Aşk Olsun / Demet Cengiz..

Efenim şöyle oldu; bir sabah İki Şekerli Bir Sade adlı tv programına yazarımız konuk olmuştu. Ben de izledim. Ve öyle keyifli anlattı ki kitabı, kendisini de yıllar önceden bilirdim ve son dönem izini hiç görmemiştim, izleyince şaşırdım. Anlattıkları da dönemsel hâlimi bir yerlerden yakalayınca hadi dedim ben bu kitabı alayım. Tam da kısa, güncel ve keyifli bir şeyler okuma havasında oluşum da denkleme eklenince kitabı aldım gitti. Ve tam da öyle çıktı.
Âşık olma durumunun tasvirlerinin ne kadar benzer olduğunu görmek önce bir şaşırttı beni. Gerçekten öyle bir duygu ki bayağı evrensel yaşıyoruz sanırım :/ İşaretleri okuma hâlleri, kendimize söylediklerimiz, inandırma gayretine girdiklerimiz, çevremizdekilerin tepkileri de benzeşmelere katılınca şaşırmadığımı söylesem yalan olur.
Olay örgüsü bağlamında ortalarda bir tıkansam da sonuna doğru, özellikle kişisel gelişim uygulamaları, illa küfür etmeden – ah etmeden uzak kalmaya imtina etme durumlarında tebessümlerim artmadı değil. Resmen orada da kendimi gördüm ve kendi hâlime güldüm :)
Son olaraksa sonlara doğru yer alan ‘araştırma’ sonuçlarının gerçek olmamasını diliyor ve bir Beşiktaşlı olduğu için (tabii ki niyetli olmasından da ötürü) ‘Mustafa’ ile tanışmak istediğimi Demet Hanım’a ahanda buracıktan iletiyorum ;)
  • Bir kuş, kanatlarını kalbime doğru açıp, gözlerimin içine bakmıştı. Gözleri ormanların en kuytusundan bile daha karanlıktı. Ben o kuytuya düştüm bir kere de henüz farkında değildim. [s. 13]
  • Kalbim pırpır çarpıyordu. Kalp, âşık olana kadar evcil bir hayvandır. Ne zaman ki Eros’un oku isabet eder, anında vahşileşir. Bir kere âşık olmak neden oklanmakla sembolize edilmiş? Çok savaşçı bir sembol değil mi o? Oysa isterdim ki üzerimize gül yaprakları döksünler, etrafımıza pamuklar sarsınlar, kuş tüyü yataklarda yatırsınlar, başımıza yıldızları taç yapsınlar. Ama hayır, yok, illa oklanacağız. Vurulacağız! [s. 13]
  • Tanıklık ediyorum. İlk kez âşık oluşuma tüm bilincimle tanıklık ediyorum. Üzerimdeki giysileri, zırhları, maskeleri alıyorlar. Beni soyuyorlar. Tüm yüreğimle çıplak kalıyorum. Elimdeki sopayı düşürüyorum. Kılıcım da yok kalkanım da. Gözlerinden gözlerime çakan tek kıvılcım yetiyor koca yangını çıkarmaya. ..... Gönlümün bahçelerinde en olmadık çiçekler açıyor, kokuları beni yıkıyor. ..... Bir meltem vücudumdaki tüm tüyleri okşuyor. ..... Âşık oluşuma tanıklık ediyordum. Kendime, kalbimin atışına, kızaran yanaklarıma, kuruyan damağıma, sesimdeki tınıya, karnımda koşan atlara tanıklık ediyordum. Âşık oluşuma tanıklık ediyordum. Konuşuyorum, kendi sesimi duyuyorum, kendimi dinliyorum. Konuşuyorum. Ona konuşuyorum. Sadece ona. Başka hiç kimse yok dünyada ondan başka. Görüyorum. Onu görüyorum. Başka hiç kimse yok dünyada ondan başka. Âşık oluyorum. .... asla sönmeyecek güneşleri içime koyuyorlar. [ss. 17-18]
  • Fuat, “ilgilenen adam mutlaka bir yolunu bulup gelir. Gelemiyorsa vardır bir bityeniği. S*ktir et! Boş ver” diyerek konuyu kapattı. [s. 33]
  • ... kalbimde ise bir nehir aralıksız akıyordu. Kaynağını bulmuş gibi sevinçle, coşkuyla akan bir nehir... Kaynağı Bay Kuş mu ben miyim bilmiyordum. Sadece suyu ve suyun akışından çıkan enerjiyi hissediyordum. [s. 53]
  • ... yine mesafeli davranıyorduk. Daha önce birbirimize sarılmamış gibi... Birbirimizi koklamamış gibi... Hiç öpüşmemiş gibi... Birbirimize karşı aşılmaz bariyerlerimiz vardı, neredeyse çıplak gözle bile görülen... Neden? [s. 58]
