Veba Geceleri / Orhan Pamuk..

Kitaba dair fikrim ne olursa olsun kişisel tarihimde, isminin belli ettiği üzere, hepimizin topluca yaşadığımız zaman itibari ile şimdiden önemli bir yere sahip olduğu bir gerçek. Şöyle ki; gerçekten de karantinada olduğum günlerin gecelerinde çayıma eşlik eden bir kitap olarak Veba Geceleri’nin, 1900’lü yılların en başındaki kurgusal karantina günlerini anlatan bir eser olması bayağı bir manidar oldu.

Ve bu kitabı, sevgili Ege Soley’in (@egemuga ‘nın) Nisan ve Mayıs kitabımız olarak belirleyerek daha ilk çıktığı ayda okumamıza vesile olması benim için çok kıymetli. Çünkü bugüne kadar sadece iki Orhan Pamuk kitabı okudum ve ikisine de elim, çıkış tarihlerinden oldukça uzak zamanlarda deydi. O yüzden de onlarla ilgili gündemden bayağı uzaktaydım, kendi okumamı yaparken. Ancak #MugaBookClub adlı kitap kulübümüz vesilesiyle Ege’nin bu kitap için zamanlamasını böylesi güzel tutturması beni çok mutlu etti. Ki böylece hem çıkar çıkmaz, hem de tam da anlatılan karantina günlerini yaşıyorken okumuş olduğumuz için oldukça enteresan bir paralellik yaşatmış oldu. Ve çokta iyi oldu. Çünkü yaşadığım dönem ile yüzyıl öncesindeki benzer bir dönemin anlatılışını birebir yaşarken kıyaslama şansına sahip de olmuş oldum, okumam esnasında. Tabii ki bir de Orhan Pamuk gibi bir yazarın zihin filtresinden, öyle günlerin daha biz gerçekte yaşamaya başlamadan önce, nasıl kaleme alınmış olduğunu görmek çok keyifliydi.

Kendi adıma kitaba dair belirtmek istediğim bir diğer önemli nokta şu oldu: tabii ki sayfa sayısını ve punto küçüklüğünü görünce bir gözüm korktu, itiraf etmem gerekir. Ki o yüzden de; (daha Kulüp için okuma süresi, bu kitaba özgü olarak, iki aylık belirlenmeden önce) kafamdan, ‘bu kitabı bir ayda bitirebilmem için sanırım atlaya atlaya okumam gerekecek gibi’ düşüncesi geçmedi değil. Ancak ne zaman ki kitabı okumaya başladım, çok net bir şekilde asla öyle okumak istemediğimi anladım. Çünkü daha ilk cümlesinden itibaren, öyle detaylı olduğunu ve bu detayların öyle ince ince dokunmuş olarak bize aktarılmış olduğunu gördüm ki; hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan, sindire sindire okuma arzusuyla doldum. (Düşünün yazar; arabaya giren bir arının hareketlerinden bir yerde dem vururken, diğer bir yerde çeyizdeki gümüş şekerliklerin paslandığını aktarıyor!, o da yetmiyor bir diğer bölümde bir olaya dair sonradan bestelenen bir opera eserinin olduğunu dipnotluyor... her şey gerçekmiş, kurgunun kası söz konusu değilmişcesine...) Akabinde de hemen gerek kişilerin karakter yapılarının, gerek mekanların tasvirlerinin, gerekse de tüm olayların sanki gerçekten yazarın başından geçmişçesine bize aktarılış şekillerinin her bir unsurunu ‘kafamda çize çize ve renklendire renklendire okumalıyım ben bu kitabı’ haleti ruhiyesine geldim.

Yazar dediğim noktaları öyle ince ince, dantel dantel işlemiş ve bize aktarmış ki hayranlığım her bir sayfada katlanarak büyüdü, tüm kitap boyunca. Kafasında öyle güzel bir dünyayı öyle güzel incelikleri ile bize yansıtmış ki gerçekten Orhan Pamuk’un yazımına hayran kaldım.

Bu hayranlığımı bir de buraya blog arşivime de kayıt olsun diye, aşağıda* şahane tasvirlerinden birkaçını alıntılamayı kendime görev bildim.

