Duygularını Pişiren Kadın: Mãn / Kim Thuy..

Sevgili Funda Sakalıoğlu moderatörlüğündeki Be Water kafe bibliyoterapi kulübü Kasım kitabı.

Geçtiğimiz iki ayda önce Vietnam Savaşı bağlamında oradaki halkın yaşadıkları (Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz), sonra o savaşa istemeyerek katılan Amerikan gençliğinin kendi içinde yaşadıklarını (Taşıdıkları Şeyler) okuduk. Ve bu ay da Vietnam‘dan (bir önceki kitaptaki, Kanada’ya gitmek isterken bunu yapamamış Amerikalıların aksine) Kanada’ya geçmiş Vietnam’lıların öyküsünü konu alan bir kurgu okuduk. Kurgu diyorum ancak oto-kurgu denilen yeni bir tür kapsamında değerlendirilebilecek bir hikâye var karşımızda. Zira yazarın kendisi de Vietnam’dan Kanada’ya göçmüş bir aileden geliyor. 

Kitap öncelikle beni sayfa tasarımı konusunda çok etkiledi. İnanılmaz yaratıcı buldum. Diğer taraftan da uzun süredir bir Türkçe kitabın kapağını bu kadar beğenmemiştim. Hatta ‘Türkçesi’nin kapağını bu kadar beğendiysem, yabancı kapakları kim bilir nasıldır?’ diye dönüp baktığımda gördüm ki bu kitabın bütün kapakları -ki inanılmaz fazla sayıda mevcut- ayrı bir güzel. Hangisine bakacağımı şaşırdım. Bu açıdan da beni hayran bıraktı.

Ayrıca kapaklarını araştırırken gördüm ki kitabın içinden çıkma birçok başka kitap da mevcutmuş meğersem. Zira okuduğunuzda göreceksiniz ki çok farklı Vietnam yemeklerine değinen detaylara da sahip. İşte bu unsurları ayrı kitaplar halinde de yayına hazırlamışlar. Bu açıdan da ayrıca bir pazarlama başarısı olarak değerlendirmedim değil.

İşte tam yemeklerden bahsettiğini söylerken şunu ifade etmem gerekir ki; aslında çok kısa bir kitap olmasına rağmen onu okurken üç ayrı kitabı okumuşum hissiyatına sahip oldum. En başta, kitaba da asıl adını veren Mãn karakterinin bir hikâyesini okuyorum diye düşündüm. Sonra o evrildi ve onun çocuğunun öyküsüne dönüştü. Tamam ben böyle bir kitap okuyorum derken ise matruşka gibi içinden bir aşk kitabı çıktı. Böylece bir yandan aşk kitabı okurken de bir yandan da değindiğim gibi bir yemek kitabı okurmuşum havasında ilerliyorum derken de eser nihayete erdi. O yüzden söz konusu katmanlı yapısı itibariyle yazarı yaratıcılığından ötürü başarısından ötürü yani bir kitapta 3-4 kitaplık hissiyat yaratmasından ötürü belki de kutlamak lazım.

Ve fakat esas demek istediğim noktaya gelirsem (emin olmamakla birlikte, yazardan ve yazımından bağımsız olarak) şöyle ki; eserde çok yaratıcı ifadeler ve farklı duygu aktarımlarında kullanılan hayran olunası tamlamalar var. Dolayısıyla, (artık bildiğiniz üzere) kelimelerin hastası biri olarak da bunları acayip sevdim. Ancak mı bunlar vesilesiyle her seferinde hikâyenin içine girme ve akışa kendini kaptırma olayını ne yazık ki bu kitap üzerinde gerçekleştiremedim. Ve bunun bir çeviri durumu olduğunu üzülerek söylemek durumundayım. Tabii ki kitabın orijinalini okumadım ve belki de aynı hissiyatı yani yazımdaki cümle yapılarının farklı olmasından ötürü yine duyacağım (işte bu nedenle emin olamamakla birlikte dedim); ancak cümle yapısının ötesinde bir de harf-cümle kelime-imla hataları*, özellikle de kitabın ikinci yarısından itibaren artarak devam ederek çok fazla rahatsız eder seviyeye ulaştı. Ve bu, beni çok mutsuz etti, bir okur olarak ve öyle kaptırıp hızlı bir şekilde asla okuyamadım. Kitap beni sürekli durdurup cümleyi anlamam için kendisini tekrar tekrar okuttu. Öyle ki bazı yerlerde çokça geriye dönüp bu neydi nasıldı diye bayağı mesai harcamam gerekti. Hatta birkaç sayfayı ve çokça cümleyi de üzülerek söylüyorum ki tüm bu yoğunlaştırılmış çabama rağmen asla anlayamadım. Sonuçta bir Türkçe kitap okuyorum ve böyle bu yorumda bulunuyorum. Bu çok üzücü bir şey bence. O yüzden de kitaptan belki de alabileceğim çok daha fazla haz, bu detaylar nedeniyle minimuma indi. 

