Babamı Kim Öldürdü / Édouard Louis..
Canımız #MugaBookClub bünyesinde Haziran kitabı olarak okuduğumuz, Fransızca’dan çeviri Babamı Kim Öldürdü adlı romanın, geçtiğimiz iki ayın seçkisi Veba Geceleri üzerine çok iyi geldiğini itiraf ederek sözlerime başlayım ;) Şaka bir yana, 570 sayfanın üzerine 50 sayfalık bir roman okumak gerçekten bu ay için büyük rahatlık oldu. Artık gökyüzünün bir kez daha Allah’a emanet konumu mu derseniz, her neyse velhasıl, çok basık bir genel atmosfer hâlinde kafamı çok net toparlayamadığım için bu kısa roman şahane oldu.
Öyle ki, sadece sayfa sayısı nedeniyle değil; kısa ve öz nitelikteki gerek cümleleri gerek ifadeleriyle de kelimenin tam anlamıyla keskin bir kitaptı. Adeta bam bam bam aklına ne geldiyse, ‘ne düşünülür, kaba mı kaçtı, acıtır mıyım vs.’ demeden her şeyi sıralamış genç yazarımız. Velhasıl, ‘babama çok mu sert yaklaşmışım bunu bunu anlatarak ya da onu böyle tanımlayarak’ dememiş. Veya ‘şimdi ben Fransa hükümetine, şu şu başkana, bakana böyle böyle der, suçlarsam ne olur’ dememiş, vurmuş baltayı. Zira bence çok da iyi yapmış. Farklı bir ülke de olsa, benim burada içimin yağları eridi. Bu anlamda yazarı bayağı bir takdir ettim, sizin anlayacağınız.
Diğer yandan, kısa ve öz nitelikteki cümleleri derken; resmen şu an dönüp baktığımda rahatlıkla söyleyebileceğim üzere ben deniz bir virgül sever :) olduğum için, hiç acımadan / kendini kasmadan-kısıtlamadan bol bol kullanması beni ziyadesiyle mutlu etti. Böyle ‘illa çok kullanmış olmayım’ diye az virgüle gidip anlamayı (en azından benim için) zorlaştıran, hatta yeri gelip bulmaca çözdürmeye dönüşen metinleri hiç hazzetmiyorum, açık olmam gerekirse. O yüzden yazarımızın da virgülden yana olması okuma keyfimi pekiştirmekle kalmadı, yalnız olmadığımı da bana göstermiş oldu vesselam :)
Kitaba dair diğer notlarım bağlamında, 92 doğumlu bir yazarı okumak ve dolayısıyla Berlin Duvarı’nın yıkılışını vb. benim dönemimin haberlerden dinlediği olayları, ders kitaplarından okuyarak varlıklarından haberdar olan bir neslin onlara dair düşünüşünü kitabından okumak pek bir enteresan oldu :) Gerçekten çok garip hissettim :) Bu anlamda da benim için o jenerasyondan bir yazarın otobiyografik eserini okumak pek orijinaldi :) (Bknz. Atmaca’daki karakterin 80’li olup nostalji bana yaratmasının aksine :) )
Özetle, Türkiye’de de önümüzdeki Temmuz sonu Moda Sahnesi DOTOrmanda tiyatro programına eklendiğini gördüğüm, dünyada da bayağı bir etki yaratan çarpıcı bir çağcıl romanı kendi zamanında okumak sizin için de iyi bir tercih olabilir kanısındayım.
Meraklısına: Dediğim gibi geçen ayın kitabı Veba Geceleri’nin gözümü bozmasının :) ardından, bu kitabın yakın gözlüklerle bitirdiğim ilk kitap olduğunu kişisel tarihime not düşmek isterim.
- Bir gün, bir deftere senin hakkında şöyle yazdım: senin hayatının tarihini yazmak, benim yokluğumun tarihini yazmaktır. [s. 17]
- Sanki ayrılığın acısı sen de bir yara açmıştı ve etrafını saran her şey, bütün bu dünya ve bu dünyanın bütün şiddeti içine giriyordu. [s. 24]
- Anılarımızda insanlardan çok nesneler var. Gençliğini, bu nesnelerin gençliği vasıtasıyla yaşardın sen. [s. 31]
- Seni görmeye geldiğimde, o son defa, sana söylediğim her şeyi unuttum ama söylemediğim her şeyi hatırlıyorum. [s. 32]
- “Baba geçmişini anlatmak istemiyor çünkü o geçmiş, ona başka biri olabileceğini ama olamadığını hatırlatıyor,” dedi. Haklı olabilir. [s. 43]
Comments
Post a Comment