Benim Hikâyem / Michelle Obama..

Aslında biyografiyi bırak her türlü yaşam öyküsü benzeri kitapları sanırım okumayı pek sevmiyorum. Sebebini de bilmiyorum. Belki de sadece onlara sıra gelemediği içindir. Dolayısıyla da bu kitabı, bana kalmış olsaydı muhtemelen almayacaktım. Oysa ki uzun süredir ablamdan çok duymuştum adını ve en çok okumak istediklerinden biri olduğunu biliyordum. Kaldı ki ben de onun gibi Michelle’i hep sevmişimdir, ona özenmiş ve bizde de öyle birilerinin olmasını dilemişimdir. Tam bu noktada, büyük bir sürpriz eseri hediye olarak gelince, aha dedim Jale demek ki bunu okumalısın. Ve başladım. Ve çok da beğenerek bitirdim.
Bir kere bence olay editöründe ve de bizdeki çevirmenin Pınar Kür gibi bir yazar olması (hem bir kadın olması hem de iyi bir yazar olması anlamında) nedeniyle inanılmaz akıcı, bir film, bir dizi izlermişçesine her anıyı, sahneyi gözümde resmen canlı canlı seyrediyormuşçasına satırları okudum desem. O kadar su gibi aktı ki, bir politik yaşam kesiti olmasına, hem de başka bir ülkeye ait politik yaşamı anlatmasına rağmen, hem de Amerikan politik yaşamını ele almasına rağmen; diğer yandan da sonuçta şu an çocuk büyüten bir annem olmadığım hâlde bilmediğim bir eğitim sistemine dair detayları ve çocuk yetiştirmeyi anlatmasına rağmen hiç sıkılmadan, bunalmadan her bir bölümü keyifle okudum desem.
İşte bu da beni dediğim editör ve çevirmen başarısına götürüyor. Öyle ki olayları öyle güzel, öz, anlamlı anlatmışlar, geçmiş anılarla öyle güzel yerlerden bağlamışlar, detaylara boğmadan ve asla tekrara düşmeden bu kadar uzun bir dönemi nasıl güzel anlatmışlar ağzım açık kaldı vallahi.
Bu arada dizisi mi filmi ne çekilecekmiş ya haklılar, zira çok da güzel çekilir. Bakalım okurken kafamda izlediğimle güzelce eşleştirebilecekler mi ;)
Diğer yandan da Obamaların aşklarını seviyordum ancak daha daha bir sevdim desem. Öyle güzel öyle güzel ki, gözlerim dola dola özendim ki anlatamam :/ Allah bana da bize de nasip eder inşallah. Ve onlarınkini de nazarlardan korusun inşallah.
Diyeceğim o ki otobiyografi seviyorsanız zaten, kesinlikle okumalısınız. Onun dışında ise keyifli, güzel, gerçek hem de yakın dönemden, yaşayan tarihten bir yaşam öyküsüne şahit olmak için okumanızı da keyifle öneririm.
Not: Çok sevdim ben bu Mundi’yi, hoş geldin aramıza..

