“Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam!”...
Her bir karesi, incelikle hazırlanmış birer fotoğraf karesi gibi görüntüler.. aşkın her harfinde hissedilebildiği sözcükler.. 2000’lerin postmodern dünyasında pek sık görülmeyen saf aşk.. Her birinin inanılmaz bir harmoni ile biraraya getirildiği bir film, ‘Bright Star’ -‘Parlak Yıldız’- (www.brightstar-movie.com)... Şahsım için konuşacak olursam, 2000 Oscar Ödülleri’nin ‘En İyi Yabancı Film’ ödüllü ‘Crouching Tiger, Hidden Dragon’ -‘Kaplan ve Ejderha’- filminden beri görmediğim güzellikte sahnelerle bezenmiş bir film Bright Star.
‘Bright Star’, 1818 yılında Londra’nın dışında geçen bir hikayeyi bizlere aktarıyor. Hikayemizin erkek kahramanı ünlü İngiliz şair John Keats (1795-1821) ve kadın kahramanı onun gizemli genç aşkı Frances ‘Fanny’ Brawne (1800-1865). Romantik, dram ve biyografi türlerinin mükemmel bir birleşimi olarak ortaya çıkan ‘Bright Star’; veremden ölerek, 25 yıllık hayatından bizlere 3 şiir kitabı [Poems (1925); Endymion (1818); Lamia, Isabella, The Eve of St. Agnes, and Other Poems (1820)] bırakabilen Keats’in yaşamının son yıllarını ve bundan da öte, son yıllarında kaldığı evin yan komşusu olan Fanny Brawne’la yaşadığı aşkı bizlere anlatıyor.
Altın Palmiye sahibi tek kadın yönetmen Jane Campion’ın yeni filmi olan ‘Bright Star’; yönetmenin ‘En İyi Özgün Senaryo’ Oscar ödüllü filmi ‘The Piano’ -‘Piyano’- (1993) gibi unutulmaz bir eser olmaya aday gösterilebilecek bir yapım olarak öne çıkıyor. Öyle ki ‘Bright Star’ın, ‘The Piano’nun kazandığı Cannes Film Festivali ‘Altın Palmiye’ -’Golden Palm’- ödülünün 2009 yılı adayı olması bunu doğrulamakta ve kayda değer bir başarıya işaret etmektedir. Kadın yönetmenlerin belki de en çok bilinen ve beğenileni olan 1954-Yeni Zelanda doğumlu Campion bu noktada; önce ‘The Piano’, ardından 1996 tarihli Henry James uyarlaması ‘The Portrait of a Lady’ -‘Bir Kadının Portresi’- ile dönem filmlerindeki başarısını ‘Bright Star’ ile adeta doruk noktasına taşıyor.
Filmde yaşamının sadece son üç yılı ile bile bizlere aşkı anlatabilen yazar John Keats’e; ‘Perfume: The Story of a Murderer’ -‘Koku’- filmindeki Jean-Baptiste Grenouille karakteri ile tanınan ve Keats gibi bir İngiliz olan tiyatro ve sinema oyuncusu Ben Whishaw hayat veriyor. Yirmi bir yaşındayken, çırak olarak başlayıp tam da önemli bir aşamaya geldiği tıp alanını bırakıp, kendini tümüyle şiire veren Keats; kısa süre sonra yazar Leigh Hunt’la ve ressam Benjamin Robert Haydon ile dostluk geliştirerek, Londra’daki yazın çevresinin içine girmeyi başarmış bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. İngiliz şairlerle ilgili bütün ulusal ve yabancı antolojilerde her zaman yer alan Keats’in sahip olduğu derin, duygulu ve hırçın karakteri; kendisinin tüm eserlerinde olduğu gibi, Ben Whishaw’ın etkileyici performansı sayesinde filmde de görmek mümkün. Şiirlerini, filmin her sahnesinde duymak ve de canlı bir şekilde hissedebilmek ise seyircilerine ekstra bir keyif veriyor. Öyle ki, Fanny Brawne (Abbie Cornish) adına yazdığı ve filme de adını veren şiir ‘Bright Star’* gibi birçok eserini; İngiltere’nin güneydoğusundaki Hyde’ın büyüleyici doğa güzelliklerinin fonu oluşturduğu sahneler eşliğinde duyabilmek, tam bir sinema ve edebiyat ziyafeti sunuyor. Bu görsel ziyafete, Bayan Brawne’ın yüksek moda anlayışının izlerini yansıttığı ve yaşadığı aşkla çok daha etkileyici birer tasarıma dönüşen giyim tarzını ortaya koyduğu kıyafetler de, her sekansa aşkla eşlik ediyor. Öyle ki yapım, 2010 Oscar ve de BAFTA -British Academy of Film and Television Arts- ödüllerinin her ikisine de ‘En İyi Kostüm’ dalındaki adaylığıyla da göz kamaştırıyor.