Demek istediğim ayrıca şöyle bir şey de var ki; daha önce de tabii ki bu tarz kurgusal bir dünyayı, bir ülkeyi veya bambaşka bir âlemi okuduğumuz pek çok kitap, dizi ve film ile karşılaştık. Ancak benim için Veba Geceleri’nin onlardan farkı şu oldu: konunun ne olduğu, öykünün nasıl ilerlediği ve nasıl bir işleyiş şemasına sahip olduğundan öte, o yaratılan dünyanın verilen detaylarının ilmik ilmik işlenişindeki yaratıcılığı. İşte o yaratıcılık beni gerçekten etkiledi ve yazarın hayal gücünde öyle küçük detayların böylesi işlenişine şapka çıkarttırdı. Öyle ki, mesela 400. sayfalardan sonra konuya dair duyduğum heyecanı kaybettim. Bunu da itiraf edeyim. Ancak yine de kitabın sonuna kadar, ifade ettiğim şekilde her bir satırı özenle, belki de yazarın onları yazarken verdiği özenle okuma şevkimden hiçbir düşüş olmadı. Mesela, az biraz belki bir SPOILER olacak ama (hiç almak istemiyorsanız birkaç cümleyi atlayarak burayı okuyabilirsiniz); kitaba başlamadan önce, içerisinde bir aşk hikayesinin de olduğuna dair tanıtım cümleleri duymuştum ancak benim için öyle olmadı. Şöyle ki kendi adıma bu minvalde sadece, gayet normal bir seviyede ilerleyen birtakım aşk kıpırtıları diyebileceğim anlatılar yer aldı. Hatta Pakize Sultan’ın eşi ile ilişkisi, benim için birkaç adım daha önde bir aşk ilişkisi olarak yer aldı. Demem o ki; bir kitaba dair heyecan yaratan unsurlardan biri olarak kabul edilen aşkı bile kendi zihnimdeki gibi bulamamış olmak da (bir diğer unsur olarak) kitabın bütününe dair okuma heyecanımı yitirmeme sebep olmadı. Bu açıdan da benim için kitap, kendi özgünlüğünü yaratıcılığıyla ortaya koydu yine.

O yüzden de, dediğim gibi 400. sayfaya kadar çok çok daha yoğun bir şekilde olmak üzere, hani ‘bu karantina günlerinde bitmesin, daha uzun uzun sürsün, daha uzun uzun anlatmış olsun yazar da, ben de o dünyayı her detayıyla bileyim öğreneyim, bu günlerime eşlik etsin’ diye diye okuduğum bir kitap olarak kütüphanemde yerini aldı Veba Geceleri.

Bu bağlamda kitaba dair kendime not aldığım birkaç diğer bir unsuru da şu şekilde maddeleştirek aktarmak isterim:

- Örneğin, kurguda bence çok fazla karakter olması, onlara dair niteliklerin detaylı bir şekilde anlatılması ve dediğim gibi çok küçük puntolarla ve satır aralıklarıyla kaleme alınmış bir kitap olmasına rağmen; kitabın okunmasının kolay olmasının en önemli sebebi kanaatimce, kısa bölümler ve kısa cümlelerden oluşması idi. Bir de mutlaka belirtmem gereken nokta ise; her ne kadar yazarın kendisi (bu arada mutlaka izlemenizi tavsiye ederim Yapı Kredi hesabı ile D&R dünyası hesabının Instagram‘dan gerçekleştirdiği canlı yayın videosunu. Ki buraya da linkini ekliyorum.) ‘acaba çok mu tekrar ettim olayları kurgunun içerisinde, hatırlatıcı cümlelerle’ diye bir tereddütünü ifade etmişti. Tam aksine hatta. Şöyle ki o hatırlatıcı cümleler kurguyu, olayların gelişimini, kimin kim olduğunu, o kişiyi nereden hangi olayla hatırladığımızı ve/veya neden bir önem arz ettiğini anımsatması açısından kendi adıma çok değerli oldu. Çünkü o şekilde anımsatıcı çapalar atmasaydı yazar, bence çok fazla bir şekilde, sayfaları geriye dönüp dönüp, o yeri bularak ve okuyarak hatırlama çabasına girecektim. Ancak böyle meşakkatli bir çabadan, sırf bu küçük edimi ile beni kurtarmış oldu yazar. Böylece de okuma bütünlüğü ve okuma akışı bölünmeden, okurun okuma keyfini sürekli kılmış olduğu kanısındayım. Dolayısıyla Bay Pamuk’a bir teşekkür borcum olduğunu söylemeliyim.

