İzmir Büyücüleri / Mara Meimaridi..
Aslında 2004’te ilk çıktığında ve o çoook popüler olduğu dönemde de adını duymuş, okusam mı ki diye düşünmüştüm. Ancak tabii ki nasıl olduysa olmadı ve kısmet 15 yıl!!! sonra okumak oldu. Bu sefer ki karşılaşmamız da, Sevilay Hanım’ın o şahsına münhasır (ve öyle olduğu için beni etkileyen, yakınlık hissettiren) tarot açılımları (ki hayatımda ilk kez nasıl bir şey olduğunu onunla tecrübe etmiş oldum) sayesinde oldu. Kullandığı Deste Kartları’nın üstündeki resmi görünce ‘nereden biliyorum nereden’ diye düşünürken a a bi baktım o kitabın kapağı!
Tabii isminde İzmir adı geçince direkt 10 puanı almıştı ;) benim için. Üstüne de geçen sene bi ara, ne alakaysa büyücü diye etiketlenince :) (gülmeyin vallahi ben de hâlen gülüyorum) ahan da dedim vakit tamam, okiiciim :) Üstüne de cici mi cici bir sürpriz ile hediye gelince başladım okumaya.
Gelelim kitaba :) Şahsen girişinde hemen dalamadım olaya. Çok fazla çocuk, teyze, anne vs olunca kim kimdi kimin nesiydi diye kafamda oturtmakta zorlanmadım desem yalan olur. Ancak çok uzun sürmüyor anlıyorsunuz :) Telaşa mahal yok diycem ancak kitabın ortalarında da karakterler kalabalıklaşınca benzer bir afallama yaşanmıyor değil. Onu da diyim de eksik kalmasın :)
Bir diğer nokta ise tanıtım metninde de vurguladığı o ‘büyü’ olayları :), spoiler vermek gibi olmasın ancak ne yazık ki na-mevcut! Yani başlarda verecekmiş bir iki ipucu, yol yöntem gösterecek :) derken elimiz boş kalıyoruz benden söylemesi :)
Bir de şunu demeden geçmeyeyim. Kitabı ararken nette, çokça yazıya denk geldim. Ve şaşırtıcı bir şekilde çoğunluğunun Türklere hakaret, düşmanca sözler-duygular ekseninde şekillendiğini gördüm. Ve yine şaşırtıcı bir şekilde, okuduğumda doğru olduğunu gördüm. Ki kitaplardan, filmlerden sadece Yunanlılar nezdinde değil, diğer uluslardan bize yönelik olumsuz tavrı hep görmüş olsam da, ne yazık ki beni bayağı rahatsız etti. İrite etti. Çevirmeni düşündüm nedense. Nasıl çevirmiş diye düşündüm. Zira bayağı zorlandığına inanıyorum. Ve de sonuçta bambaşka bir konuya dair öyküde öylesi düşmanca sözlere ve hislere gerek var mıydı diye de hayıflandım.
Öyküdeki anne ve kızının yaptıklarına ise i-na-na-ma-dım! Yuh dedim. Pes dedim. Hatta son dönemeçte çüş dedim! Daha fazla yorum yapmıyorum ki yargılamaktan ve karmadan uzak olayım. E tabii diğer yandan böylesi güçlü kadınları görmek de ayrıydı. Sonuçta tek başına ayakta kalma, yaşama savaşı da söz konusu.
Neyse bu mevzuyu geçiyor, beğendiğim cümleleri dizmeye geçmeden önce; kitaba dair en keyifli sürprizin ‘Bornova’ adının geçtiği cümleler olduğunu itiraf etmeliyim :) Ah keşke aranızda okumuş olanınız olsa da karşılıklı istişare etsek diye diliyor, sözlerime burada son vererek bir sonraki kitaba geçiyorum :)
Meraklısına: Çeviri muhteşemdi ancak. Özellikle Ege-İzmir dili, ifadeler, deyişler daha iyi olamazdı. Helal olsun, tam bizdi.
