Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin Ali..

Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin Ali.. kitabına dair yazımın ilk yayınlandığı yerin; artık bir üyesi olduğum 'Kahve Kadın Kitap' adlı pek sevgili site olduğunu belirtmek isterim. Bundan böyle belli yazılarımın ilk yayın yerine sizleri de beklerim..  
Evet evet ‘yuh daha okumadın mı!’ ya da ‘sen de Brütüs, bi sen eksik kalmıştın!’ şeklindeki sözlerinizi duyuyorum ve her iki tip nidalara da hak veriyorum. Öncelikle, evet yuh bana ki şu güne kadar okumamıştım. Çünkü bir kere çok utanarak söylemeliyim ki Türkçe klasik edebiyat eserleri konusunda çok zayıfımdır. Hiçbir zaten beni delicesine bırakın, bir gram kitap okumaya yönelten ilkokul-orta okul-lise öğretmenim olmadı. Çevrede öyle bir ortam ne yazık ki hiç olmadı. Dolayısıyla ‘vaktinde’ bu eserle hiç tanışabilme şansım ne yazık ki hiç oluşmadı. Ne zaman ki birkaç sene evvel dehşet popülerliğe kavuştu, o zaman da daha önce ifade etmişliğim bulunduğu üzere, bende ters etki yarattı. Neden bilmiyorum, öyle dehşet popüler eserleri bazen okuyasım varsa da okumaktan geri duruyorum. Ne yazık ki Kürk Mantolu Madonna için de öyle oldu ve o dönemki furyaya da kalıp okuma şansımı yine kaçırmış oldum.
Kindle sayesinde de ‘hadi bari e-kitabı olsun’ diyerekten raflarıma katınca da artık en azından bir adım (ya da bir tık :) ) yaklaşmış bulundum. Ve geçtiğimiz 14 Şubat günü, tam da elimdeki kitap bitmişken ve Goodreads hedefime ulaşma adına bari daha kısa bir kitap okuyayım ama ne okuyayım diye düşünürken, ahan dedim en iyi kendime bir aşk hikâyesi ile tanışma şansı hediye edeyim bu Sevgililer Günü’nde!
İyi ki de öyle yapmışım, çünkü müthiş bir aşka ben de sonunda! şahitlik etme güzelliğini yakalamış oldum. Tabii ki o kadar kaptırdım, o kadar beğendim ki bir günde bitirdim.
Zaten artık herkes okumuş olduğuna göre, bir ben kalmış olarak, kendi çapımda kitaba dair notlarımı, en azından kendi kişisel blog tarihçeme not düşeyim ;) Bir kere dili çok güzeldi. Öyle ki, çağdaş bir metin olmadığı gibi ya bilemediğim kelime çoksa, ya çok ağdalı bir dilse diye düşünmedim değil. Ancak kesinlikle öyle çıkmadı. Var olan o tip kelimeler de hep yıldızlı dipnot şeklinde, yayınevi tarafından verildiği için o sorun tamamen çözülmüş.
Bir diğer notum ise Raif karakterini kendime çok yakın hissetmem oldu. Öyle ki, kendi dışımda birinin, bir öykü kahramanı olsa da, benim gibi duygularını, düşüncelerini başkalarına anlatmayı kendine zul addetmesi beni çok şaşırttı. Söz konusu hâlini kelimelere döktüğü satırlar inanılmaz doğruydu, şahsım adına. O noktada da Raif’e üzüldüğüm kadar kendime de üzüldüğümü de itiraf etmem gerek korkarım :)
Raif’de kendimden bulduğum bir diğer detay ise Berlin’i geziş şekli oldu. Zira benim gittiğim tüm diğer şehirlerde (hoş, kendi şehrimde de :) ) hep yapmak istediğim tarzda (tüm sergilere, etkinliklere, tarihi mekânlara, gösterilere, filmlere vd. gitmek) yaşaması dehşet güzel ve kıskandırıcıydı. Şahsen ben onu sadece Vercelli’deyken, Erasmus dönemimde yaptım. Sonrası da malum! Çok şükür en azından bir yerde yapabilmişim bari. Hiç de olabilirdi :(
40’larda yazılmış bir öykü olarak, kurgunun ilerleyişi de beni çok mutlu etti çünkü hiç tahmin etmediğim, oldukça keyifli bir seyirde ilerledi. Klasik Türk filmi ve öykülerinden farklı olarak aşkın gelişim süreci, tahmin etmediğim güzellikte işlediği için çok mu çok sevindim.