- Kitabın belki de en eğlenceli detayı, hem önünde hem arkasında yer alan haritası idi. Öyle ki bunu görmek beni çok mutlu etti, zira kitabı okurken gerçekten bol bol kullandım. Olayların oluş sırasını, nerede neyin vukû bulduğunu bir de harita üzerinden ilerleyerek tecrübe etmek benim için pek keyifliydi. Ve en güzeli de, böyle bir detayı daha önce Ben, Kirke kitabını okurken ilk kez görmüştüm. Çokça da hayıflanmıştım, neden bizim yazarların kitaplarında böyle eğlenceli şeyler olmaz diye. O yüzden bu kitapta o ayrıntıyı görmek beni sevindirdi. Sadece küçük bir öneriyi belki şu şekilde ekleyebilirim o da; harita, kapağın içinden çıkar şekilde yer alsaydı okuma pratiği daha kolaylaşmış olurdu bence. Sanırım dediğim detayı, kitabın Türkçe değil de İngilizce orijinal versiyonunda görmüştüm. O yüzden aklımda kalmış.

- Bir de yine Ben, Kirke kitabının promosyon faaliyetleri kapsamında, kitabın kurgusunda önemli yeri olan detaylara ilişkin birkaç sembolün broş olarak da okuyucuyla buluşturulduğunu görmüştüm. Keşke Veba Geceleri için de, mesela gül motifli bir broş ve/veya kapağında yer alan resim gibi tabloların kartpostal versiyonuna sahip olabilseydik diye içimden çokça geçirdim. Yapı Kredi Yayınları’na da buradan selam olsun.

Harita deyince mutlaka anlatmam gereken şöyle bir olay daha oldu kendi adıma, ki yazılarımı takip eden biri iseniz zaten halihazırda hatırlayacaksınız filmleri de kitapları da öncesinde özetlerini okumadan izlerim ve okurum. En azından genel itibari ile böyle bir eğilimim var. O yüzden de Veba Geceleri’ne başlarken, kitabın hayali bir adada geçen bir öykü olduğunu bilmiyordum. Ve gülmeyin ama :) gerçekten de Google Maps’e girip bu adanın nerede olduğunu aradım. Tabii ki bulamadım! Ancak kafamda ‘herhalde oralarda bu ada ve haritada görünmüyor’ diye bir yer de tespit ettim. Ne zaman ki dediğim canlı yayını izledim, bunun hayali bir ada olduğunu öğrendim ve kendime gerçekten güldüm. Ve fakat tam da olabileceğini tahmin ettiğim noktada, yazarın o hayali adayı konumlandırdığını görmek beni çok mutlu etti, orası ayrı.

- Sizi gülümsetecek bir diğer edimim ise, aynı şekilde; Pakize Sultan ve onun Ortaköy'deki yalısı ifadesini okuyunca, üşenmeden onu da Google'ladım :) Hatta 'aa ben niye duymamışım, görmemişim ki o yalıyı' diye (pek hoşlaşırım tarihi yerlerden ve evlerden de :)- hayıflandım. E tabii ara ara bulamadım :) Şükür ki Vikipedia'daki Veba Geceleri yazısını üşenmeyip okudum da onun da hayali bir karakter ve dolayısıyla gerçekte olmayan bir yalı olduğunu erkenden öğrenmiş oldum :) Size zamandan kazandırayım diye de buraya ekleyim dedim :) 

- Bir de son olarak kitaba dair benim için bir diğer keyifli ayrıntı şu idi: en baş karakterlerden Pakize Sultan’ın, V. Murat’ın kızlarından biri olarak kurgulanması. Şöyle ki; yine dediğim gibi blog’umu veya Instagram hesabımı öncesinden takip ediyorsanız, iki sene önce seyrettiğim V. Murat balesine dair hayranlığımı hatırlıyor olacaksınız. O bale eseri sayesinde V. Murat’ın hayatına dair çok şaşırarak birkaç okuma yapmıştım. O yüzden yine kitabın sayfalarında V. Murat’ı görmek, onun gerçekten yaşadığı hayata dair unsurları okumak ve böylece de ona ilişkin bilgiyi pekiştirmek benim için çok güzeldi. Bu anlamda da keyifli bir tesadüfi yaşatmış oldu, Veba Geceleri bana.