  • Oysa ne demek istediğini anlamıştım. O anda inkâr etmiştim ama dediği doğruydu. Ben de, Craig de bazı akrabalarımızdan fark-la Annem de babam da sözcükleri düzgün telaffuz etmemiz, düzgün cümleler kurmamız, kelime sonlarını yuvarla-mamamız konusunda çok hassastılar. Bize bir sözlük ve Britanicca Ansiklopedisi'nin bütün ciltlerini almışlardı. Ansiklopedinin sırtları altın yaldızlı ciltleri merdivenin duvarının içine oyulmuş bir rafta dururdu. Bir kelime, bir kavram ya da tarihle ilgili bir soru soracak olduk mu doğru o kitaplara işaret ederlerdi. Dandy'nin de etkisi büyüktü, oraya yemeğe gittiğimizde konuşurken yaptığımız dilbilgisi ve telaffuz hatalarını hemen duyar, düzeltirdi. Amaç, gelişme kaydetmemizi, hayatta daha iyi bir konuma ulaşmamızı sağlamaktı. İlerlememizi, bulunduğumuz yerin ötesine geçmemizi istiyor, planlarını bu doğrultuda yapıyorlardı. Akıllı olmakla yetinmeyip aklımızın sahibi olmamız! -bundan gurur duymamızı- bekliyorlardı ki bunun en iyi göstergesi kendimizi ifade etme becerisiydi. [s. 61]
  • Ülkeyi baştan başa dolaşıyor, gümbür gümbür yükselen sesiyle kalabalıklar' büyülü ordu. Siyah insanları, yüzyıllardır  boyunduruğunda oldukları getto psikolojisinden kurtulup kendilerinden esirgenen siyasi güce sahip çıkmaya çağırıyordu. Kitlelere haykırdığı mesaj, dur durak bilmeden kurtuluşa doğru ilerlemek zorunluluğuydu. "Uyuşturucuya son! Umuda koş!" sloganıyla dinleyicilerini ayağa kaldırıyordu. Okula giden çocuklara, TV'yi kapatmak, her akşam iki saat ders çalışmak yemini imzalatıyor, anne babalara bunun takipçisi olma talimatı veriyordu. Afrikalı-Amerikalı kitlelerin büyük ölçüde içselleştirdikleri yılgınlık duygularına karşı çıkıyor, insanları kendilerine acımaktan vazgeçip kaderlerine sahip çıkmaya teşvik ediyordu. "Kimse, ama hiç kimse, akşamları televizyonu iki saat kapatamayacak kadar yoksul değildir!" diye haykırmıştı. [s. 85]
  • Ancak, daha önce de söylediğim gibi, başarısızlık bir sonuç ol-maktan çok önce uyanan bir duygudur. Ve kadının ruhuma ektiği tam da buydu - daha başarmaya azmetmeden önce yenilgiyi kabullenmek. Hedef küçültmemi söylüyordu bana, bu da anne babamın kendimi bildim bileli bize aşıladığı her şeyin tam tersiydi. ..... Whitney Young'da okuyan hırslı çocuklarla üç yıl boyunca aşık atmak bana daha iyi olduğumu öğretmişti. Bir kişinin fikrine kapılıp kendim hakkında bildiğim her şeyin tepetaklak olmasına izin vermeyecektim. Böylece hedefimi değil de yöntemi değiştirmeye karar verdim. [s. 89]
  • Biz azınlık çocukların Princeton'daki sayısı o kadar azdı ki, herhalde her zaman göze batıyorduk. Ben bunu aşırı çalışmak, çevremdeki ayrıcalıklı öğrenciler kadar, hatta onlardan daha fazla başarı göstermek için bir sebep olarak görüyordum. Aynı Whitney Young'daki gibi çabalarım ben size gösteririm duygusundan kaynaklanıyordu. Lisedeyken kendimi mahallemin temsilcisi olarak görüyorduysam, şimdi Princeton'da ırkımın temsilcisiydim. [s. 103]
  • Elbette. Basit bir "evet"in hayatında neleri değiştireceğini henüz anlayamıyorsun. Görevini doğrulayan kısa not önüne geldiğinde hayatının derin, görünmez fay hattı kımıldamaya, bir tutamak yavaştan kaymaya başlamış bile. Adının yanında bir başkasının adı yazılı, kendi merdivenini tırmanmaya başlamış parlak bir hukuk öğrencisi... O da senin gibi siyah ve Harvard'da okumuş. Başka bildiğin bir şey yok - yalnızca adı... Üstelik tuhaf bir ad. [s. 117]
  • Barack'a karşı bir şeyler hissetmek için kendime izin verdiğim anda,  bütün duygular üst üste boşanıverdi - şehvet, minnet, hayret, tatmin... Hayatımla, kariyerimle, hatta Barack'ın kendisiyle ilgili tüm kaygılarım o ilk öpücükle birlikte uçup gidiverdiler, o kaygıların yerini onu bir an önce daha yakından tanıma, onun her yönünü keşfetme, onunla birlikte olma arzusu aldı. ..... Yuvaya benzer hiçbir yanı olmamasına rağmen ben artık her şeyi aşk gözlüğüyle gördüğümden bana yuva gibi görünüyordu. Barack bende merak uyandırıyordu. O zamana kadar tanıdığım erkeklerin hiçbirine benzemiyordu. Kendinden tamamen emindi. Bana olan düşkünlüğünü saklamıyor, sık sık güzel olduğumu söylüyordu. Kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu. Tek boynuzlu atımdı. [s. 135]
  • Her seferinde kocama sarıldım ve gözlerim onun gözlerinde huzuru buldu. Yirmi yıldır olduğu gibi hâlâ bir tahterevallideymişiz gibi, yin ve yang ikilisi olmaya devam ediyorduk ve hâlâ içgüdüsel, yere basan bir aşkla bağlıydık birbirimize. Bu her zaman göstermekten mutlu olduğum bir şeydi. [s. 343]
  • ..... düzenlediğimiz kariyer günlerine ve moda, müzik ve şiir atölyelerine katılan liselilere; hatta sadece sıkı sıkı bir sarılacak kadar gördüğüm çocuklara. Mesaj hep aynıydı. Buraya aitsiniz. Siz önemlisiniz. Sizi takdir ediyorum. Sonraları bir İngiliz üniversitesinden bir ekonomistin Elizabeth Garrett Anderson öğrencilerinin test performansları üzerine yaptığı araştırma sonucu ben onlarla temas kurduktan sonra puanlarının belirli bir oranda arttığı anlaşıldı - kabaca C'den A'ya yükselmişti notları. Her türlü gelişmede övgü payı kızlara, öğretmenlerine ve her gün birlikte yaptıkları çalışmalara aitti aslında, ama aynı zamanda onlara yatırım yapıldığını hissettiklerinde çocukların da kendilerine daha çok yatırım yaptıkları doğrulanmış oluyordu. Çocukları önemsediğimi onlara göstermemin güçlü bir etkisi olduğunu anlamıştım. [s. 433]

* Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

Comments

Popular Posts