Ölmeye Yatmak / Adalet Ağaoğlu..
Öncelikle itiraf etmeliyim ki daha önce Adalet Ağaoğlu‘nun bir kitabını okumamıştım o yüzden de #MugaBookClub vesilesiyle kendi adıma ilk okumamı gerçekleştirdim. Dolayısıyla benim görüşlerimin sadece kendi çapımda ve kitaba dair minik kişisel yorum olarak nitelendirilmesi daha yerinde olur.
Bu bağlamda ilk ifade etmek istediğim nokta, Çok tatlı bir tesadüf! olduğunu düşündüğüm üzere ilk #mugabookclub kitabı olan Dünün Dünyası gibi Ölmeye Yatmak kitabında da (çoğunlukla anlatılan dönem olması noktasında) 2. Dünya Savaşı’nın yıllarının kapsanması çok keyifli bir şekilde denk geldi. Dolayısıyla geçen ay o yılların Avrupa’sındaki gündelik yaşantıyı okumuşken Ağustos ayında da 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye topraklarındaki günlük yaşantısını okumak karşılaştırma yapmamıza imkân tanıyan çok güzel bir eşzamanlılık yarattı. Bu bağlamda yazarın inanılmaz detaylı bir gözlem sonucunda o dönemin Türkiyesini her yönüyle öylesine detaylı bir şekilde irdelemesi ve masaya yatırması gerçekten çok çarpıcı. Bu anlamda da kitabı bir kurgu romanı olmanın ötesine taşıdığı kanısındayım. Adeta o döneme ait tarihi ince ince arşivleyen bir eser olarak da var olması çok değerli. Gösterimdeki filmlerden ekmeğin kaç kuruşa satıldığına, gazetelerdeki gündem konularından okullarda müfredata konan derslere kadar aklınıza gelebilecek her şey sıra sıra dizilmiş bir şekilde karşımızda yer alıyor.
Konuya geldiğimizde ise şöyle bir şeyi ifade etmem gerektiğini düşünüyorum: Kitabın isminin alt başlığı olan ‘dar zamanlar’ paralelinde gerçekten de biraz konunun anlattığı döneme bağlı olarak o dönem insanının yaşadığı sıkıntıları baş karakterler örneğinde gözlemlediğimiz için oldukça “darlanan” bir psikolojinin söz konusu olduğunu ifade etmeliyim. Dolayısıyla, karakterlerimizin yaşadığı olaylar nedeniyle doğal olarak onları sıkıntıya sokan psikolojiyi gerçekten de Ağaoğlu’nun bize başarılı bir şekilde yansıtmasının bir örneğinin vuku bulduğu kanısındayım. Kısacası karakterlerimizin yaşadığı sıkıntının bize de tezahür edip sıkıntıya sokması hâli mevcuttu, en azından benim için.
Bu bağlamda dediğim gibi ‘Dar Zamanlar 1’ adıyla yayınlandığı için, külliyatı okuyanlardan çok özür diliyorum, ancak devamında da eğer ki Ayten, Ali ve Aydın’ın öyküleri sürdürülüyorsa, evet çok merak ederim nasıl devam ettiklerini hayatlarına ancak aynı psikolojiyi bir kitap daha devam ettirebileceğimden emin değilimi de not düşeyim.
Suyu en kurak güne saklamış, ağzına kadar dolu bir havuzdum sanki. O, artık en kurak gün, artık nerdeyse bütün köklerin ku ruyuvereceğini sandığım gün, havuzumun tıpasını açtım. "Gürül gürül akacağım. Her şeyleri sulayacağım. Sonra kendim kuru yacağım, kuruyacağım..." [s. 165]
Memnune Hanım'a... "Ben bulur getiririm onu. Bir de kardeşimiz oluyor, derim... Ama siz de babama söyleyin. Üstelemesin artık." Annesi derin derin içini çekiyor: "Korkma. Üstelemez. O da ancak uyudu zaten. Bütün gece bekledi durdu. Ne olsa tek oğlumuz. Tek umudumuz..." Aysel, içinde onarılmaz bir kırıklık duyuyor. Yeniden evin kıyıda köşede unutulmuş eşyası olduğunu seziyor. İlk gerçek öfkeyi tanıyor. Dışa vurulamayan, o, insanı içten içe kırbaçlayan, insana kendini aştıran ve durmadan kendini zora koşturan... [s. 232]
Comments
Post a Comment