Popüler sinema sitesi Imdb.com üyelerinin 7.4 olarak derecelendirdiği şiirsel ve romantik yapım ‘Bright Star’; her bir karesi kartpostal güzelliğindeki sahneleriyle, sinema salonlarının büyülü beyazperdesinde büyüleyici bir sinema şöleni yaşatıyor. Öyle ki, lavanta tarlasında bacaklarınızı uzatıp siz de Keats’in şiirlerini okumak, aşkla bir mektubu beklemenin dayanılmaz sabırsızlığına ve bu sabrın karşılık bulduğu andaki o büyük mutluluğa kavuşabilmek, hafif esen rüzgarın esintisiyle havalanan perdenin dokunuşunda aşkı hissetmek, kendinizi dallarını çiçeklerin bezediği bir ağacın üzerinde umarsızca güneşin aşk dolu sıcaklığına bırakabilmek, dokunmanın büyüsüne sadece bir adım kala içinizi titretecek, içinizde kelebekler uçuracak bir hisle aşka kendinizi kaptırmak, canınızı acıtırcasına aşktan ağlayabilmenin ne olduğunu bildiğinize bir kez daha şahit olabilmek ve daha fazlasını tadabilmek isteyeceğiniz bir ‘Bright Star’ deneyimi sadece bir sinema uzaklığında, sizi de bunun bir parçası olmaya bekliyor...
* Bright Star / John Keats
Night star, would I were steadfast as thou art — Not in lone splendour hung aloft the night And watching, with eternal lids apart, Like Nature’s patient, sleepless Eremite, The moving waters at their priestlike task Of pure ablution round earth’s human shores, Or gazing on the new soft-fallen mask Of snow upon the mountains and the moors — No — yet still stedfast, still unchangeable, Pillow’d upon my fair love’s ripening breast, To feel for ever its soft fall and swell, Awake for ever in a sweet unrest, Still, still to hear her tender-taken breath, And so live ever — or else swoon to death. ----
Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam! — Ama ben Kutup Yıldızı gibi yerimden kımıldamam — Direnip yerinden ayrılmakta — Göklerde eşi olmayan bir yıldız gibi — Yapayalnız, görkemiyle gecenin doruğundan — Doğanın sabırlı dervişi gibi — Kapanmayan gözlerle bakakalmamak — Yeryüzünün kıyılarında sular dökünüp — Dua eden keşişler gibi koşuşan dalgalara — Ya da dağlara, fundalıklara ilk yağan karın Yumuşak örtüsüne dalıp gitmemek — Hayır, ama yine de aynı, yine de değişmeden — Yaşlanıp sevdiğimin kabaran göğsüne, — Hep onun yumuşak alçalıp yükselişini duymak, — O tatlı sallantıyla her an uyanık, — Dinlemek, durmaksızın o ılık soluyuşu — Ve hep böyle yaşamak — Ve hep böyle yaşamak, ya da hiç uyanmamak — Gençliğin solup eriyerek öldüğü.
Comments
Post a Comment