Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz / Ocean Vuong..

Be Water kafe bibliyoterapi atölyesinde Eylül ayı için okuduğumuz bu eser gerçekten inanılmaz etkileyiciydi. Hiç böyle bir kitap okuyacağını düşünmemiştim. Baştan itibaren her bir bölümünde bambaşka bir ivme kazanan metin sonlara doğru yaratıcılığın doruklarına çıkarak türünün önemli örneklerinden biri olarak yerini aldı, kendi adıma.

Üzerine konuşulabileceğim o kadar çok niteliği var ki aklıma gelenleri ifade etmeye gayret göstereceğim. Öncelikle çok ama çok özenli bir metin var karşınızda. Kendisi dahil en az üç jenerasyonunun feci travmatik olaylarla geçtiği bir aile hatta sülale hikâyesi var karşımızda. Gerçek hayatta yaşanmış bir öykü söz konusu. 

O yüzden sanırım öncelikli olarak söylemem gereken ilk şey; tetikleyen durumlarının okuyucu nezdinde fazlasıyla mevcut olabileceği bir durum söz konusu. Dolayısıyla kitabı elinize aldığınızda, bir anlamda gardınızı alarak okumanızı, herhangi bir durum karşısında ilerlememenizi önerebilirim. Zira kitap ilerledikçe üzerine çok fazla katman biniyor ve o hüzün gittikçe koyulaşıyor. Bu bağlamda okunması da aslında oldukça “ağır” bir kitap var karşımızda.

İnanılmaz güzel ve etkileyici bir şekilde ifade bulan tasvirler hem kitabı okuma açısından keyif veren bir hâle getiriyor, hem de söz konusu negatif duygu durumlarını, travmaları feci şekilde okuyucuya hissettiriyor. Ancak öyle güzel sıfatlar, öyle muhteşem tanımlamalar var ki hangisini buradan alıntılayacağım resmen şaşırdım. Üzerinde altını çizmediğim sayfası kalmadı muhtemelen.

Dil demişken yazarın yine feci bir şekilde açıksözlü bir anlatıma sahip olduğunu belirtmeliyim. Grinin 50 Tonu’nu Türkçe’den okuyamamış biri olarak, tabi caizse, gözlerim bölere bölere :) ifadelerini okudum. Bu açıdan da yazarın kırılganlığını böylesi cüretkar bir şekilde, samimiyetle ortaya koyuşunu kayda değer bir cesaret örneği olarak değerlendirmemek elde değil kanımca.

Bu minvalde yazarı resmen kucaklamak istediğimi ve şefkati üzerine boca etme arzusu duyduğumu da itiraf etmeliyim. Özellikle birkaç cümle var ki içimdeki teller öyle bir cızladı ki, ona karşı müthiş bir şefkatle doldum. Kendisini kurtarmış biri olması, yani onun tabiriyle (kitabındaki) muhteşem bizon sembolizmini kırmış olması aşırı mutlu etti. Dilerim tüm yaraları şifa bulsun.

Yaratıcılık anlamında da muhteşem bir öykü olmakla kalmayan bu kitabı içiniz elverirse mutlaka okumanızı şiddetle öneririm. Dünyanın bizden çok uzaktaki noktalarında yaşanan böylesi iç içe geçmiş öyküleri bilmek, bence kolektif bilincin anlaşılarak iyileşmesi açısından da müthiş önemli. 

Meraklısına 1: Bu arada yazarın kendi kalemiyle senaryosunu hazırladığı filminin de yapım aşamasında olduğunu okuduğumu heyecanla belirtmek isterim. Dilerim kitabın etkileyiciliğine ve muhteşemliğine layık bir yapım ortaya konur. 