Dolayısıyla son kertede söyleyebileceğim, sadece güzel ifadeler ve orijinal bir kurguya sahip olsa da çok daha güzel bir şekilde kendini bana sevdirecekken böyle bir seviyede kalmış olması. Ancak tabii ki çokça analize konu olabilecek duygusal, kültürel ve toplumsal dokundurmaları mevcut. O açılardan da sevdim.

Meraklısına: Tabii ki sevgili Funda Sakalıoğlu hanımın toplantı notlarından bazılarını paylaşmasam olmaz :) 

  • Epizotik yazım şeklinde bir kitap. 
  • * Hem İngilizce hem Vietnamca diline hâkim olduğu için yazar, bunlar arasında anlam bütünlüğünü kaçırma hâlindeki yazım şeklini bilerek yapmış durumda. Zira ikisine de hâkim değil.
  • Anneler kelimesi birinci bölümün kelimesi ve sessizlik ise son bölümün. Dolayısıyla kitap iki kelime arasında geçiyor. 
  • Vietnam’a dair gerçekleştirdiğimiz üçleme okuma serüvenimizde bu kitabın ortaya koyduğu fark; Bu kitapta artık, hikâyenin sonuna değin biri olmayı başarmış bir kişinin öyküsünü okumamız.
  • Annelik ile kitaba başlaması bilinçli bir seçim. Kaldı ki üç farklı anneyle hemen bizi tanıştırıyor. 
  • Doğu toplumlarında biyolojik anne daha önemli bir konumda. Batı toplumlarında ise ifade ettiği üçüncü annelik modeli ön planda. Ve yazarın üçüncü anneyle başlaması, batı kültürüne dair 3. annenin önemine ve de bireyselleşmeye bir atıf. Yani bilinçli bir hareket. Kitabın bağlanma ve bağlanma problemi ile ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
  • Dolayısıyla John Bowlby’in bağlanma kuramına değinmek gerekiyor bu noktada. Bowlby’in ifade ettiği üzere bağlanma, bağlanmaya istekli yetişkinler olması hâlinde başlıyor. Kitapta da sayfa 64’te Julie ile tanışarak bağlanma olayına giriyor, yazar.
  • Kişiler bağlanma ile birlikte duyguları tanıyor. Diğer bir ifadeyle duyguları tanıdıkça bağlanma olgusu gelişiyor. Bu nedenledir ki yazar da bilerek duygularda derinleşmiyor. 
  • Vietnam’da ve Çin’de (Tavan Arasındaki Buda kitabında da gördüğümüz üzere) kadın kendini hiç ifade edemiyor. Böyle bir kültür hâkim bu toplumlarda. 
  • Bağlanma davranışı ile keşfetme arasında da bir ilişki var.
  • Anneyle kurması gereken ilişkiyi Julie ile kuruyor karakterimiz. Dolayısıyla Julie anne işlevi görüyor ve ona bağlanmayı öğretiyor. Yani bağlanmayı onla öğreniyor. 
  • Kitapta bağlanmanın üç temel ilkesinin hepsini de görüyoruz. 
  • Yemek yeme bir bağlanma sembolü olarak yer oluyor kitapta. 
  • Kahramanımız kitabın sonlarına doğru kendini buldukça, annesinde kabul etmeye başlıyor. 
  • Sesimizi çıkarmamıza yardımcı ve dolayısıyla yeni düşünme şemaları geliştirmemizi sağlayan dört temel araç var: yeni bir dil öğrenmek, sanat, edebiyat, seyahat.
  • Ve bunlar, yeni bağlanma modelleri geliştirmemizi sağlıyor. 
  • Birey olmak anne olmaktan daha zor bir sorumluluk olarak yer alıyor.
  • Karakterimizin zihinsel şemaları, etkileşim kurdukça değişiyor. 
  • Önce değerli ‘ben’ ortaya çıkar, sonra güvenilir ‘o’. Bu şekilde bir ilerleyiş sağlanması hâlinde kişi kendini değerli hisseder. 
  • Dolayısıyla karakterimiz kendini hiç değerli biri olarak görmüyor. 
  • Kitapta ‘facia’ kelimesi üzerinden yaşanan durumun iki sebebi var. Biri kadının dili kısıtlı kullanması. Diğeri ise duygularını iyi kullanamaması. 
  • Her duygunun önemli bir işlevi var. Dolayısıyla tesadüfi olarak çıkmıyorlar yani ortaya. Önce duygusuzluk hâkim kitaptan. Sonra da kurduğu bağlanmayı anlatıyor tüm kitap boyunca.


