Kaplumbağa Terbiyecisi / Emre Caner..

Ve bir tesadüf eseri sergi ile başlayan Osman Hamdi hayranlığım tabii ki kitaplarla da devam etti. Bunun en keyiflisi de Emre Caner’in kaleme aldığı “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli romanı oldu. Canımcımın Pera Müzesi’nde bulduğu bu kitap ile öncelikle çok mu çok güzel bir okuma serüveni yaşadım. Çünkü roman formatında yazılmış bir biyografi okumak, kendi adıma çok farklı ve bir o kadarda etkileyici bir bilgilendirme oldu. Didaktik bir şekilde bilgilerin sıralanması şeklinde ressamın hayat hikayesini okumak yerine, her detayı bir öykü kurgusunda takip etmek, Osman Hamdi Bey’in yaşamına dair tüm önemli dönüm noktalarının kronolojiksel olarak zihnimde kolaylıkla yer almasını sağladı. 

Yine kendi adıma konuşacak olursam; oldukça naif ve sade bir dille kaleme alınmış olmasının hem okumayı ve tarihsel sıralamayı takip etmeyi kolaylaştırdığı, hem de onun birinci derece yakını olan birinden (hatta tüm bu yaşamı, onun yanında, onunla yaşayarak gözlemlemiş, tecrübe etmiş birinden) dinliyormuş hissiyatını verdiği kanısındayım. Demem o ki mesela eşi, çocuğu, ya da asistanı, yaveri vb konumdaki biri tüm bunları yaşamış ve beni de şimdi karşısına almış, Osman Hamdi Bey’in tüm yaşam öyküsünü yavaş yavaş, sindire sindire, duygusunu tümüyle aktararak anlatıyormuş hissiyatına girdim, kitabı okurken. Ezcümle, sanki ben de onlarla birlikte tüm o olayları yaşıyormusçasına okudum kitabı. 

Gerçekten de öyle oldu. O Paris’e giderken heyecanlanırken ben de heyecanlandım, babasına yazdığı telgraflarda onun hüzünlü kararsızlığını ben de burada hissettim, Bağdat’a giderkenki yalnızlığını tahayyül ettim, aynı şekilde İstanbul’a dönüşünün coşkusunu içimde yaşadım, Meşrutiyet kutlamalarında onunla birlikte o sokaklarda dans ettim, Servet-i Fünun muhabirinin röportajı için hazırlanırken de tablolarını gösterirken de ben de bir çocuk gibi heyecanlandım kitap elimdeyken.

Dolayısıyla her akşam resmen, bitirmemek için gıdım gıdım okudum. Bir yandan her şeyini bir an önce öğrenip kafamda oturtmak için sabırsızlansam da, diğer yandan sindire sindire onu okumak inanılmaz keyifli oldu benim için. Özetle ben bu kitabı çok mu çok sevdim, iki hatta üç kez üzerinden geçtim. Öyle ki, ne zamandır bir kitabı birden daha fazla kez okumamıştım. Bana kalsa belki de Osman Hamdi bey ile ilgili yazılmış kitapları okuma listemde sonlara doğru elime alırdım, zira önce akademik makaleleri ve eserleri bitirme niyetinde olurdum. Ancak şükür ki ablam sayesinde bu kitap listenin önüne geçti. İyi ki de öyle oldu çünkü benim için olayı ana hatlarıyla çizmemi kolaylaştırdı ve ben diğer sanatsal ve tarihsel açıdan onun yaşamını irdeleyen metinleri rahatlıkla ve anlaşılır bir şekilde içerisine yerleştirebilme şansı yakaladım.

Sonuç itibari ile bu kitaptan size çok alıntı yaparım daha. Karşı karşıya gelirsek de bol bol anlatırım. Zira anlatmalara, onun hakkında konuşmalara doyamıyorum sizin anlayacağınız. Dolayısıyla da bu kitabı şiddetle tavsiye ederim. Ki sizi de bir Osman Hamdi hayranı yapabileyim :-) 

Canım Hamdi Bey! İyi ki bu dünyadan geçmişsin, iyi ki buralardan geçmişsin de seni tanımışız, bizim ressamımız olmuşsun. Ölümünün ardından 111 yıl geçtikten sonra seni bu kadar geç tanıyabilmiş olmak üzse de, geç de olsa karşılaşmak sonsuz mutlu etti. Gurur duyuyorum tüm yaptıklarınla ve bize kazandırdıklarınla.