Meraklısına 2: Ebeveynleri açısından yaralı bir çocuğun çocukluk travmaları üzerinden ilerlemesi nedeniyle bana feci anlamda The Goldfinch (Saka Kuşu kitabını da hatırlattı. Onu da inanılmaz zorlanarak, büyük hüzün hissederek okumuştum. Ancak Pulitzer Edebiyat ödüllü bir eser olduğu için belki okumak isterseniz aklınızda olsun diye not düşmek istedim.

Meraklısına 3: Ve sevgili Funda Hanım’ın toplantıda bizlere aktırdıklarından bazı noktaları buradan da paylaşmak isterim:

  • Post modern bir roman. 
  • Yazar şu an için daha çok ünlü bir şair olarak biliniyor. Bunun sebebi olarak da şiirlerinin etnik bir azınlığı desteklemesi öne çıkıyor. 
  • Teknik açıdan kusursuz bir roman. Dil, ifade ve anlatım kusursuz olarak karşımıza çıkıyor. (Oysa Avrupa edebiyatından çıkan romanlarda, kusursuzluktan ziyade kusurluluğunda bir güzelliği olduğu görülüyor.) Dolayısıyla romanda birçok savaş, travma, istismar vd. tema, üst üste kusursuz bir biçimde oturtulmuş olarak yer alıyor.
  • Kitap aynı zamanda bir terapi günlüğü; hem de yazarın, annesinden ayrılıp bireyselleşmesi açısından yazılmış olan bir terapi günlüğü. Bu kapsamda kitapta geçen masaj (çocuğun annesine yaptığı masaj), anne bedeninden ayrışmadığının kanıtı olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla roman da söz konusu ayrışmanın başlangıcı olarak yer alıyor.
  • Bağımlılık hakkındaki dokundurmalar açısından da başarılı bir kitap. 
  • Yer alan diğer temalardan biri de cinsiyet ve cinsellik. (Öyle ki bu konuya dair normalleşmenin, kitabın yazıldığı 2019’dan beri oldukça hızlandığı da dikkat çekiyor.) Bu kapsamda Amerikan toplumunun cinsellik sorunu tartışılıyor. Ve roman, önceki dönemlere kıyasla çok cüretkar bir kitap olarak dikkat çekiyor. Ancak burada söz konusu durum çok gerçekçi bir şekilde ifade bulduğu için okuyucuyu rahatsız etmiyor. 
  • Diğer bir tema da ırk ve ırkçılık. Özellikle de annesi üzerinden, bir ırkın kendi ülkesinde dahi ayrıştırılması hâlini okumak çok çarpıcı. Ayrıca bu kapsamda alfa erkeğinin en üst, beyaz, güçlü erkek olarak sembolize edildiği görülüyor. 
  • Diğer tema dil ve hikâye anlatıcılığı. Bu kapsamda da kültürel aktarımın hep anne vasıtasıyla gerçekleştiği gözlemleniyor. Öyle ki kültür aktarım ile gelen dilimiz, bakış açımızı da ortaya koyuyor. 
  • Diğer bir tema hafıza. Ki hafıza, güvenilir bir kaynak değil. Genelde anneannenin hafızasının kitapta değişmediği görülüyor. Çünkü tek kültürlü büyüyen karakter olarak romanda yer alıyor. Zira çift kültürlülük söz konusu olmaya başladığında, hafıza kaypaklaşmaya başlıyor. 
  • Bizon: Amerikan toplumunda ki krizleri ve travmaları sembolize ediyor. 
  • İmparator Kelebekleri: Hafıza, göç ve (göç ile birlikte) bellek aktarımı durumlarını sembolize ediyor. 
  • Makat Maymunu: Yine hafızayı ve anıları sembolize ediliyor. 
  • Masa: Babayla olan anılarla ilişkin bir sembolizm olarak öne çıkıyor. 
  • Özetle de, söz konusu tüm temalar ve semboller iç içe geçmiş bir şekilde romanda yer alıyor. Ki bu da (bunun yapılması oldukça zor olması nedeniyle) kitabı başarılı bir eser olarak somutlaştırıyor.