Sonuç itibariyle, hiç gözünüzün büyüklüğünden korkmasın derim. Ve eğer okumaya karar verirseniz de şahane bir hayali adadaki benzer karantina tecrübesine, tam da çağcıl versiyonunu yaşadığımız bugünlerde, sırf bu eşzamanlılık aşkına bile bakmaya değer olduğunu söylemek isterim.

Meraklısına: Söylemeden geçemeyeceğim oldukça komik bir detayı da son bir not olarak eklemek istedim. Yine bilenlerin bileceği üzere bir Dexter hayranı olarak, nedense kitabın genelindeki bitkiler ve zehir ilişkisinin anlatıldığı her yerde, Dexter’ın o meşhur zehirci sevgilisini ve onun şahane çiçeklerle dolu serasını anmadan, kafamda canlandırmadan geçemedim:) (Bu vesileyle de müjdeler olsun ki Dexter yeni sezonuyla çok yakında bizlerle buluşacakmış. Onun haberini bir de ben buradan vermiş olayım.)

  • Homeros’un İlyada’da ‘pembe taştan yeşil elmas’ ifadesiyle sözünü ettiği şahane görüntü ufukta belirince yolcuları Minger manzaralarının tadını çıkarsınlar diye güverteye davet ederler ve Doğu’ya giden ressamlar bu romantik manzaraya kara fırtına bulutları ekleyerek coşkuyla resmederlerdi. [s.15 ]
  • Bonkowski Paşa ve Doktor İlias eczaneye yürüdüler. Hrisopolitissa Meydanı'na çıkan dar sokaklardaki dūkkânların sahipleri vitrinlerinde sergiledikleri renk renk kumaşları, dantelleri,
  • Selanik’ten ve İzmir’den gelmiş hazır elbiseleri, melon şapkaları, Avrupai şemsiyeleri ve ayakkabıları sabah güneşinden solmasınlar diye mavi, beyaz ve yeşil şeritli tentelerini indirdikleri için sokaklar olduklarından daha dar gözūküyordu. [s. 50]
  • Bonkowski Bey bir ay içinde İstanbul'da büyük miktarlarda gülsuyu üretimi yapacak bir fabrikanın planlarını ve bütçesini belirlemiş ve Padişah'a Beykozdaki gul seralarının dışında böyle bir fabrikaya tonlarca gül yetiştirebilecek būyük çiftliklerin ancak yirmi dokuzuncu Osmanlı vilayeti Minger Adası'nda kurulabileceğini ayrıntılı anlatmıştı. Bonkowski Bey bu bilgiler için adanın güllerinden el kremi üreten arkadaşı Mingerli Nikiforo'nun fikir ve önerilerinden yararlanmıştı elbette. Kısa süre içerisinde Padişah Bonkowski Bey'i ve Eczacı Nikiforo'yu huzura çağırmış, Minger vilayetinde raporda yazıldığı gibi, özel rayihalı, yağlı ve ağır ama derin ve şeker kokulu gülden çok büyük miktarlarda üretilip üretilemeyeceğini birkaç kere sorup karşısında tir tir titreyen biri Katolik diğeri Ortodoks iki eczacıdan olumlu cevap aldıktan sonra odadan çıkmıştı. [s. 51]
  • Kaptan hız kesince sessizlikte Aziziye'nin yolcuları güneş ışığının gücünün, palmiye ve incir ağaçlarının yeşilliğinin ve denizin mavisinin burada bir başka olduğunu anladılar. Pakize Sultan portakal çiçeklerinin kokusunu alırken bir veba salgınının ve kanlı siyasi çatışmaların eşiğindeki bir kente değil, güneş altında yüzyıllardır uyuklamakta olan küçük ve olaysız bir sahil kasabasına yaklaşıyorlarmış gibi hissetti kendini. [s. 74]
  • Hemen yanında güverteden turkuvaz mavisi denize bakan karısı dipteki kayalardan, el büyüklüğündeki hızlı ve dikenli balıklardan, zarif çiçekleri andıran yeşil ve lacivert yosunlardan büyülenmişti ve denize hatıralarına bakar gibi bakıyordu. Rüzgârsız denizin aynasında şehrin çoğu pembemsi beyaz, kimisi sarımsı turuncu renkli evleri; ağaçların çeșit çeşit yeşili, Kale'nin külahlı kuleleri ve kilise ve camilerin kurşuni kubbeleri pırıl pırıl yansıyordu. [s. 75]