Tabii isminde İzmir adı geçince direkt 10 puanı almıştı ;) benim için. Üstüne de geçen sene bi ara, ne alakaysa büyücü diye etiketlenince :) (gülmeyin vallahi ben de hâlen gülüyorum) ahan da dedim vakit tamam, okiiciim :) Üstüne de cici mi cici bir sürpriz ile hediye gelince başladım okumaya.
Gelelim kitaba :) Şahsen girişinde hemen dalamadım olaya. Çok fazla çocuk, teyze, anne vs olunca kim kimdi kimin nesiydi diye kafamda oturtmakta zorlanmadım desem yalan olur. Ancak çok uzun sürmüyor anlıyorsunuz :) Telaşa mahal yok diycem ancak kitabın ortalarında da karakterler kalabalıklaşınca benzer bir afallama yaşanmıyor değil. Onu da diyim de eksik kalmasın :)
Bir diğer nokta ise tanıtım metninde de vurguladığı o ‘büyü’ olayları :), spoiler vermek gibi olmasın ancak ne yazık ki na-mevcut! Yani başlarda verecekmiş bir iki ipucu, yol yöntem gösterecek :) derken elimiz boş kalıyoruz benden söylemesi :)
Bir de şunu demeden geçmeyeyim. Kitabı ararken nette, çokça yazıya denk geldim. Ve şaşırtıcı bir şekilde çoğunluğunun Türklere hakaret, düşmanca sözler-duygular ekseninde şekillendiğini gördüm. Ve yine şaşırtıcı bir şekilde, okuduğumda doğru olduğunu gördüm. Ki kitaplardan, filmlerden sadece Yunanlılar nezdinde değil, diğer uluslardan bize yönelik olumsuz tavrı hep görmüş olsam da, ne yazık ki beni bayağı rahatsız etti. İrite etti. Çevirmeni düşündüm nedense. Nasıl çevirmiş diye düşündüm. Zira bayağı zorlandığına inanıyorum. Ve de sonuçta bambaşka bir konuya dair öyküde öylesi düşmanca sözlere ve hislere gerek var mıydı diye de hayıflandım.
Öyküdeki anne ve kızının yaptıklarına ise i-na-na-ma-dım! Yuh dedim. Pes dedim. Hatta son dönemeçte çüş dedim! Daha fazla yorum yapmıyorum ki yargılamaktan ve karmadan uzak olayım. E tabii diğer yandan böylesi güçlü kadınları görmek de ayrıydı. Sonuçta tek başına ayakta kalma, yaşama savaşı da söz konusu.
Neyse bu mevzuyu geçiyor, beğendiğim cümleleri dizmeye geçmeden önce; kitaba dair en keyifli sürprizin ‘Bornova’ adının geçtiği cümleler olduğunu itiraf etmeliyim :) Ah keşke aranızda okumuş olanınız olsa da karşılıklı istişare etsek diye diliyor, sözlerime burada son vererek bir sonraki kitaba geçiyorum :)
Meraklısına: Çeviri muhteşemdi ancak. Özellikle Ege-İzmir dili, ifadeler, deyişler daha iyi olamazdı. Helal olsun, tam bizdi.