  • Papazın ellerinin hareketlerine, akışına bayılmıştım, sanki cümlelerinin bize ulaşabilmeleri için silkelenmeleri gerekiyordu. [s. 58]
  • ama anladım ki bazı şeyler dizi dizi söz ve anlam katmanlarının ardında, günlerin ve saatlerin, unutulmuş, kurtarılmış ve elden çıkarılmış isimlerin ardında kalmış ve yaranın varlığını bilmek onu açığa çıkarmaya yaramıyor. [s. 62]
  • Çalışmaktan bile gaddar ve bütüncül bir şey, arzu diye bir şey olduğunu kendisinden öğrendiğim çocuk. [s. 92]
  • …. ismini bütün harfleriyle, uzun haliyle söyledim; o kadar alçak sesle söyledim ki heceler ağzımdan dışarıya çıkamadı. [s. 104]
  • Renkler vardı, anne. Evet, onunla birlikteyken hissettiğim renkler vardı. Kelimeler değil; farklı tonlar, yarı gölgeler. [s. 105]
  • Peki böyle bir çocuk için, kendini onun tekrar tekrar geçeceği ve her seferinde aynı odaya açılan bir kapıya dönüştürmekten başka ne yapabilirsin? Evet, hepsini istiyordum. Yüzümü ona bir iklime, bir mevsimin otobiyografisine gömer gibi gömüyordum. [ss. 110-111]
  • Trevor'dan tıslayarak buhar çıkıyor gibi gelmişti, ama ses dışarıda kırbaç savuran ekim ayından geliyordu, rüzgar yapraklardan bir lügat hazırlıyordu. [s. 114]
  • Anneannesi öyle küçük görünüyordu ki, gözlerini kısmış iki yana sallanırken yanlış yere konmuş bir oyuncak bebeği andırıyordu. [s. 121]
  • Sis indi, sokak lambalarının ışıklarını kırarak devasa Van Gogh kürelerine dönüştürdü. [s. 123]
  • Şarkıların bir köprü olabileceğini söylerler, anne. Ama bence şarkılar aynı zamanda üzerinde durduğumuz zemin. Belki de kendimizi düşmekten alıkoymak için şarkı söylüyoruzdur. Belki kendimizi alıkoymak için. [s. 125]
  • Dikkatle konuşuyordun, hikâye rüzgar eserken avucunun içinde tutmaya çalıştığın bir alevmiş gibi. [s. 134]
  • Belki de aynalara yalnızca -ne kadar aldatıcı olursa olsun- güzellik aramak için değil, -gerçeklere rağmen- hala burada olduğumuzdan emin olmak için bakıyoruzdur. İçinde hareket ettiğimiz avlanmış bedenin henüz yok edilmediğinden, kazınıp silinmediğinden emin olmak için. Kendini hala kendin olarak görmek, yok sayılmamış insanların bilemeyeceği bir sığınaktır.
  • Güzelliğin tarih boyunca hep kopyalanmayı talep ettiğini okumuştum. İster bir vazo olsun, ister bir tablo, ister bir ayin kadehi, ister bir şiir, bize estetik haz veren şeylerden daha çok yapıyoruz. Onu muhafaza etmek için, uzam ve zamana yaymak için yeniden üretiyoruz. Haz veren bir şeye -bir freske, şeftali kırmızısı sıradağlara, bir oğlana, oğlanın çenesindeki bene- bakmak zaten başlı başına bir tekrar etme, kopyalama eylemi; görüntünün ömrünü gözde uzatmak, ondan bir sürü yapmak, onu kalıcılaştırmak. 
  • Aynaya bakarken, kendimi var olmayabileceğim bir geleceğe kopyalayıp naklediyorum. Ve evet, yıllar önce Gramoz'dan istediğim şeyin pizza çöreği değil, kopyalanıp çoğaltılmak olduğu doğru. Çünkü ikramı beni cömertliğe layık, dolayısıyla görülmüş bir şey olarak genişletmişti. Sürmesini, geri dönmeyi istediğim şey tam da bu daha fazla olma haliydi işte. [ss. 138-139]