  • (Bu "Sarhoş Gemi'deki yarı baygın, yarı öfkeli yaşlı hacıların düşlerini ve hayallerini konu edinen ve sürgünde ölen Mingerli şair Büyük Aşkan tarafından yazılmış uzun fantastik şiirden uyarlanan operanın Minger Devlet Operası'nda sahnelenmesinden ne yazık ki 1997 yılında vazgeçilmiştir.) [s. 104]
  • Mesela: Minger mermeri ticaretinin altın yıllarında zengin-leşen Aldoniler; zeytinyağı ticaretinin yeni ismi Hristolar ve adaya Selanik'ten en iyi işlenmiş örtüleri, juponları, kanaviçeleri getiren Dafni dükkânının sahibi Tomadis Efendi. (Dükkânını bir gecede kapatmış, ilaçlanmasından korktuğu mallarını şehir dışındaki evine kaçırmıştı.) [s. 134]
  • Arabacı Zekeriya'nın sürdüğü lando dik bir yokuşta ağır ağır ilerlerken birinin piyanoda Chopin çaldığını duydular; pencerelerinde açmakta olan Minger gülleri, küf ve çam kokulu sarmaşıklar, tavşankulakları bir anlığına belirip kayboluyordu. [s. 166]
  • Landonun penceresinden görünen puslu denizde ufuk çizgisi kaybolduğu için ada sanki bütün âlemden kopmuştu da neredeyse gökyüzünde tek başınaymış gibi geliyordu Valiye. Sessizlik ve güneş, yalnızlık ve tuhaf bir önemsizlik duygusu veriyordu. Doktor Nuri'nin sıcak diye meşin gölgeliğini indirdiği açık sağ pencereden içeri gürültücü ve asabi bir arı girdi, karşı pencereye çarpınca iyice öfkelenerek iki erkeği telaşlandırdı. En sonunda arı aynı pencereden çıkana kadar iki erkeğin aşırı kıpırdanmalarından huzursuz olan arabacı Zekeriya, atları yavaşlattı. [s.179]
  • Bahçeler içindeki ağaçlardan uzanan, üzerinde kertenkelelerin koşuşturduğu yeşil dallara, dikenli, sivri ve tuhaf yapraklara, arsız papağanların ve güzel ve seyrek öten mahcup kuşların seslerine dikkat kesildiler. [s.179]
  • Bir arka bahçede başörtülü bir kadın dünyanın en sıradan gününü yaşar gibi, bir ipe çamaşırlar asıyor, yalın ayaklı iki küçük oğlu dövüşüyorlardı. [s. 213]
  • kişisel duyguların ve kararların tarihi belirlediği küçük bir ülkenin hikayesini yazdığımız için bu mutluluğu vurguluyoruz. [s. 219]
  • Zeynep, Mingerli kızların geleneksel kırmızı gelinliğini giymişti. [s. 219]
  • Zeynep düğün hediyelerine ve çeyizine, el ile işlenmiş masa örtülerine, İtalya'da yapılmış porselen kahve takımına, gümüş şekerliklere (biraz kararmışlardı), lambalara bakmaktan hoşlanıyordu. [s. 237]
  • Kraliçe, kaptan köşkü küçük ve basık, kısa tombul bacalı ama nedense azametli ve kararlı bir görüntüsü olan gemiyi görür görmez, Çırağan Sarayı'nın pencerelerinin önünden geçen Boğaz gemilerine ve Karadeniz’den Akdeniz'e giden yolcu vapurlarına bakarken hissettiği o derin kederi hissetti. Yaşanacak asıl hayat hapsolduğu odada değil, gemiye binip gideceği bir başka âlemdeydi. [s. 484]
Meraklısına 2: Yazıyı yazarken The Magger sitesinde hem Orhan Pamuk'a hem Veba Geceleri'ne dair güzel bir yazıya denk geldim. Siz de okumak isterseniz bağlantısını buraya ekliyorum ;)

* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

Comments