  • Vietnamlıların sầu riêng diye adlandırdığı durianların altında, Maman babasını son defa görmüştü. O güne kadar, iki sözcükten oluşan ve "kişisel hüzünler" anlamına gelen bu kelime üzerine hiç düşünmemişti. Bu gerçeğin unutulmasının sebebi belki de bu hüzünlerin, meyvenin etli kısımları gibi dikenlerle kaplı bir zırhın altındaki kapalı bölmelerde mühürlü olmalarıdır. [s. 29]
  • Maman aynı zamanda burnu büyütmenin de sırrına vakıftı. Asyalı kadınlar, silikon koydurtarak burun kemiklerini çıkıklaştırmaya çalışırken benim burnumu Batılılaştırmak için Maman'ın her sabah dokuz kez hafifçe çekmesi yeterliydi. İşte adım bu yüzden, "tümüyle tatmin olmuş", "arzulayacak bir şeyi kalmamış" ya da "tüm dilekleri kabul edilmiş" anlamına gelen Man. Daha fazlasını isteyemem çünkü adım bana bu tatmin ve doyum hâlini dayatıyor. Guy de Maupassant'ın, manastırdan çıktıktan sonra yaşamdaki bütün mutlulukları elde etmenin hayalini kuran Jeanne'ının aksine, ben hayal kurmadan büyüdüm. [s. 30]
  • Hayat bana doğru, Julie'nin gözümün önünde açtığı rulo hâlinde bir resim gibi gelmekteydi. İlerledikçe, resim rulosu açıldıkça yeni renkler, yeni şekiller meydana çıkıyordu. Ve sihirli bir değnek değmişçesine, bir sahneyi betimleyen veya bir anı resmeden küçük resimler ortaya çıkıyordu. Ressamın hareketleri birdenbire duyulabilir, elle tutulur bir hâl almaştı. Aynı şekilde tabakların, çantaların, vitrinin üzerine yeşim taşı renginde yazılan ismimden -"Man"- bir ses yükselmişti. Atölyeye gelen ilk yirmi kişilik grup, tarifleri beraberlerinde götürerek masanın çevresinde anlatılan hikâyeleri başkalarına tekrar ederek doğmakta olan bu sesi büyütmüştü. Bu maceranın neden olduğu hareketli hayat, bir başka hayatı, sonunda gelip karnımın sıcaklığına yerleşen yaşamı da tetiklemişti. [s. 55]
  • Bir keresinde bir bağış toplama gecesi için eski bir Çince dersine dönmüştüm; öğretmen "sevmek" sözcüğü için kullanılan karakterin üç ideogramdan oluştuğunu anlatmıştı: el, kalp ve ayak; çünkü kalbimizi elimizde tutup sevdiğimize sunmak üzere yanına kadar gidip aşkımızı ifade etmemiz gerekir. [s. 101]

Comments

Popular Posts