  • Alnımı cama yaslıyorum, yansımam otoparkın üstünde geziniyor, içine de yağmur yağıyor. [s. 167]
  • İşte böyle anlarda, senin yanındayken, bizim asla yapamadığımız bir şeyi yaptıkları için kelimelere imreniyorum -öylece durarak, sadece var olarak kendilerini nasıl da bütünüyle ifade edebiliyorlar. Düşünsene, onlar gibi olsak yanına uzandığımda bütün vücudum, her bir hücrem apaçık, tek bir anlam yayardı, bir yazar değil hemen yanında basılı bir kelime olurdum. [s. 169]
  • Trevor'ın bana zamanında söylediği bir kelime var, o da Kore Savaşı sırasında askerliğini denizci olarak Hawaii'de yapan Buford'dan öğrenmiş: Kipuka. Lavlar bir dağın yamacından akıp geçtikten sonra zarar görmeden kalan toprak parçası -en küçük kıyametten kurtulanlardan oluşmuş bir ada. Lavlar yamaç boyunca yosunları kavurarak aşağı inmeden önce bu toprak parçasının kayda değer hiçbir tarafı yoktu, uçsuz bucaksız bir yeşillik içinde öylesine bir noktaydı. Zorluklara tahammül etti de ismini hak etti. Şiltenin üstünde seninle birlikte yatarken, elimde olmadan biz de kendi kipukamız olalım istiyorum, kendi akıbetimiz olalım, görünür olalım. Ama bunun olmayacağının farkındayım. [s. 169]
  • Ama bazı hiçbir şeyler kendilerinden sonra gelen her şeyi değiştirir. [s. 183]
  • Vietnamcada birini özlemekle birini hatırlamak aynı kelimeyle ifade ediliyor. …. Seni hatırladığımdan daha çok özlüyorum. [s. 183]
  • Akşamın ilk renkleri ahşap çitlerin üzerine düşüyor ve her şey kehribar rengine bürünüyor, çayla doldurulmuş bir kar küresinin içindeyiz sanki.  [ss. 215-216]
  • Onları görmüştüm. Kuşları. Hepsini. Senin ağzın açılıp kapandıkça dalların üzerinde meyve gibi bittiklerini ve kelimelerin ağaçları ardı ardına renklendirdiğini. [s. 227]
  • Birkaç metre ötede metal miğfer geriye yatmış, pudra mavisi sabah ışığı onun içinde toplanmış. [s. 230]
  • Yaralı şeyin sesinin peşinden gitmeme neyin neden olduğunu bilmiyorum, ama sanki henüz bende olmayan bir sorunun cevabı vadedilmişçesine ona doğru çekiliyordum. [s. 233]
  • Yine güzellik üzerine düşünüyorum, bazı şeylerin, onların güzel olduğunu farz ettiğimiz için avlanmaları üzerine. Şayet bir insanın yaşamı gezegenimizin tarihiyle kıyaslandığında çok kısaysa, dedikleri gibi göz açıp kapayıncaya kadar geçiyorsa, o zaman muhteşem olmak, doğduğun günden öldüğün güne kadar bile olsa, yalnızca bir an için muhteşem olmak demek. [s. 233]
  • Çünkü günbatımı, hayatta kalma mücadelesi gibi, sadece yok olmanın eşiğinde var olur. Muhteşem olmak için önce görülmen gerekir, ama görülmek de avlanmayı mümkün kılar. [s. 233]
  • Göğsüm ıslak ve yaprak çizikleriyle dolu, gün kenarlarından için için yanıyor; bitkilerin arasında öyle hızlı ilerliyorum ki nihayet bedenimden kurtulup onu geride bıraktığımı hissediyorum. [s. 236]

Comments