  • Osman Hamdi kırk yaşına basmak üzereydi. O güne kadar birçok iş başarmıştı. Üstlendiği bütün görevleri layıkıyla yerine getirdiğini düşünüyordu. Kendisiyle hesaplaşmaya girdiğinde bu sorgulamadan yüzünün akıyla çıkacağına emindi. Ama hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu. Günlerini, hayatını değiştirecek mevkie ulaşmasına çok az bir zaman kaldığından habersiz, sadece resim yaparak geçiriyordu. [s. 139]
  • "Directeur du Musee Imperial de Constantinople [Konstantinopolis İmparatorluk Müzesi Müdürü], Osman Hamdi Bey. Bu bey lafı bir soyadı gibi takılmıştı Osman Hamdi'nin peşine. Aslında efendi, daha çok kullanılırdı seçkin kişiler için. Şehzadelere, yüksek rütbeli saray çalışanlarına ve ulemalara efendi şeklinde hitap edilirdi. Osman Hamdi gibi Avrupa kültürü almış bir avuç münevvere ise bey denmesi ādet olmuştu bir süredir. Osman Hamdi de benimsemişti bunu. Bir şikâyeti yoktu. [s. 148]
  • Osman Hamdi ressam olduğu için güzel sanatlar akademisine müdür olmuştu. Müze müdürü olduğu içinse arkeolog olmak zorunda kaldı. Bu sayede Osmanlı İmparatorluğu tarihinde daha önce hiç yapılmamış yeni bir fetih hareketi başlattı. Coğrafi olarak kuzeye, güneye, doğuya veya batıya doğru değil, tarihsel olarak toprağın derinliklerine uzanan bir fetih olgusuydu bu... [s. 163]
  • Aslında ilk günden beri Abdülhamid ile Osman Hamdi'nin yıldızı pek barışmamıştı. Ama aralarında bir çıkar ilişkisi vardı. Müze ve akademi müdürünün sarayın finansal desteği olmadan ayakta kalması mümkün değildi. Bunca yıldır müzeye bir kez bile adımını atmayan padişah ise ülkesinin modern bir devlet olduğunu Avrupa'ya göstermek için Osman Hamdi'nin yarattığı muhteşem vitrine ihtiyaç duyuyordu. [s. 221]
  • Sanat çevreleri çoğunlukla bir oryantalist olarak görüyordu onu. Doğulu bir oryantalist! Aslında oldukça tuhaf bir durumdu bu. Bir tezattı. Çizgilerinin oryantalistlere benzediğini inkâr etmiyordu. Sanatında ustası Gerome'ün etkisi büyüktü ne de olsa. Ama onun resimleri, oryantalistlerde neredeyse hiç görülmeyen simgesel anlatımlarla doluydu. Bir meselesi vardı çünkü. Hem hiçbir oryantalistin yapmadığını yapıyordu. Yeri geldiğinde bir ressam olarak da halkına modernliğin yolunu göstermek için çalışıyordu. Kişiliğinin oluşmasında Batı medeniyetinin etkisi büyüktü. Ama kendisini bir Osmanlı olarak görmekten de asla vazgeçmemişti. Aslında, iki farklı kökten beslenmiş bir dünya vatandaşıydı... [ss. 237-238]
  • [62 yaşındayken] 1904 yılının 1 Eylülü'nde müzeye ikinci bir ek bina yapımı için çalışmaları başlattı. Bahçede toplanan kalabalığa kısa bir konuşma yaptıktan sonra işçilerden birinin elindeki kazmayı alıp toprağa ilk darbeyi kendisi vurdu. Müdür beyi toprağı eşelerken gören yardımcıları gözyaşlarına hakim olamamışlardı. Kısa bir süre sonra diğer işçiler de ona yardıma geldi. O sahneye tanıklık edenler, üstleri başları toz olmuş ve ellerindeki kazmaları durup dinlenmeden toprağa saplayan adamlardan hangisinin Paris'te öğrenim gören ve hayatını ülkesinin kültür alanındaki gelişimine adayan bir aydın olduğunu anlamakta zorlanmışlardı. [s. 241]
  • Osman Hamdi yaşayan bir efsane olmuştu artık. Nakliye sırasında kendini Sayda lahitlerine zincirlediği ve Alman imparatoru müzeyi ziyarete geldiğinde beğendiği parçaları padişahtan istemesin diye en kıymetli eserlerin üzerine örtü serdiği konuşuluyordu. Abdülhamid devrildi ama Osman Hamdi Bey ayakta kaldı, diyenler bile vardı. Kendisi hakkında söylenenleri tebessümle karşılıyordu. Tırnaklarıyla kazıyarak var ettiği eşsiz yaşantısının destansı bir hal almasından da gizli bir sevinç duymuyor değildi. [s. 267]

Comments