Kurak Günler..
Yine çok uzun bir aradan sonra bir Türk filmini hem de yepyeni, ödüllü bir Türk filmini sinema salonunda izlemek muhteşemdi. Ve hemen yazımın başından belirtmek isterim ki mutlaka ama mutlaka izlemeniz gereken bir Türk filmi. Öyle bir vurucu, öyle çarpıcı ve etkileyici bir yapım var ki karşımızda, gerçekten yumruk yemiş gibi oluyorsunuz ve salonu da o şekilde terk etmekle kalmıyor günlerce o yumruğu karnınızda taşıyorsunuz, şimdiden söyleyeyim :-) Olaylar aklınıza geldikçe de önce bir ‘oh şükür o bir filmdi!, geçti gitti!’ diyorsunuz, sonra bir durup ‘aman Yarabbim lütfen gerçekte de geçmiş bitmiş olsun’ diye dualar ederken buluyorsunuz kendinizi.
Ayrıcaaaa filmin geneli itibari ile bu yumruğu yediğinizi fark ediyorsunuz ancak azıcık da olsa sembollerini deşifre ettiğinizde zihninizde, geriye bir de anlamlandıramadığımız ama orada olduğuna emin olduğunuz o devasa sembolik dünyanın aksettirdiklerini düşündüğünüzde inanılmaz büyük bir şekilde dumur oluyorsunuz tabiri caizse. (Tam çeviremediğim ifadesiyle ‘overwhelmed’ oluyorsunuz) Yani üzerinize oturuyor, üstünüze çöküyor, boğazınızı sıkıp nefessiz bırakıyor. Ve işte bu sıkışıklık hissi öyle yoğun ve etkili oluyor ki salondan çıktığınızda sizi baskılamaya devam ediyor.
Demem o ki tam da türü olan dram-gerilimi sonuna kadar size yaşatan bir yapım Kurak Günler. Tabii film tüm bunları, size korkunç öğeler göstererek yapmıyor; aksine gerçekliği, yeri geliyor saklayarak yeri geliyor acıta acıta üstü kapalı şekilde hissettirerek yapıyor. Doğal olarak bu da korkunç bir şeyi çıplak gözle görmekten çok daha büyük bir korku yaratıyor izleyicinin üzerinde. Bu noktada tabii ki filmin sembolik dünyası devreye giriyor.
Şimdi her şeye vakıf bir sinema eleştirmeni gözüyle bir analiz yapmam söz konusu değil ancak vakti zamanında rüyalar özelinde dinlediğim bir videoda, yaban domuzunun yabancılaşma kavramıyla sembolize edildiğini duymuştum. Diğer bir deyişle, içinde bulunduğumuz ortamlarda bizden farklı olan kişileri düşman gibi görecek kadar kendimize yabancılaştırmamız hâlini simgeliyor diye açıklanmıştı. Kaldı ki filmde yaban domuzu üzerinden işleyen durum da bence bunu çok güzel ifade ediyor. Şimdi sürprizi bozmayayım diye yine kendimi zorluyorum ancak şu şekilde öz olarak ifade edebilecek olursam; bir noktadan başlayan ve sonunda döngüsünü benzer sembolik dil aracılığıyla tamamlayarak çemberini kapatan bir film olarak Kurak Günler’in, işlediği konu itibari ile yaban domuzu simgesini kullanması da bu noktada çok çarpıcı.
Ayrıca kendi görüşümce, bizlerin Türk toplumu olarak gölgemizle yüz yüze gelmemiz durumunu, sadece iki saatlik bir sinema filmi üzerinden yönetmenimiz müthiş aktarıyor. Bu noktada aldığı tüm övgüleri ve ödülleri sonuna kadar hak ediyor. Zira bizi o gölgeyle çıplak bir şekilde yüz yüze getirip üstüne bir de, (doğru ifade mi emin değilim ancak) katarsis yaşamamıza da izin vermeyerek bombayı içimizde patlatmamıza sebep oluyor. İşte o yüzden filmden çıksak da, jenerik bitse de hâlen aklımızda kalmaya, bizi sorgulatmaya, rahatsız etmeye devam ediyor kanımca.
Sanırım artık daha fazla bir şey söylememe gerek yok, acil olaraktan seyretmeniz, hem de bu dönem sinemaya gidip o bileti o parayı ödeyerek izlemeniz şiddetle tavsiye olunur bu âlemde.
Comments
Post a Comment