Ancak öykünün gelişimi diyince, çok mu çok isterdim ki devamı olsun :( O sonda çıkan karakterin açısından, onun sonrasında yaşadıkları, yaşayabilecekleri açısından, belki de Maria-Raif aşkını kendi açısından keşfedişi olarak (hadi yine hiç okumayan kalmamış olsa da sürprizi bozmayım ;) , ya da Maria’nın bakış açısından olayların nasıl geliştiğini anlatan bir diğer kitap daha olsaydı diye çok mu çoook hayıflandım. Hatta keşke çağcıl yazarlarımızdan biri, tabii ki S. Ali gibi asla olamaz ama 'ondan esinlenerek' gibi bir ifadeyle devamını yazsın diye içimden geçiriyorum. Hiç olmadı, 'Hours' filmi nasıl Virginia yengeden dehşet bir ilhamla ortaya çıktı, onun gibi bir devam (sequel) filmi olsa deli güzel olur. İnşallah diyeyim, ne diyim :)
Bu bağlamda Radikal Kitap’ta okuduğum üzere, Nâzım Hikmet’tin de kitaba dair eleştirisinde benzer bir ikinci kitap yorumuna yer vermesi çok keyifli bir tesadüf oldu, benim için. İlgili yazıdan alıntılayacak olursam [az SPOILER içerir!]:
“Nâzım, Mayıs 1943’te Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektupta ‘Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz.’” SPOILER BİTTİ
Eleştiri yazıları deyince ne yazık ki üzülerek belirtmem gereken bir hissiyatım var ki, o da; kitabın geçtiğimiz yıl başında İngilizce’ye çevrilmesiyle birlikte yabancı okurlar nezdinde de kazandığı bilinirlikle birlikte dünyaca ünlü gazete ve dergilerin kitap eleştirisi köşelerindeki yazılarda Türkiye’ye dair yapılan tanımlamaları okumanın verdiği üzüntü :( Sanki hepsi birleşip tek ağızdan aynı şeyleri yazmış gibi de geldi, orası ayrı. Hak etmiyoruz bu tip yorumları. Çok üzücü :(
Neyse efendim her şey bir yana, kelimenin gerçekten tam anlamıyla kitap ‘şahane’. Siz ve biz boş verin, boş verelim tüm o yorumları da Raif ve Maria’ın o sade, duru, sakin aşkını okuyaduralım, okuyadurun.
Meraklısına 1: Çok üzgünüm ancak sanırım ilk baskısı hariç (onda da sadece çok sade ve güzel bir yazı karakteriyle isminin yazdığı) hiçbir basımının kapak tasarımını, naçizane, böylesi güzel bir klasiğe yakıştıramadım :( Keşke en azından biri, şu yabancı basım kapaklarından biri kadar güzel olabilseydi. Ne diyim umarım yeni baskılarda olur inşallah :(
Meraklısına 2: Kitapta adı geçen tablonun tam adı, ‘Andrea del Sarto, Madonna of the Harpies’. Ve ona dair ilgili resim ve bilgi de şu şekilde:
Madonna  delle Arpie, 1517 yılında  Andrea del Sarto  tarafından çizilen ve Sarto’nun Yüksek Rönesans sanatına yaptığı en büyük katkı olarak gösterilen resimde; bir kaide üzerindeki Bakire Meryem ve çocuğunun yanında melekler ve azizler (Aziz Bonaventura ve Evangelist John) tasvir edilmektedir.













Meraklısına 3: Tabii ki yazımı, beni duygulandırdığı için, beni etkilediği için ve de kendime okumak-dinlemek üzere bulmak amacıyla not aldığım yerleri alıntılayarak sonlandırıyorum:

  • Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana da yapacak başka bir şey kalmıyordu. [e-kitap: 9]
  • Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkân var mıydı? Böyle bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi? Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür? [e-kitap: 21]
  • Yaptıkları münasebetsizlikler hep buradan geliyordu. İçlerinin esneyen boşluğu karşısında ancak başka başka insanları istihfaf ve tahkir etmek, onlara gülmek suretiyle kendilerini tatmin edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı. [e-kitap: 27]
  • İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. [e-kitap: 31]
  • Bu sıralarda, insanların birbirlerini aramaları, bulmaları ve birbirlerinin içini seyretmeleri için konuşmanın neden muhakkak surette lazım olmadığını, neden bazı şairlerin boyuna, tabiatın güzelliği karşısında yanlarında konuşmadan gidecek birini aradıklarını anladım. [e-kitap: 33]
  • Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz? [e-kitap: 38]
  • Fakat mademki bir kere yazmaya karar verdim, her şeyi sükûnetle ve baştan anlatmalıyım... Bu takdirde birkaç sene, hatta on on iki sene geriye gitmek lazım... Belki de on beş... Fakat sıkılmadan yazacağım... Belki manasız tafsilat arasında asıl korkunç tarafları boğmak, onların tesirinden kurtulmak mümkün olur. Belki yazacaklarım yaşadığım kadar acı olmaz ve ben biraz ferahlarım. Birçok şeylerin zannettiğimden daha ehemmiyetsiz, basit olduğunu görüp kendi heyecanımdan utanırım... [e-kitap: 48] 
  • Bütün okuduğum kitaplar, Misel Zevako'lar, Jül Vern'ler, Aleksandr Duma'lar, Ahmet Mithat Efendi'ler, Vechi Bey'ler kafamda silinmez şekilde yer tutmuşlardı. Babam bu kadar okumama kızar, bazan romanları alıp atar, bazan geceleri odama ışık verdirmezdi. Fakat benim her şeye bir çare bulduğumu, küçük kaytan fitilli idare lambasının ışığı altında kendimden geçerek "Paris Esrarı"nı veya "Sefiller"i okuduğumu görünce tazyikinden vazgeçmişti. Elime geçen her şeyi okuyor ve her okuduğum şeyin, ister Mösyö Lökok'un maceraları, ister Murat Bey'in tarihi olsun, tesiri altında kalıyordum. [e-kitap: 51]
  • Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi? [e-kitap: 52]
  • Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim. [e-kitap: 53]
  • "Üzerimde en çok tesir yapanlar Rus muharrirleriydi. Turgenyef'in koskocaman hikâyelerini bir defada sonuna kadar okuduğum oluyordu. Hele bunlardan bir tanesi günlerce sarsmıştı. Klara Miliç ismindeki bu hikâyenin kahramanı olan kız, oldukça saf bir talebeye âşık oluyor, fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı sevmenin hicabıyla, müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu. Bu kızı nedense kendime pek yakın bulmuştum, içinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum." [e-kitap: 55-56]
  • Kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım. O resim aradığım bu insanı bulmanın mümkün olduğuna, hatta ona pek yakın bulunduğuma, bir müddet olsun beni inandırmış, içimde, bir daha uyutulması kabil olmayan bir ümit uyandırmıştı. [e-kitap: 65]
  • Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... [e-kitap: 78]
  • Aradığınız insan daima bu geceki gibi, istediğiniz yerde yolunuza çıkmaz ki... [e-kitap: 90]
  • Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?.. Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım, insanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım. [e-kitap: 92]
  • Çünkü bütün ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için: "Adam sen de, söyleyip de ne olacak sanki?" demiştim. Eskiden her insan hakkında, hiçbir esasa dayanmadan, sırf mukavemet edilmez bir hissin, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: "Bu beni anlamaz!" demişsem, bu sefer bu kadın için, gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: "İşte bu beni anlar!" diyordum... [e-kitap: 93]
  • Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hâlâ kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. [e-kitap: 100-101]
  • İkimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı... [e-kitap: 107]
  • "Benim beklediğim aşk başka!" dedi. "O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkânsız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!" O zaman onu yakalamış gibi kendimden emin bir edayla: "Bu söylediğiniz bir an meselesidir" dedim. "İçinizde mevcut olan sevgi, alaka, sarih olarak bilinmeyen bazı vesilelerle, zamanı tayin edilemeyecek olan bir anda, birdenbire birikir, tekasüf eder*; nasıl tatlı tatlı ısıtan güneş ışığı bir adeseden geçtikten sonra bir noktada toplanıyor ve yakmaya başlıyorsa, kuvvetini fevkalade artıran bu sevgi de sizi sarar ve tutuşturur. Onu dışarıdan birdenbire gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O, içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir." [e-kitap: 116-117]
  • Ara sıra kendi kendimizden kurtulup cereyana kapılmak hoş bir şey... [e-kitap: 120]
  • Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. [e-kitap: 133]
  • Bu göl, VVansee'ydi. Bir gün Maria Puder'le Potsdam'a, ikinci Frederik'in "Gamsız" sarayının parkını gezmeye giderken, o, trenin penceresinden burasını göstermiş, şimdi bulunduğum ağaçların altında yüz seneden fazla bir zaman evvel bedbaht Alman şairi Kleist ile sevgilisinin birlikte intihar ettiklerini söylemişti. [e-kitap: 134]
  • Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu? Şu ağaçlar, onların dallarını ve eteklerini örten karlar, şu ahşap bina, şu gramofon, şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler. Her hareketlerinin bir manası vardı, ilk bakışta göze görünmeyen bir manası. Ben ise, dingilden fırlayarak, boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu. [e-kitap: 135]
  • Jacob VVassermann'ın "Hiç Öpülmemiş Ağız" diye uzun bir hikâyesini okuyordum. Burada, hayatında hiç kimse tarafından sevilmemiş ve kendisine bile itiraf etmediği halde, bir aşk, bir insan sevgisi bekleyerek ihtiyarlamış bir muallimden bahsediliyordu. [e-kitap: 144]
  • Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. [e-kitap: 151]
  • Tam kapıdan çıkacağım sırada, karşı evin bir odasında kira ile oturan bekârın radyosu, Weber'in Oberon operası uvertürünü çalmaya başladı. Az daha elimdeki paketleri yere düşürecektim. Maria ile beraber gittiğimiz birkaç operadan biri de buydu ve onun Weber’e hususi bir muhabbeti olduğunu biliyordum; yolda, hep onun uvertürünü ıslıkla çalardı. Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum.  Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır. [e-kitap: 164]
  • Halbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir?  [e-kitap: 175]
  • Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı... [e-kitap: 176]

Comments