Randevu / Katharina Volckmer..

[ENG is below]

  • @kentkabilesi online bibliyoterapi atölyesi Ekim 2025 kitabı.
  • Hayatımda okuduğum en zor kitaplardan biriydi. 
  • Belki de en zoruydu. 84 sayfa olmasına rağmen o kadar çok ara verdim okurken ve o kadar odaklanamadım ki kendime şaştım kaldım. 
  • Patriyarkadan anne travmalarına, Nazilerden Hristiyanlığa, çevre baskısından gelişen teknolojiye değin büyük büyük konularda öyle büyük cümlelere sahip bir kitap anlatamam. 
  • O hacimsel küçüklüğünün karşısında o büyük vuruculuğu çok şaşırtıcı ve çok düşündürücü.
  • Tabii diline de değinmeden edemeyeceğim. Muhtemelen okuduğum en küfürlü mü desem sokak ağzı mı desem (tam tabirini bulamadım) kitaplardan biri oldu. 
  • O dağınıklığının yani kafa dağınıklığı diyeceğim (nasıl ifade edeceğimi onun da bilemedim) ve bu dil yapısının da eklenmesi ile iyi bitirebildin bu kitabı dedim kendime resmen.
  • Gözün Öyküsü ve Dişi Domuz kitaplarını bile çok daha rahat okumuştum.
  • Tüm eleştirel cümlelerinin öyle noktalarda haklı karşılıkları var ki orası da apayrı bir konu tabii ki. Bu yüzden zaten muhtemelen bunca eleştiriye maruz kalmış bir eser. 
  • Dolayısıyla tüm yapısal farklılığı karşısında yine de okunmayı hak eden ve üzerinde çokça konuşulması gereken bir metin olmuş kanımca.
  • Vee sonunda gerek o 180 derece farklı gelen şiirsel tarzı, gerek tam bir ters köşe yapan anekdotuyla ise çok mu çok şaşırtıp etkilediğini mutlaka eklemek isterim. 

Meraklısına: Ve sıra tabii ki toplantıda sevgili Funda hocanın anlattığı muhteşem notlardan bazı alıntılarda.

