Tanık / Pınar Eğilmez..
Öyle bir zamanda okudum ki bu öyküyü, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Ancak kitaba dair diyeceklerim şöyle: bir kere, inanılmaz bir şekilde kitap, Uçan Tabut’ta beni en çok etkileyen öykünün üzerinden şekillenmemiş mi! Şoka girdim. Pes dedim. Ve öyle bir ivmeyle hareket kazanmış ki aklım almadı. Zaten kitabın o öykü üzerine olduğunu anlar anlamaz öyle heyecanla hapır hupur sayfaları çevirmeye başladım ki ben kendime inanamadım. Noldu noldu nolcak nolcak aman Yarabbi diyip diyip nasıl bir galeyana gelip heyecan bastı size anlatamam! Ancak şaka gibi biliyorum ancak kesinlikle öyle oldu ve öyle bir kalbim atmaya başladı ki kitabı mecburen elimden bıraktım! Yok dedim, bi sakinleyim yarın devam ederim.
Yarın aldım da noldu! Bu sefer 2. kişinin durumu vuku bulmaz mı! Bir aman Yarabbi durumu, daha fenasından, bende peydahlanmaz mı! Ancak bu sefer ‘aman diyim ne olacak şimdi’ hâlim öyle kalp atışımı hızlandırdı ve şaka gibi ama korkuttu ki öykünün gidişatı beni (hani bu nasıl sonuçlanacak diye) bu sefer işte ikinci çırpıda bitiririm amacımı direkt erteledim ve azar azar günlere yaydım. Çünkü ne beynim ne kalbim kaldıramazdı daha fazla. Şimdi spoiler vermeyim diye başka iki kitabı anamıyorum da ama durun en altta notlarda söyleyiverem gari, onlarda olduğumun yanında bu merak-heyecan beni bitirdi.
Sonuç ne derseniz: hele ki ilkini okuduysanız eliniz mahkum kesin okuyacaksınız, zaten okuyun da, yok okumadıysanız ben zaten şiddetle ilkini de öneriyorum. Ancak bir de şöyle bir durum oldu bende:
Meraklısına 1: Evet Gone Girl’de bi de böyle manyak korkup heyecanlanmıştım. Bi de 2. konu beni Fifty Shades’e götürdü pek tabii. Zaten aklımı bırakmıştım orda, bu da kalanları sıyırdı :)
Meraklısına 2: Arın karakterine yaptığı analizlerin* şokunu atlatamamıştım ki Saadettin karakterinin durum tespitiyle dumurlardan durum beğendim. Onu daha sindiremeden de Ziya Bey’in hissiyatını kelimelere döken paragraf** beni kalbimden vurdu desem. Tüm bu düzlemler paralelinde tam bir ‘knock out’ yaşadım kelimenin tüm anlamlarıyla vesselam :/
* Hiç ayırdında olmamış olsan da dünyaya gelen her bebek gibi bence senin de tek bir anneye bağlanmaya ihtiyacın vardı. İki değil. Hele, daha çok bağlandığın anne gerçek annen değilse! Gerçek annen de burnunun dibinde ve seni görmezken üstelik! Bir evin içindeki dengesiz rol dağılımı senin tek bir kadına sağlıklı bağlanmam altüst etmiş olabilir miydi? Hangi kadına gitsen hep diğerinde kalacaktı aklın sanki. Ne anneni bütünleyebilecektin, ne kadınını. Dünyadaki bütün noktaları birleştirsen de ortaya ne tek bir bütün anne ne tek bir bütün sevgili çıkacaktı. Bence, yani. [s. 75]