- Ekmeğini kazanabilsin diye annesi ona, zengin mahallelerdeki evlerde her tarafa serilen Bornova usulü dantel örtüler örmeyi öğretmişti. [s. 15]
- Evin ne kadar büyükse baktığın ve tarandığın aynan da o kadar büyük olurdu. Geç aynanın karşısına ve de ki, "Ben en güzelim ve en iyiyim. Benden daha güzeli ve iyisi yok. Hiç kimse benden daha güzel değil." Ben de bunları söyleye söyleye inandım sonunda, benden daha iyisinin ve güzelinin olmadığına. Hem diğerlerinin benden ne fazlası var? Güller sadece güzel olduklarını biliyorlar. Bana ninem Eleni güzel olduğuma inanmamı öğretmişti ve ben de güzel olduğuma inanıyordum. [s. 25]
- Eftalya da kocalarını ya da sevgililerini kendilerine bağlamak isteyen kadınlara yumurtanın kabuğunu üst kısmından açarak içine attığı kara kedi tüyüyle bağlama büyüsü yaparken kullanıyordu kedisinin tüyünü. [s. 32]
- Hançerle narenciyeleri keser, kabuklarına bastırarak özsularını çıkarttıktan sonra bu birkaç damla özsuyla havanda çağlaları iyice ezer, ardından da keçi sütünden yapılmış süzme yoğurtla karıştırırdı. Gerçekten de harika bir kremdi. Köyde kremi, suyu buz gibi olan İncer Kaynağı'na koyarlardı. Burada ise kremi satana kadar kar tepeciklerinde saklıyorlardı. ..... Taze kurumuş gül yaprağını toz haline gelene kadar kırlardan topladığımız gelincik yapraklarıyla birlikte iyice döver, sonra da onları güzel kokulu üzüm tozuyla karıştırırdık. Böylece bütün İzmirli kadınların yanakları renklenirdi. Fransızca bilen Lefkotea bu pudraya la bel fam adını vermişti. [s. 34]
- Cildinde bolca lekeler olduğu için Sofula'nın dikkatini maydanozlu merhem çekmişti. Eğer arkadaş edinmek istiyorsun, karşındakinin dertlerini dikkatle dinleyip ona ümit vermelisin. Aradan bir saat geçmemişti ki, Şerbetoğlu Ailesinin mutfağında, birbirlerinin yüzüne sürmek için, neşeyle yumurta akını limonla çırpıp maydanozları etmeye başlamışlardı bile. [s. 56]
- Her şeyin güzel yanlarını göstererek yaptıkları şeyin birleştirici gücünü kuvvetlendiriyordu. Spiro’yu ağına düşürmüştü. .... Eftalya,"Eğer onunla yattıktan sonra ilişkiniz için ya da sonunuz ne olacak diye ağlayıp sızlasaydın, her şey boşa giderdi." demişti Katina'ya. .... Katina da o kadar sık dükkâna gidip geliyordu ve sonunda Spiro onun yüzünü görmeye alıştı. Birine alışmış olmak ne kadar da önemli bir şeydi! [s. 61]
- "Evin efendisi işten eve geldiği zaman tasaları paspasın altında kalmalı. Bu yüzden çok konuşmamalısın. Her zaman senin haklı olman gerekmez. Ona gülümsemelisin. Evinden korkmamalı. 'Aman gene eve gidip bin türlü şey duyacağım' dememeli." [s. 72]
- Daha yumuşak olsun diye saçlarını, çatıda topladığı yağmur suyuyla yıkamış olan Katina, gün ışığına çıkıp saçlarını sallayarak kurutmaya çalışıyordu. Kirpiklerinin rengi daha koyu olsun ve kıvrılsın diye İskenderiye yağı sürüp buklelerinin daha zengin ve güzel durması için saçlarını kat kat kestirmiş, yanaklarına da pembeleşsin diye allık sürmüştü. Güzelleşmişti. [s. 73]
- İzmirli bütün kadınların özellikleri aynıydı: Hepsi buğday tenliydi; c’leri ya da ç’leri söylerken çıkardıkları ahenkli, melodik sesleri, salına salına yürüyüşleri, siyah bukleleri ve cilveli siyah gözleri vardı. Ama Fotini bambaşkaydı. [s. 79]
- “Her kim ki bu güle sahip çıkamaz, her şeyi kaybeder” demişti. Nasıl becerdiyse bilinmez, ‘gül’ diye diye durumu iyice Fotini’nin lehine çevirmişti Eftalya. [s. 83]
- İzmir, tütünü, zeytinyağı, inciri ve becerikli ev hanımlarıyla meşhurdu. [s. 85]
- Yahudilerin, Ermenilerin, Türklerin, Fransızların, Hollandalıların, Cenevizlilerin, Avrupalı Frenk Levantenlerin, Katolik Ermenilerin yaşadığı İzmir, onu da kabul etmişti. [s. 86]
- Bir keresinde Nene Eleni, ortak bir geçmiş, tıpkı bir büyü gibi, insanların birbirine bağlanmasını sağlar demişti. [s. 231]
- İzmirliler çok uyuyorlardı. Yastıklarını seviyorlardı. [s. 279]
Comments
Post a Comment