  • Kitap dil, cinsiyet, ulus temaları üzerinden bir kendi ile hesaplaşma eseri.
  • Travma teorisi çerçevesinden de okunabilir.
  • Yazar kendi bedeninde Almanya’nın suçluluğunu yaşıyor.
  • Art memory kavramıyla da örtüşen bir eser.
  • Travmayı yaşasa da yankısı vücudunda depolanıyor.
  • Suçun kalıtımı -> yazarda devam eden, travma.
  • Bastırılmış travmanın geri dönüşümü-> travmayı yaşamamış nesilde vuk-u bulan.
  • Travmanın dilde bıraktığı boşluk
  • Cinsiyet teması, kitapta:
  • -bir doğum anı gibi.
  • -tarihsel ve kültürel arınma arzusu.
  • -travmanın mirası gibi.
  • *Judith Butler’ın kuramını bilmek lazım bu noktada.
  • Yazar, ulusal ve cinsel suçluluk yaşıyor bedeninde.
  • Freud: cinsiyet ve beden travmanın en eski dili.
  • Geçmişin izini silmek istiyor; silemezse de dönüştürecek travmayı -> cinsiyet değiştirme ile.
  • Lost&absence -> yok yenilemeyen bir geçmiş.
  • Travmasını bir performans gibi yeniden sahneliyor ve fakat kitabın sonunda çözemiyor travmasını.
  • Dolayısıyla kitap -> içsel monologlardan öte, bir travma performansı gibi.
  • Suçluluk bir lost değil, bir yokluk. Hem tarihsel sahnesinde hem kendi bedeninde. Yani yok değil o yüzden yokluk yaratıyor.
  • Travma aynı zamanda bilincin kaydedemediği sarsıntılar da (olay anında yaşanmayan). Yani o sarsıntıları da kapsayan bir kavram. => bu bağlamda zihnimiz şimdi de değil de geriye döndüğümüzde o travmayı deneyimliyor.
  • Travma = artık olayın bilince geri dönüşümü.
  • Dilinde bu yokluğundan faydalanıyor.
  • Travma orada/bilinçaltında depolanıyor, uyuyor.
  • İfade edemememiz = dili yok ediyor
  • Etrafında dolaşmayı bırakıp anlatınca iyileşiyoruz.
  • Boşluğu doldurmanın imkansızlığı.
  • O yüzden kesintisiz bir monolog.
  • Sanat burada iyi geliyor. O yüzden sırf terapi ile iyileşilmiyor. Çünkü dil yapıyı tekrar ediyor.
  • Yaranın konuşmadan çıkarılıp kendini ifade biçimine dönüşmesi gerekiyor. Travma çok parçalı bir şey. O yüzden zihin dönüp duruyor, birleştiremiyor. O nedenle sanat, edebiyat yardım ediyor onu birleştirmeye.
  • Anlamlı bir bütün oluşturunca o kendini ifade biçimine dönüşme gerçekleşiyor.
  • Aslında travma o kadar da negatif bir şey değil. Bireyin kendini inşa etme sürecini başlatıyor zira.
  • Temsilsiz travma kavramının üç temel özelliği var::
  • 1. Zamanın çökmesi = şimdiye sızma
  • 2. Dilin kesintiye uğraması = anlatım mantığını parçalayan
  • 3. Etik bir tanıklık arzusu = daha çok duyulmak istenir, anlatmak değil de*
  • => üçünü de kitapta görürüz
  • *travmayı anlamak değil, ona kulak vermek.
  • ~Anlamamız değil, katlanmamızı istiyor (okurun sabrını değil, tanıklık kapasitesini zorluyor.)
  • Freud‘un fantezi tanımı da kitapta yer alıyor. ~> ulusal suçluluğu ötekine devrediyor.
  • ~Hitler = paternal baba figürü gibi
  • (hem nefret ediliyor hem seviliyor)
  • Ambivalance (ikirciklik) kavramı bu kitapta da var=> doktor —> hem suçun nesnesi hem kurtarıcı analist
  • Son perdede kitap, suçluluk arzusuna dönüşüyor. Metnin bitiminde bir katharsis, çözdüm/aştım durumu bulunmuyor.
  • Cinsiyet değiştirme = yeniden doğuş fantezisi
  • Yazarın kendisi de -> bastırılmış travmanın bir kesiti.


Eğer en başta bedenimi o çerçevelere tıkıştırmaya çalışmasalardı, her şey kötü giderken beni zorla gülümsemek zorunda bırakmasalardı ben de onlar gibi olmaya çalışmazdım. K ile birbirimizin bedeninde başka bir evren yaratmak için onca boyaya ihtiyaç duymazdık.

Bu da yetmezmiş gibi, her sene düzenlenen çamaşır makinelerini geliştirme konferansını saymazsak, akıllarına gelen en parlak fikir yas tutamadıklarını gizlemek için paravan olarak kullandıkları Noel pazarıydı.

Orada bu pazarın hep kurulduğunu, ortaçağdan beri pahalı ahşap ürünler sattıklarını, fırınlarını sadece lebkuchen, yani Almanların meşhur zencefilli ekmeğini pişirmek için kullandıklarını göstermek için yaptıkları rollerdi bunlar. Mimarilerinden çok daha fazlasını kaybettiklerini kabul edememeleri tam da onlara özgü bir şey ve beni sinirden çıldırtıyor Doktor Seligman.

Çünkü her şey bu düşünce şekliyle başlar. Başkalarını kendi gücümüze ya da arzumuza maruz bırakmanın, bedenlerine ve ruhlarına zarar vermenin doğamızda olmadığını, usanmak nedir bilmeden aslında olmayan bir insan doğası imajı çizmeye çalıştığımızı ispat edemem.