* Sımsıkı sarıldım ona göğsümde uyurken. Çocuk Arın'dı az evvel konuşan. "Niye gitmedin be anne!" diye ağlayan Arın'ın çocukluğuydu. Hiçbir zaman annesini kendinden bağımsız bir yetişkin gibi göremeyecek, hiçbir zaman adil yargılayamayacaktı. Tıpkı benim yaptığım, aslında yapmadığım gibi. Annesini düşündüm. Niye gitmemişti, neden oğluyla bağ kuramamıştı, aklından geçenler neydi acaba? Belki gerçekte Arın'ın babası aşık olduğu o adamdı. Bunun utancını duydu belki. Çok sevdiği oğlunu bilinçaltında itiyor muydu? Gizli bir reddetme yaşıyor, suçluluk mu duyuyordu? Annesi tarafından bir şekilde itilmiş, sevilme ihtiyacını karşılayamamış olan Arın, bu yüzden bir kadın tarafından sevilmeyi çok itici buluyor ve kaçıyor olabilir miydi? Belki de bambaşkaydı hikayenin gidişatı ve ben şu an zırvalıyordum. Bütün bunları düşünmek bana iyi gelmedi. Vazgeçtim. [s. 79]
** Kendisine düzenli olarak terapiye gelmeye başlayan Zerrin'e, kendisi bile farkında olmadan, bağlanmaya başlamıştı Ziya Sezgin. Sezgilerine, kavramına, kendisiyle ilgili yeni bir bilgiye uyandığında utanışına, kadınlığını keşfedişine, gerçek kimliğine önce ürkerek zamanla coşkuyla sahip çıkışına, bazı bazı çocuk gibi saf sorular soruşuna, konuşurken zarif bir biçimde kullandığı ellerine, gülerken içi gülen gözlerine, yaşadığı her hüsran anında aynı biçimde kıvrılan alt dudağına, saçlarına, odadan her çıkışında arkasında bıraktığı o hafif çiçek kokusuna, farkında olmadan bağlanmıştı Ziya Sezgin. Farkına vardığında ise dehşete düşmüştü. [s. 184]
Yarın aldım da noldu! Bu sefer 2. kişinin durumu vuku bulmaz mı! Bir aman Yarabbi durumu, daha fenasından, bende peydahlanmaz mı! Ancak bu sefer ‘aman diyim ne olacak şimdi’ hâlim öyle kalp atışımı hızlandırdı ve şaka gibi ama korkuttu ki öykünün gidişatı beni (hani bu nasıl sonuçlanacak diye) bu sefer işte ikinci çırpıda bitiririm amacımı direkt erteledim ve azar azar günlere yaydım. Çünkü ne beynim ne kalbim kaldıramazdı daha fazla. Şimdi spoiler vermeyim diye başka iki kitabı anamıyorum da ama durun en altta notlarda söyleyiverem gari, onlarda olduğumun yanında bu merak-heyecan beni bitirdi.
Sonuç ne derseniz: hele ki ilkini okuduysanız eliniz mahkum kesin okuyacaksınız, zaten okuyun da, yok okumadıysanız ben zaten şiddetle ilkini de öneriyorum. Ancak bir de şöyle bir durum oldu bende:
- Uçan Tabut’taki diğer öyküleri kesinlikle bekliyorum, daha daha meraklandım şimdi.
- belki ben deli heyecanlandım diyedir bilmiyorum, kitabın sonu biraz abar topar bitirilmiş gibi geldi. Yani sanki yazar yazacakmış daha, çünkü çok rahat bir şekilde daha da detaylandırılabilirdi, ki ben de onu çok isterdim, ancak editör ya da yayınevi ‘aman diyip kısa tut ki diğer başka kitapta devam et’ demiş gibi hissettim :) E öylesini istediğim, beklediğim için de biraz az geldi bana kitap. En azından bi yarımı kadar daha olup havada kalmayaydı, ya da pat bitmeseydi iyiydi.
- artık daha bir ümit doldum ki tüm bu öykülerin devamını, bir şekilde okuyabileceğiz ya o işte çok mutlu etti. Nurtopu gibi, hemi de yerli bir serim oldu. hem de deliii heyecanlı.. oleyyy be..
