş; Elle Decor’dan Architectural Digest’a kadar, Another Mag, The Spaces ve Habitually Chic adlı dünyaca ünlü dekor ve stil dergileri tarafından özel olarak fotoğraflanıp sayfalarında yayınlanmış, geçtiğimiz Aralık sayılarında!
Neyse efendim, evimiz nam-ı diğer Villa Albergoni, aslında 17. yüz yıldan kalma, bir kaleden devşirme olan bir ev imiş! Ve dediğim gibi Lombardia bölgesindeki Moscazzano şehrinde yer alıyormuş. Aslında ev bomboş imiş ve set ekibi, üç hafta içerisinde onu; hikâyemizin kahramanları olan ailenin çok entellektüel ve uluslararası niteliğini, sanat-tarih-müzik aşlarını, çok çok açık görüşlülüğünü yansıtacak şekilde odalarını ilgili objelerle (farklı kültür, ülke ve zamanlardan) doldurmuş. Ve bana da ayakta alkışlamak ve birkaç kareyi burada da sizinle paylaşmak kalmış. Helal olsun vallahi. Evim olursa böyle bir tane, bu kadını istiyorum, haberiniz olsun ;)
Comments
Post a Comment