Ama bir yandan da bu yeni kölelikte ve süs köpeği gibi her zaman elimizin altında olan bunca yeni alet ve cihazda eski kölelik türlerinde olmayan bir ironi olduğunu da düşünüyorum. Köleliğin daha geleneksel türünün aksine ki bu kölelik türünde köleler sadece bedenlerine indirgenir, süreç içinde soyları tüketilir veya ölümüne işkence edilir ve var olduklarına dair bütün kanıtlar ortadan kaldırılırdı; bu yeni kölelik türündeki elektrikli köleler bizi diri diri gömüyorlar- Doktor Seligman, fark ettiniz mi bu yeni köleler aslında nasıl da bizi evin içinde tutmak üzere tasarlanıyorlar?

Kızlara ya da erkeklere değil, farklı hislere hitap etmek üzere tasarlanmış, daha önce yaşadığım her şeyden daha derin bedenler vardı ve ben bu dünyaya, birkaç saatliğine her şeyin mümkün olduğu, herhangi bir sebep gerekmeden duygusallaşabileceğiniz bu dünyaya deliler gibi âşık olmuştum. O zamanlar sahnede yaşamaya can atıyordum Doktor Seligman. Kendi seçtiğim bir kostümle gezebilmeme müsaade edilmesini çok istiyordum.

Bence bir anlamda hepimiz aslında bundan ibaretiz: başkalarının hikâyeleriyiz. Kendimiz olmamız mümkün değil. Yıllarca özgün sayılmak için uğraştım ama artık ben tek bir şey değilim, duyduğum bütün seslerin, gördüğüm bütün renklerin, başka yerde sebep olduğumuz bütün acıların ürünüyüm. Ve bir anlamda aslında hikâyenin gerçekten kimin hikâyesi olduğunun önemi yok.

Korkumuzda hepimiz hayvana dönüşürüz Doktor Seligman. Ortak bir dilin rahatlığından koparız; bizi savunmak için içgüdülerimizden başka bir şey kalmaz elimizde.

Neyse, bence bedenlerimiz zihinlerimizden önce öğreniyor Doktor Seligman. Bütün kelimeler, daha dillerimiz onları bulup da dişlerimiz damaklarımızın arasındaki boş alanda parçalamadan bedenlerimizde yazılmış olacak. Bazı durumlardaysa kelimeler, zaten söylenmiş olanı söylemek için bedenlerimizi izleyeceklerdir.

***


[in ENG]

The Appointment / Katharina Volckmer..

  • @kentkabilesi online bibliotherapy workshop October 2025 book.
  • This was one of the most difficult books I’ve ever read.
  • Maybe the most difficult. Despite being only 84 pages long, I had to take so many breaks while reading it, I just couldn’t stay focused, and I was honestly surprised at myself.
  • From patriarchy to maternal trauma, from Nazism to Christianity, from social pressure to advancing technology, the book carries such enormous sentences about such vast topics that it’s almost indescribable.
  • Its immense impact standing against its tiny volume is both astonishing and deeply thought-provoking.
  • And I can’t not mention the language. It’s probably one of the most profane or should I say “raw” or “streetwise”? (I couldn’t quite find the right word) books I’ve ever read.
  • The mental disarray, I’ll call it “mind-chaos”, combined with this linguistic structure made me genuinely proud of myself for finishing it.
  • I even found The Story of the Eye and Pig Tales [Truimes] much easier to read.
  • Every one of its critical statements hits painfully accurate points that’s a whole other conversation, of course. Probably the very reason it’s been the target of so much controversy.
  • So, despite all its structural peculiarity, I truly think it’s a book that deserves to be read and discussed at length.
  • And finally, I have to add with its 180-degree poetic twist and that utterly unexpected anecdote at the end it shocked and impressed me beyond measure.

Comments

Popular Posts