  • Kalbinde bir yerlerde yaraları olduğunu biliyordum. O yaraları en başından hissediyordum. Ruhum hissediyordu. Onun acıları içimde başka bir nehri canlandırıyordu ona karşı. Bir şefkat nehri... [ss. 59-60]
  • Hıdırellez’de... ağaca kendimi assam, sabah da denize atlasam? Ya da... Yahu dileğim yanımda, ağaca Onur’u assam olmuyor mu? Sabah denize atar, kurulamak için de eve götürürdüm. Olmaz mı öyle? [ss. 93-94]
  • Zaten üzerimde geçen Güneş tutulmasının 3 yıl sürecek, ondan önceki Ay tutulmasının 6 ay delirtecek etkileri varken; geri giden Merkür'ün mesafesi, Mars'ın kafasının atması Uranüs’ün ters açısı, Venüs'ün geri vitese takışı, Jüpiter'in ortada kalışı, Plüton'un takla atması, Satürn'ün halkasını boynuma takması fazla artık! Ya bu gökyüzünün etkileri bitmek bilmiyor. Tamam, hep etkilesin de o 3 yıl sürecek, 6 ay delirtecek etkiler falan bence hep birbirine karışıyor. Çorba oldu hayatlarımız, yeter! Yok mu bu gezegenlerin bir yetkilisi? Şu mavi gezegende yaşayan biz ölümlülere acıyın, bu kadar oyun onamayın bize. Yetti yeminle! [s. 179]
  • Eve vardığımda kendime okkalı bir küfür seansı verdim. Önce yastığa birkaç yumruk attım. Yumruklarımı savururken "Allah'ın cezası" diye bağırdım. Sonra küfür düşündüm. Ben hayvan isimleriyle insanlara hakaret etmenin mantığını anlamadığım için öyle ayı, öküz, köpek falan diyemem. Ya ne güzel hayvanlar onlar. Niye kızdığım bir insana hayvanlarla iltifat edeyim ki? Ağzımdan "Or*spu Çocuğu" çıktı ama hemen utandım. Annesinin suçu ne? Ne kadar ayıp! Hiç onaylamıyorum böyle küfürleri. Çok özür dilerim teyzeciğim. Aklıma gelen küfürlerin hepsi bir erkeğin karşısındaki kişiye veya onun yakını kadınlara (çoğunlukla ana, bacı, eş) veya tüm sülalesine tecavüz eylemini içeriyordu. Onları da söyleyemem. S ile başlayan küfürlere karşıyım. Hele kadınların etmesine! Bir de o AMK'lar falan çok çok kötü. Valla edecek küfür bulamadım ben. [s. 180]
  • Gerçi umurumda değil dünya yuvarlak da olabilir düz de. Yeter ki yamuk olmasın! [s. 189]
  • Aşk da uyku gibi işte, zorla getirtemiyorsun. Aşk arzu ederse gelip bizi bulur. Biz istesek de istemesek de bulur. Aşkı getiremediğimiz gibi zorla defedemiyorduk da. Biz onu istemedik ya da mutsuz olduk diye gitmez. Başına buyruktur aşk! O istediği gibi, istediği kadar ikamet eder gönlünde. Ne zaman gideceğine de kendi karar verir. Aşkın en büyük öğretisi teslimiyettir. Aşktan daha büyük bir okul yok. İmkânsızı bilmez aşk. Bir kadın bir kuşa, bir çiçek bir adama, bir kuş bir taşa, bir adam bir denizkızına âşık olabilir. [ss. 1931-194]
  • Ben dünyayı geziyordum, o Beşiktaş’ın maçına gidiyordu. [s. 223]
  • Kalbinde yeşil bir dal gibi dileğini gezdirenler ‘bir’dir, aynı kişidir. ..... O yeşil dala bir kuş konsun diye bekleyen... [s. 234]
  • Bir gecede meyve veren ağaç gördün mü sen hiç? Mevsimleri yaşamak zorundayız. İstiyorsak meyveyi; önce yaprakları dökeceğiz, kışı göze alacağız, sonra bahara açacağız. [s. 239]
  • Anlamlı meşguliyetleri olmalı insanın. Yaseminleri koklamak gibi... Bu kadar basit, bu kadar güzel, bu kadar gerçek... Ve yaseminlere teşekkür etmeli buruna yaşattığı bayram için. Anlamlı meşguliyetler... [ss. 239-240]
  • Kahvene bir cıvıltı eşlik etmeli. [s. 240]
  • Emin ol bahar da seni bekliyor. Sanırsın tek bekleyen sensin baharı. Ne biliyorsun onun da seni beklemediğini? ..... Emin ol bahar da seni bekliyor. Açan çiçeklerin mucizesine tanıklık et, renkleri gör istiyor. Ve meyve vermek için sana, çiçeğinden vazgeçeceğini bil istiyor. [s. 240]
 * Tüm fotoğrafları, imleciniz resmin üzerindeyken sağ klikle yeni pencerede tek başına açarsanız, görseldeki yazıları çok daha büyük okuyabilirsiniz.

Comments