- Benim deneyimim benim devrimimdir. Gerisi hikayedir. [s. 15]
- Sen hangi frekansa yükselmiş olursan ol, “aile” denen makine, affedip kalbine gömdüğün ilkel egonu dürtükleyip uyandırır, giydirir kuşandırır, “haydi” der “sahne senin.” ..... Pardon hangi arada “olmuş”tun sen? Ne demişti Eckhart Tolle? “Oldum” diyeni ailesiyle bir hafta sonu geçirmeye göndereceksin. Çok tuhaf ama ailen kesinlikle ruhsal gelişimin adına en büyük sınavı verdiğin er meydanıdır. [s. 44]
- Âşık bir kadından kimse gözlerini alamazdı da ondan. Âşık kadının gözleri, az önce orgazm olmuş gibi tatmin ve mutlu mutlu bakarken; omurgası dik, beden dili coşkuludur. Yükselen hormonlarının altını iyice çizip belirginleştirdiği ten kokusu, o kıpırdandıkça dalga dalga yayılır. Âşık kadının frekansı o kadar yüksektir ki, senin duyma aralığından daha yüksek bir frekanstadır.... [s. 70]
- Hava, içinde taze nane yaprakları yüzen ev yapımı serin bir limonata gibiydi. [s. 71]
- Sonra başını kaldırıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. [s. 71]
Meraklısına 1: Evet Gone Girl’de bi de böyle manyak korkup heyecanlanmıştım. Bi de 2. konu beni Fifty Shades’e götürdü pek tabii. Zaten aklımı bırakmıştım orda, bu da kalanları sıyırdı :)
Meraklısına 2: Arın karakterine yaptığı analizlerin* şokunu atlatamamıştım ki Saadettin karakterinin durum tespitiyle dumurlardan durum beğendim. Onu daha sindiremeden de Ziya Bey’in hissiyatını kelimelere döken paragraf** beni kalbimden vurdu desem. Tüm bu düzlemler paralelinde tam bir ‘knock out’ yaşadım kelimenin tüm anlamlarıyla vesselam :/
* Hiç ayırdında olmamış olsan da dünyaya gelen her bebek gibi bence senin de tek bir anneye bağlanmaya ihtiyacın vardı. İki değil. Hele, daha çok bağlandığın anne gerçek annen değilse! Gerçek annen de burnunun dibinde ve seni görmezken üstelik! Bir evin içindeki dengesiz rol dağılımı senin tek bir kadına sağlıklı bağlanmam altüst etmiş olabilir miydi? Hangi kadına gitsen hep diğerinde kalacaktı aklın sanki. Ne anneni bütünleyebilecektin, ne kadınını. Dünyadaki bütün noktaları birleştirsen de ortaya ne tek bir bütün anne ne tek bir bütün sevgili çıkacaktı. Bence, yani. [s. 75]
* Sımsıkı sarıldım ona göğsümde uyurken. Çocuk Arın'dı az evvel konuşan. "Niye gitmedin be anne!" diye ağlayan Arın'ın çocukluğuydu. Hiçbir zaman annesini kendinden bağımsız bir yetişkin gibi göremeyecek, hiçbir zaman adil yargılayamayacaktı. Tıpkı benim yaptığım, aslında yapmadığım gibi. Annesini düşündüm. Niye gitmemişti, neden oğluyla bağ kuramamıştı, aklından geçenler neydi acaba? Belki gerçekte Arın'ın babası aşık olduğu o adamdı. Bunun utancını duydu belki. Çok sevdiği oğlunu bilinçaltında itiyor muydu? Gizli bir reddetme yaşıyor, suçluluk mu duyuyordu? Annesi tarafından bir şekilde itilmiş, sevilme ihtiyacını karşılayamamış olan Arın, bu yüzden bir kadın tarafından sevilmeyi çok itici buluyor ve kaçıyor olabilir miydi? Belki de bambaşkaydı hikayenin gidişatı ve ben şu an zırvalıyordum. Bütün bunları düşünmek bana iyi gelmedi. Vazgeçtim. [s. 79]
** Kendisine düzenli olarak terapiye gelmeye başlayan Zerrin'e, kendisi bile farkında olmadan, bağlanmaya başlamıştı Ziya Sezgin. Sezgilerine, kavramına, kendisiyle ilgili yeni bir bilgiye uyandığında utanışına, kadınlığını keşfedişine, gerçek kimliğine önce ürkerek zamanla coşkuyla sahip çıkışına, bazı bazı çocuk gibi saf sorular soruşuna, konuşurken zarif bir biçimde kullandığı ellerine, gülerken içi gülen gözlerine, yaşadığı her hüsran anında aynı biçimde kıvrılan alt dudağına, saçlarına, odadan her çıkışında arkasında bıraktığı o hafif çiçek kokusuna, farkında olmadan bağlanmıştı Ziya Sezgin. Farkına vardığında ise dehşete düşmüştü. [s. 184]
Comments
Post a Comment